Beyaz ırktan, oldukça dinç görünümlü, çok da yakışıklı genç bir adam hakkında bir belgesel izledim.
O sıralar epeyce kıdemli bir beyin doktoruydum ama belgesele konu olan durum hakkında hemen hiçbir fikrim yoktu. Deyim yerindeyse ağzım açık izledim. Adam Avustralya’da yaşayan sıradan biriydi. Bir bacağının dizden aşağısının kesilmesini istiyordu ve bunu yapacak bir cerrah bulamamaktan muzdaripti. Bacağımı kesmen lazım, diye başvurduğu bütün cerrahlar psikiyatriste sevk ediyor, psikiyatristler ise onda bir akıl hastalığı bulamıyordu. Bacağının kesilmesi gerektiğine ait takıntısı dışında hiçbir şeyi yoktu ama gene de psikiyatrik ilaçlar veriyorlardı. Bu sabit düşünce hiçbir ilaçla geçmiyor, o ise kapı kapı dolaşıp bacağını kesecek cerrahı aramayı sürdürüyordu. Bacağının dizden aşağısını fırdolayı kalemle çiziyor tam da çizgiden aşağısının fazlalık olduğunu söylüyordu. Bu dertle ne zamandır boğuştuğunu hatırlayamıyordu:
“Kendimi bildim bileli ayağımdan kurtulmaya çalışıyorum. Çocukken niye böyle yaptığımın farkında değildim ama bisikletten kasten düşüp dizimi yaralardım. Atlar zıplar bacağımı yaralardım. Bacağım kopsun da kurtulayım diye yapmadığımı bırakmamıştım. Bu bacak bana ait değil, o bana yabancı bir şey, o benim taşıdığım bir yük, ondan kurtulmak zorundayım.”
Anlattıkları deliceydi ama onu dinlemek bir deliyi dinlemeye benzemiyordu. Kırklı yaşlarında son derece aklı başında bir adamdı. Anlattığına göre Avustralya’da ayağını kesmesi için hiçbir cerrahı ikna edemeyince başka ülkeler ve başka çareler de düşünmüştü, ama hiçbir girişiminde başarılı olamamıştı. Okumuş, iş güç sahibi olmuş, evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı ama ayağıyla olan sorunu hiç bitmemişti.
Yıllar sonra internet yaygınlaşıp gündelik hayatın bir parçası olmuştu. Bir yazışma sonrası kendisi gibi başkalarının da olduğunu fark etmişti. Sonunda sosyal medyada ortak bir platformda yolları kesişen, yanlış hatırlamıyorsam, 80 kadar kişiydiler. Dünyanın dört bir yanında yaşayan bu insanların derdi aynıydı. Bedenlerinin bir parçasının fazlalık olduğunu ve kesilip atılması gerektiğini düşünüyorlardı. Kimi kendisi gibi bacağı kesilsin istiyordu, kimi kulağını, kimi karaciğerini istemiyordu vs. Onlarla yazışmak iyi gelmişti. Dünyada tek olmadığını bilmek onu kısmen de olsa rahatlatmıştı. Deneyimlerini paylaşıyorlardı. Duygularını paylaşıyorlardı.
Bu paylaşıma bir gün bir de doktor katıldı. Amerika’nın San Diego kentinden bir nöroradyoloji profesörüydü. Durumunu değerlendirmek amacıyla onu çalıştığı üniversiteye davet ediyordu. Bir umut onca yolu gitti. En yeni MR teknolojileriyle beyni görüntülendi. Çok ilginç bir şey saptadı doktor. Beynindeki beden maketinde o bacağının dizden aşağısı yoktu: Kurtulmak istediği bacağının dizden aşağısı beyninde temsil edilmiyordu. En sonunda durumunun nedeni anlaşılmıştı. Çok sevindi.
Ancak bu tanı sonucu değiştirmedi. Konsültasyonlar yapıldıysa da sapasağlam olan bacağını kesmesi için Amerika’da da hiçbir cerrahı ikna edemedi, Avustralya’ya geri döndü. Kafasına koymuştu; bu işi kendisi halledecekti. Uzun uzun araştırmalar yaptı, planlar kurguladı. Bir gün çocuğunu okula götürüp eve geldi. Tam da yok olmasını istediği bölümüne kadar bacağını kuru buzla dolu kovaya soktu. Dokunun donarak ölme zamanını ayrıntılı olarak hesaplamıştı. Donmanın dayanılmaz acısına içtiği ilaçlarla güç bela dayanarak, gereken zamanı ayağı buz kovasında geçirdi. Garanti olsun diye fazladan bir saat daha bekledi. Okul bitip çocuğu onu bu halde görmesin diye zamanı iyi planlamıştı. Ayağın artık kesinlikle öldüğüne ikna olunca ambulansı aradı. Tümüyle donmuş bacağı kangren nedeniyle doktorlar mecburen kestiler. Yerine bir takma bacak takıldı.
