Bizim Yıldırım lakabıyla bildiğimiz 1. Bayezid 1354 yılında Edirne’de doğdu, 1403’te Akşehir’de öldü. Kendisi Osmanlı devletinin dördüncü padişahı. 1389 yılında geçtiği tahtta 1402’ye kadar kaldı, daha doğrusu kalabildi. Bildiğiniz gibi ünlü Ankara Savaşı’nda Timur’a yenildi. Babasının 1. Murad annesinin ise Gülçiçek Hatun olduğunu söyleyelim de eksik bir şey kalmasın. Gülçiçek Hatun’un Rum asıllı olduğunu da belirtelim tabii.
Çok seçkin bir eğitim aldı, hem dini hem de askerî sevk ve idare konularında. Babası kendisini Germiyanoğulları beyinin kızı Devlet Sultan ile evlendirdi. Dillere destan bir düğünle hem de. Yalnızca harcanan para dolayısıyla değil, alınan çeyiz ile de çok konuşuldu bu düğün. Germiyan topraklarının neredeyse tamamı Osmanlı’nın oldu bu evlilikle. Ama başka evlilikler de yaptı 1. Bayezid.
Tahta geçişe hazırlık
Bayezid tahta hazırlık için önce Eskişehir-Sultanönü’ne, sonra da Germiyan ili yani bugünkü Kütahya sancak beyliğine atandı. Bir yandan da babasıyla birlikte savaşlara katılarak deneyim kazandı. 1385 yılında kardeşi Şehzade Savcı’nın Bizans veliahdı Andronikos Paleologos’la hareket ederek ayaklanması üzerine işler karışır gibi oldu. Açıklık getirelim bu konuya.
1.Murad’ın üç oğlu vardı. En büyüğü Bayezid, sonra Yakub Çelebi, en küçüğü de Savcı idi. 1. Murad vasalı (bağımlısı) durumundaki Bizans İmparatoru 5. İoannis’le birlikte çıktığı bir Anadolu seferindeyken Bizans İmparatorunun İstanbul’daki büyük oğlu Andronikos’un bir komployla kendisini imparator ilan ettiğini öğrendi. İşin garibi Murad’ın en küçük oğlu Savcı da daha 14 yaşında olmasına rağmen Andronikos’a uyup babasının yerine kendisini Osmanlı padişahı ilan etmiş, üstelik hutbe bile okutmuştu. Murad derhal harekete geçip iki gaspçı prensle İstanbul yakınlarındaki Apikridum denilen yerde karşılaştı. Tabii Murad’ın ordusu gaspçıların ordusunu dağıtıverdi. Savcı Dimetoka’ya kaçtı ama orada yakalandı. Babası önce gözlerine mil çektirerek onu kör ettirdi. Diğer asi prense de aynı ceza uygulandı ancak Bizans imparatoru daha merhametli davranarak oğlunun gözlerine kızgın mil çektirmek yerine kızgın sirke döktürdü böylece tam kör ettirmeyip birazcık görmesine izin verdi. Ancak Murad’ın oğluna karşı öfkesi geçmemişti, bir süre sonra Savcı’yı boğdurttu.
Bayezid’e dönelim yeniden. 1389’da ünlü Kosova Savaşı’na katıldı babasıyla birlikte. Bu savaşta ordunun sağ kanadını yönetti. Bu savaşta Sultan Murad bir Sırp soylusu tarafından savaş meydanında öldürülünce, devlet yöneticilerinin kararıyla tahta çıktı.
Kosova Savaşı’nı tasvir eden bir tablo. 1870, Adam Stefanović. Prens Lazar atının üstünde ölmeden biraz önce.
Bayezid durduk yere kardeşini öldürttü
Bayezid tahta çıkar çıkmaz, kaçan düşman askerlerinin peşinde giden küçük kardeşi Yakub Çelebi’yi çağırtarak çadırda boğdurttu. Bu durum o kadar büyük bir üzüntüye yol açtı ki, Aşıkpaşazade Yakub’un öldürülmesinin “o gece askeri iztiraba düşürdü“ğünü yazdı Tevarih-i Āl-i Osman’da. Bayezid bu katliamla tahtta tek kalmış ama askerin de nefretini kazanmıştı.
Bu yazı onun zaferleriyle ilgili değil, kişiliğiyle ilgili. Bu yüzden Yıldırım Bayezid’in zaferleri veya yenilgilerine odaklanmayacağım.
Yıldırım lakabı nasıl verildi?
Rivayet muhtelif bu konuda. Niğbolu Savaşı’nın yapıldığı meydana olağanüstü bir hızla ulaştığı için bu lakabın verildiğini iddia edenler var. Bir başka rivayet sultan olmadan önce babasının yaptığı Kosova Savaşı’nda düşman ordusunu bir kanattan diğerine yararak orduyu perişan etmesi nedeniyle verildiğini söyleyenler de var. Tarihçi Hammer ise bu lakabın ona kardeşi Yakub Çelebi’yi öldürtmesi nedeniyle verildiğini ileri sürer. Bir başka tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, lakabın Karamanoğlu ile Konya ovasında yapılan savaşta o dönem henüz şehzade olan Bayezid’in sol kanat sipahilerine komuta ederken hızıyla dikkat çektiği için verildiğini belirtir.
17. yüzyıl tarihçilerinden Bostanzade Yahya Efendi Tarih-i Saf adlı yapıtında Bayezid’e öfkeli ve kibirli olduğu için bu lakabın verildiğini iddia eder. 1702’de ölen Müneccimbaşı Ahmet Dede, Müneccimbaşı Tarihi’nde bu lakabın kahramanlık ve şiddetinden dolayı Bayezid’e verildiğini söyler.
“İlk üç iddianın yanlış olması çok olasıdır çünkü Sultan Murad, 1386 yılında Karamanoğlu Ali Bey’e karşı kazandığı başarı üzerine Ahmet Celayir’e gönderdiği mektupta oğlu için Yıldırım lakabını kullanmıştır. O tarihte ne Kosova Savaşı ne de Niğbolu Savaşı söz konusudur. Bu durum lakabın Konya Ovası savaşında verildiği tezini destekler.” (1)
Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı Devleti’nin sınırları.
Hız iyidir ama bazen zarar verir
Yıldırım lakabıyla tanınan Bayezid’in savaş alanlarında gerçekten de hızla hareket ettiği bellidir. Ancak bu hız anlaşıldığı kadarıyla bir yandan plansız programsız, hele de istihbarattan yoksun olunca insana savaş kaybettiriyor.
Bakın nasıl?
1402 yılında Timur’un ordusunun Doğu Anadolu’da olduğunu haber alan Bayezid derhal oraya hareket ettirdi ordusunu. Ancak karşısında çok deneyimli bir savaş kurdu vardı. Timur Ankara’nın yolunu tutmuştu. Bayezid büyük bir hata yaptığını anlayarak geri döndü aceleyle ancak stratejik üstünlüğünü, yani kendi ülkesinde olmanın avantajını kaybetmişti. Timur ordusunu Çubuk Ovası’nda konuşlandırmış ve dinlendirmişti. Bayezid’in ordusu ise uykusuz, susuz yüzlerce kilometre yol kat ederek ulaştı Çubuk Ovası’na, deyim yerindeyse dilleri dışarıda. Savaşı anlatmaya gerek yok sonucu biliyorsunuz.
Sonucu biliyorsunuz ama Bayezid ile ilgili bu ayrıntıyı da öğrenmek iyi olur. Savaş başlamadan, daha önce Timur ile anlaşmış olan Menteşeoğulları, Germiyanoğulları ve Saruhanoğulları beyleri Timur tarafına geçti. Bunu gören Osmanlı vezirleri de hanedanın devamı için Bayezid’in büyük oğlu Süleyman’ı savaş alanından kaçırdı. Ancak bu olayı gören diğer oğullar Mehmet ve Mustafa Çelebi derhal alanı terk etti. Bayezid kala kala on bin askeriyle baş başa kaldı. Çünkü Tatarlar da saf değiştirip Timur’un tarafına geçmişti, savaş başlar başlamaz. Yani Bayezid’in istihbaratı sıfırdı. Emrindeki paşaların “çıkmayınız akşama kadar dayanırız, gece olunca da çekiliriz” biçimindeki uyarılarına aldırış etmeyerek koca Timur ordusuna karşı bu on bin askerle saldırıya geçti. Yüz binlerce kişilik Timur ordusu tabii ki Bayezid’i ezdi geçti. Biraz sonra savaş meydanında yaşananların nedenine, niçinine daha ayrıntılı bakacağız.