Olayın tanığıymışım gibi anlattığıma bakmayın, televizyonda izlediğim belgeselde adam takma bacağıyla yürürken anlatıyordu yaşadığı her şeyi. Nihayet huzura kavuştum, diyordu. Böyle mutluyum, diyordu. Genç ve yakışıklı bir adam, sapasağlam bacağını yok edip özürlü olmuş ve 40 yıllık mücadele sonrasında nihayet mutluluğa kavuşmuştu.
Ben belgeseli izlemeden önce bilmiyordumsa da bu adam gibi bacağın kesilmesini istemenin geçmişi epeyce eskiymiş. Bir İngiliz bu konuda kayıtlara geçen ilk vaka. Fransa’ya gidip, bir cerraha “benim bacağımı kesmelisin” diye tutturan bu adam silah zoruyla dediğini de yaptırmış. Sonrasında cerraha hem para hem de bir mektup bırakmış. Mektubunda, beni “görünmeyen bir bela olan bacağımdan kurtardığın için sana müteşekkirim” diye yazıyormuş. Bu olay 18. yüzyılda yaşanmış.
“Bacağımın kesilmesi lazım” saplantısı “Apotemnophilia” adıyla bu İngiliz’den ancak 100 sene sonra tıbbi literatüre geçmiş. Sene 1977, yazansa bir seksolog. Konu cinsel sapıklığın bir türü olarak kayda geçmiş. Ayağının kesilmesini isteyenlerin çoğu erkek olduğu için annesiyle olan sapkın ilişki isteğinin sonucu olarak yorumlanmış tıbbi literatürde (ki bu türden yorumların müsebbibi hep o Freudyen yaklaşımdır!).
Zaman geçmiş. Bu ve benzer durumlar BIID (Body Integrity Identity Disorder) yani bedensel bütünlüğün kavranmasındaki bozukluklar adıyla anılmaya başlanmış. Teknolojik gelişim sayesinde Zürih Üniversitesinden Peter Bruger, beyin görüntülerine dayanarak BIID hastalarının söz konusu beyin bölgelerinin diğer insanlardan çok daha az gelişmiş olduğunu rapor etmiş 2012’de. Ancak onun yazısı buluşundan çok reenkarnasyon vb. inanç tartışmaları ile güme gitmiş. Gene de bu çalışma sayesinde söz konusu durumun psikiyatrik değil nörolojik bir durum olduğu anlaşılmış.
Nedeni için seksi hurafeler üretiledursun, hayalet ayak (ghost limb) lafı zamanla daha çok duyulur olmuş. Kendi ayağının kesilmesini isteyen kişilerin varlığı giderek daha çok su üstüne çıkmaya başlamış. Konu ayakla meşhur olsa da bedenin herhangi bir başka bölümü ile de ilgili olabildiği anlaşılmış.
Bedenlerinin bir parçasını istemeyenlerde modern teknoloji sayesinde erişilen bu türden beyin görüntüleri, sorunun biyolojik temelli olduğunu kesinlikle gösteriyor. Bu türden vakalar enderse de bulgular devrim niteliğinde. Kendilerini karşı cinsin bedeninde hapsolmuş gibi hisseden pek çok kadın ve erkeğin (transgenderlerin) durumunu anlamak için de doğru pencerelerin açılmasını sağlıyor çünkü.
Bu sorunun biyolojik olduğunun kabulü hâlâ çok yaygın değil, o nedenle çözümü konusu da halledilmiş değil. Etik tartışmalarsa sürüyor. Böyle bir vakanın ameliyatını yapmayı kabul eden İrlandalı bir doktora dava açılıyor, Meksikalı bir cerrah hapsediliyor vb. Tıpkı cinsiyet ameliyatlarını yapan hekimler gibi, kişinin isteği üzerine, istenmeyen vücut bölümünü kesen (ampütasyonu yapan) hekimler de tıbbi cemaatin aforozuna uğruyor. Gene de bu ameliyatlar büyük paralar karşılığında ve yasadışı olarak yapılmaya devam ediyor.
Bu konuda kesin olan tek şey, bu ameliyatları yaptıramayanların mutsuz, yaptıranların da sonunda huzura kavuşuyor oldukları.
İstenmeyen beden parçası ister kulak, ister penis, ister meme, isterse de bacak falan filan olsun, bilişsel yaklaşımın (cognitive therapy) neden işe yaramadığını anlamak ise beni aşıyor.

Bilgi Notu: Beyindeki Beden
Beynin her iki yarı küresinde karşı beden yarısını temsil eden birer vücut maketi bulunur. Bunlar gerçek vücudun bütün bölümlerini içerir. Aslında bu maketler birer tane değil ikişer tanedir. İlk çifti karşılıklı olarak Frontal loblardadır. Buradaki nöronlardan çıkan aksonlar vücudun ilgili bölümüne hareket etmesi için gereken sinyalleri gönderir. Sağ frontal lob sol, sol frontal ise sağ beden yarısına emir yollar.