Bayezid’in haremi
Yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, ela gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzlu olduğu belirtilen 1. Bayezid’in on iki tane eşi vardır. Yanlış duymadınız tam on iki tane. 1372’de Angelina Hatun ile, aynı yıl adı bilinmeyen Konstantin’in kızlarından biriyle, 1378’de Devlet Şah Hatun ile ki bu kadın İsa Çelebi, Mustafa Çelebi ve Büyük Musa Çelebi’nin annesidir, sonra Maria Hatun ile, 1386’da adı bilinmeyen ama Bizans İmparatoru Manuil Peleologos’un kızlarından birisiyle, 1389’da yine adı bilinmeyen ancak 5.İoannis’in eşi Eleni Kantakuzini’den olan kızlarından birisiyle, 1390’da Hafsa Hatun ile, Karamanoğlu …. Hanım ile, Dulkadiroğlu Emir Süleyman Şah Suli Bey’in kızı Sultan Hatun ile, 1390’da Mileva Olivera Despina Hatun ile, adı ve kimliği bilinmeyen bir kadınla, sonra kimliği belirsiz bir başka kadınla on birinci evlilik, bir de Mehmet Çelebi’nin annesi Devlet Hatun ile evlendi. (2)
Çok kötü bir siyasetçiydi
1.Bayezid siyaseten düşük kalibreli bir insandı. Siyaset alttan almayı gerektirir, geleceği kurtarmak için, gerekirse savaşmamak için. Ama bu nitelikler onda pek görülmüyordu. Yukarıdaki anlatılardan da anlıyoruz ki söz dinleme, deneyimden yararlanmak gibi yetenekleri de yoktu.
Bayezid Ankara Savaşı’ndan önce Timur’a yazdığı mektuplardan birinde şu sözleri sarf eder:
“… Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başıboş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb (Memlûk) askerlerine de benzetmeyesin. ‘…bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun…”(3)
Tarkan Suçıkar yüksek lisans tezinde Timur-Bayezid yazışmalarıyla ilgili şu saptamada bulunur:
“Siyasî ve askerî atakları üzerine diplomasiyi de iyi bir silah olarak kullanabilen Timur, Yıldırım Bayezid’i kâh tehdit ederek korkutmak istemiş, kâh övmüş, kâh aşağılamıştır. Onun Yıldırım Bayezid üzerinde gerçekleştirmek istediği etkilerin, Yıldırım Bayezid’in onun mektuplarına ve elçilerine verdiği cevaplarda genelde gerçekleştiği görülmektedir. Gururlu ve sert bir padişah olarak tanınan Yıldırım Bayezid’in de Timur’un izlediği ve bizim adına dalgalı diplomasi dediğimiz diplomasi üslubuna uyduğu ve zaman zaman hislerine mağlup olarak ona hakaret ve tehditler ettiği, zaman zaman da üslubunu yumuşattığı görülmektedir. Buna karşılık Timur’un diplomasi kaidelerinin dışına asla çıkmadığı fakat rakibinin sinirlerini ve dengesini bozmak, gözünü korkutmak için de her şeyi denediği görülmektedir. Tüm bu diplomatik manevralar ve cevaplar, Timur tarafından ustaca kullanılarak gerek içeride Anadolu üzerine yapılacak sefere karşı olan devlet adamları ve ordu içindeki muhalefeti susturmakta gerekse İslâm âlemine esasen sulha taraftar olduğu ancak savaşı Yıldırım Bayezid’in istediği şeklinde yapılacak propagandaya vesile olarak kullanılmıştır.” (4)
Bayezid’in cülus töreni. Cülus Arapça bir kelimedir ve “oturmak” anlamına gelir. Bir padişahın vefatı veya tahttan indirilmesi sonrasında yeni padişahın, tahta çıkma törenidir.
Dediğim dedik bir hükümdar
Bayezid’in kimsenin sözüne değer vermeyen, kimseye danışmayan bir yapısı olduğuna ilişkin birçok tarihçi hemfikirdir. Uyarıları sinirle karşılayan Bayezid kendi bildiğini okuyarak bildik sonunu hazırlamıştır desek sanırım yanılmış olmayız.
“Yıldırım Bayezid’in kaynaklar tarafından en çok eleştiri konusu olan özelliklerinden birisi de kendi başına buyruk hareket etmesi ve devlet işlerinde meşverete (danışma) yer vermemesidir. Kaynaklar birçok konuda Yıldırım Bayezid’in kendisine yapılan uyarıları dinlemediği ve kendi bildiğini okuduğu konusunda hemfikirdirler…
Anonim Tevârih-i Âl-i Osman ve İbn Kemal’in benzer şekilde aktardıklarına göre Malkoç Beğ, Timur tarafından kendisinin gücünü Yıldırım Bayezid’e anlatması için sağ bırakılmıştır. Yıldırım Bayezid kendisine Timur ordusu hakkında sorular sormuştur. İlk sorusu Timur’un ordusunun kendi ordusundan çok olup olmadığı hakkındadır.
Malkoç Beğ bu soruya Timur ordusunun Osmanlı ordusuyla kıyaslanamayacak kadar çok olduğunu söyleyince Yıldırım Bayezid onu dinlememiş ve hatta ‘ol Tatar seni korkutmuş’ diyerek onu terslemiştir. Bundan sonra beyleri kendisini Timur’un üzerine varmaması için uyarmışlar ve Timur’un arkasından baskın yapılmasını teklif etmişler fakat Yıldırım Bayezid bunları da dinlememiştir.
Beylerinin kalbini kıran Yıldırım Bayezid’e mağrurluğu sebebiyle beyleri gücenmişler ve savaş meydanında da bu yüzden kendisinden yüz çevirmişlerdir.
Solakzâde’nin de anlattığına göre Timur konusunda devlet erkânı, eski kumandanlar, ihtiyar tecrübeli kimseler ve emektarlar Yıldırım Bayezid’e Timur konusunda nasihat etmede aşırı gitmişler ve sulh tarafını tercih etmişlerse de padişah kimsenin sözünü dinlememiştir.
Konstantin Kosteneçki ve 16. asırda yazılmış Grekçe Anonim Anlatı’da da Yıldırım Bayezid’in Timur’un üzerine gitmemesi için uyarılmasına rağmen onları dinlemediği ve Ankara üzerine hareket ettiği kayıtlıdır. Kosteneçki ayrıca danışmanı (Çandarlı Ali Paşa) Yıldırım Bayezid’e Timur’a istediğini vermesi yani alttan alması gerektiğini ve onun daha sonra başka yöne hareket edince dünya hâkimiyetinin kendisine kalacağını söylediğini belirtir. Ancak Yıldırım Bayezid’in Ali Paşa’ya Timur’u yok ettikten sonra yücelmenin daha onurlu olacağını söylediğini yazar.
Polonyalı ressam Stanisław Chlebowski’nin Yıldırım Bayezid’in Timur’a esir düşmesini tasvir eden tablosu.
Anonim Tevârih-i Âl-i Osman’da başka bir yerde Yıldırım Bayezid’in Engüri (Ankara) Sivas gibi olmasın diye gece gündüz ordusunu yürüttüğünü ve yorduğunu, atların dahi bu yürüyüşte aciz kaldıklarını ve bu durumda bile Yıldırım Bayezid’in kimsenin sözüne itibar etmediğini, kimseye danışmadığını ve meşveret etmediğini naklederler.
Şamî’nin eserinde Yıldırım Bayezid’in içine düştüğü durum ve kimsenin sözünü dinlememesi kastedilerek ‘Akıllı insanların nasihatini dinlemeyen ve hayırhah kimselerin nasihatinden yüz çeviren kimsenin başına işte bu senin başına gelen gelir’… sözleri kayıtlıdır.” (5)
Bayezid içki içen ilk sultan mı?
Bayezid’in Mara Despina ile evlenmesinden sonra şarap içmeye başladığı ileri sürülür. “Hoca Sâdeddin Efendi’nin kendine has üslubu ile anlattığına göre; ‘Güzel Mara Despina, padişahın sarayına gelin gelip ona cilvelenmeye başlayınca padişah, onun saçının tellerine öyle bir dolanmıştır ki kimler kimler onu bu durumdan kurtarmaya çalışmışsa da sonuç alamamıştır. Bundan sonra padişah yemekler düzenlemeye, içki âlemleri toplamaya, sohbet demlerine katılmaya başlamıştır. Mara’ya olan ilgisi o kadar çoğalmıştır ki padişah memleket işlerinden dahi el çekmeye ve devlet işlerini ihmal etmeye başlamıştır. Bu dönemde padişah âdeta padişahlığını unutmuş, daha önce keyif verici, yasaklanan yiyecek içeceklerin tüm yasakçısı iken, o zamana kadar atalarının ellerine dahi almadıkları şarap kadehini, Mara Despina’nın ısrarlarına kanarak yudumlamıştır.” (6)
Suçıkar Despina’nın Bayezid’in içkiye başlamasına neden olarak gösterilmesiyle ilgili şu yorumu yapıyor:
“Bazı Osmanlı kaynakları Yıldırım Bayezid’de görülen içki içme, eğlenceye düşme ve devlet işlerini ihmal etme gibi olumsuz durumlara sebep olarak Sırp kralının kızı olan eşi Mara Despina’yı gösterirler. Aynı zamanda kaynaklar bu durumun doğal sonucu olarak devlet işlerinin zaafa uğraması, rüşvetin yayılması ve adaletin bozulması gibi olayları da bu olaylara bağlarlar. Bu şekilde biz bazı kaynakların olumsuz Mara Despina algısı çizerek bir Osmanlı padişahı olarak Yıldırım Bayezid algısının zarar görmesini engellemeye yönelik bir çaba içerisinde olduklarını düşünmekteyiz. Zira Yıldırım Bayezid gibi otoriter bir padişahın zaaf ve meyli olmasa bu tür işlere eşi ya da vezirinin telkinlerine bakarak itibar etmeyeceğini düşünüyoruz. Netice itibarı ile bir insanın bu işleri yapıp yapmaması kendi iradesi dâhilindedir.” (7)
Ara başlıktaki soruya yanıt vermeyi unutmayayım bari. Osman Bey ile ilgili pek bilgi yok. Orhan Bey ile de öyle. Yani içki içip içmedikleri belli değil. 1. Murad’ın içki içtiğine ilişkin bazı tarihçilerin kayıtları var. Yani içki içen ilk padişah 1. Bayezid değildi.
Bitirirken
Birinci Bayezid pek az bilinen, çok da merak edilmeyen ve genellikle “yıldırım” hızında bir padişahtır. Oysa her padişahın kendine has özel, çok ilginç ve zengin anlatılarla dolu bir yaşamı vardır ve bu yaşamlar derinlemesine öğrenilmedikçe Osmanlı devletini anlamak pek mümkün değildir. Cumhuriyetin kurucuları Osmanlı’yı kötülemek için ne gerekiyorsa yaptılar çünkü yeni bir rejimin kurulması için eskinin kötü olması gerekiyordu. Doğru gelebilir bugünden bakınca ancak üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen hâlâ Osmanlı devleti konusunda cahil olmamız gerekmiyor, bu yüzden kendimizi daha iyi tanıyabilmemiz, bugünkü sorunlarımıza geçerli çözümler bulabilmemiz için Osmanlı’yı çok iyi araştırmamız gerekiyor ama tabii ki nesnel bir biçimde.
Herkese keyifli günler dilerim.
metinglb@yahoo.com.tr
Kaynaklar:
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Bayezid#cite_note-7
2- aynı adres
3- https://www.euroclio.eu/wp-content/uploads/2020/01/ Innovative-History-Education-TR.-Chapter-14.pdf
5- aynı adres,
6- aynı adres
7- aynı adres
Manşet fotoğrafı: sabah.com.tr