İkinci çift maket ise pariyatal loblarda bulunur. Pariyatal merkez, bedene emir göndermez, tersine bedenden gelen duyu sinyallerini toplar, sonra da beden hakkında edindiği bu bilgileri Frontaldeki hareketi yönetecek olan merkeze yollar. Aslında arada bir yarık vardır ama frontaldeki “hareket” merkezi ile pariyataldeki “algı” merkezi birbirine komşu ve paraleldir. Verici ve alıcı olan frontal ve pariyatal merkezlerin komşu olmaları önemlidir. Çünkü beyin, frontal sayesinde bedene bir hareket sinyalini göndermeden önce bedenin ne pozisyonda olduğunu, pariatal sayesinde gözü kapalı da olsa bilebilir. Böylece hareketlerin eşgüdümü ve amaca yönelik olması sağlanır.
Beynin sağ ve sol yarısındaki bu iki çift beden maketinin bölümleri, temsil ettiği beden bölümlerinin işlevi ile orantılı büyüklüktedir. Örneğin ağız, dudak ve dil kaslarının temsil edildiği bölüm kocamanken, sırt kaslarının temsil edildiği bölüm miniciktir. Yani gereken gerektiği kadardır. Bu yüzden de beyindeki beden maketi bizim birebir görüntümüzden çok bir ucubenin görüntüsü gibidir. Ancak birebir değil lafı kafa karıştırmasın, bedenimizde hangi bölüm varsa beyinde de birebir onun karşılığı bulunur, sadece boyutları aynı oranlarda değildir. Beyinde o beden bölümünün karşılığı olmasa ya da olan bozulursa hareket etme (frontal lob) veya algılama (pariyatal lob) sorunları oluşur. Tıpkı bu Avustralyalı adamda olduğu gibi…
Yabancı el ya da yaratık eli (Alien Hand)
Beyin damarları tıkandığı için enfarktüs geçiren (strok) bazı hastalarda görülen bir bulgudur. Bu kişiler kendi ellerini artık tanımaz bilmez olurlar; bir yabancının eli sanmaya başlarlar. O elin yaptığı bazı hareketler gerçekten anlamsız ve amaçsızdır. Sanki o el başka bir yaratığın eliymiş gibi kendi kendine bir şeyler yapar durumdadır.
Kişi çoğunlukla o elinin varlığını unutmuş gibidir. Eli felçli olmadığı halde amaca yönelik olarak kullanmaz. El, çoğu zaman yatan hastanın yanında öylesine durur. Sanki bir ölünün eli gibi yanında hareketsiz uzanan bu el kaldırılıp kendisine gösterilerek bu kimin eli diye sorulsa, bilmiyorum diye yanıt verir. Bu durum, sadece enfarktüs gelişende oluşmaz. Pariatal lobdaki ele ait beyin bölgesindeki kanamalar tümörler vb. yani herhangi bir nedenle hasar geliştiğinde de oluşur.
Bu tanım ilk kez el için yapılmış olduğundan adı “Alien Hand” olarak kalsa da sorun elle sınırlı değildir. Örneğin aynı biçimde pariatal lob hasarlı bir hasta hemşiresini çağırıp yatağındaki yabancı ayağı oradan almasını isteyip kendi ayağı olduğu söylendiğinde ise şiddetle karşı çıkabilir. Benzer biçimde, yüzünün bir yarısının kendisine ait olduğu algısını kaybeden hastalar, yüzlerinin o tarafını traş bile etmez, görmelerinde sorun olmadığı halde yarım traşlı olduklarını da fark etmezler. Bu algı kusurları sadece görsel de değildir. İşitmelerinde hiçbir sorun olmadığı halde, bir yandan verilen sesli komutları yerine getiren ama diğer taraftan verilenleri duymazdan gelen daha doğrusu algılayamayan vakalar vb. de var.
Bu ve benzer durumlar, sadece parital lobun ilgili bölgelerinin hasarlarında değil, bozulan işlevle ilgili beyincik dâhil başka bazı beyin bölgelerinin ve bu bölgeler arasındaki iletişim yollarının hasarlarında da oluşabilir. “İnkâr Fenomeni” olarak anılan bu ve benzer durumlar sıkça olduğu ve tıbbın yakından gözlemlediği durumlar olduğu için asırlardır bilinir. Yeni öğrenilense bu yazıda örneği anlatılan gibi psikiyatrik kökenli olduğu sanılan başka bazı durumların da aynı sorunun bir parçası olduğudur.
Manşet fotoğrafı: montareatthevalley.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: