Tarihi güzellikleri, eşsiz atmosferi ve canlı kültürüyle büyüleyen İstanbul, dünyanın en popüler turistik çekim noktalarından biri.
Her yıl milyonlarca gezgin, baş döndüren bu kenti yerinde tanımak için İstanbul’a geliyor. 2023 yılında, 17,3 milyon yabancı turistin bıraktığı yaklaşık 19 milyar ABD doları, İstanbul’un turizmdeki önemini açıkça ortaya koyuyor. Fakat İstanbul’un bu çekiciliği, ısrarcı satıcılar yüzünden gölgeleniyor ve kentin imajı zedeleniyor.
Şöyle diyelim, bir restoran çalışanının turistleri nazikçe selamlaması ve menü hakkında 1-2 cümle bilgi vermesi genellikle rahatsız edici olarak görülmeyebilir. Ancak, yürüyen turistlere seslenmek, önlerine zıplamak, içeri çekmeye ya da ısrarla bir şeyler satmaya çalışmak, dünyanın hiçbir yerinde hoş karşılanmaz. Hele ki ülke turizminin kalbi olan İstanbul’da sıkça görülen bu tutum sadece kaba bir davranış değil, aynı zamanda saldırgan olarak da algılanabilir.
Öte yandan, genel ticaret etiğine uymayan bu durum, haksız rekabete de yol açıyor. Sokakta agresif satıcılık taktikleri uygulayan işletme, bu taktikleri uygulamayan işletmenin potansiyel müşterilerini çalarak haksız bir avantaj sağlıyor. Bu durumda, diğer işletmeler maalesef, müşteri çalınmasını önlemek için kendileri de yapışkan satıcılık taktiklerini benimsemek zorunda kalıyor.
Sultanahmet bölgesi, bu sorunun en belirgin örneklerinden biri. Bu bölge, dünyaca ünlü tarihi yapıların yanı sıra, birbirleriyle rekabet eden restoranlar, çarşılar ve mağazalarla dolu. Ancak, bu güzel atmosferin gölgesinde, turistleri canından bezdiren bir sorun yıllardır çözülemiyor. Israrcı satıcılar, dilenciler, taksiciler ve hanutçular Sultanahmet’te turistlerin karşılaştığı en büyük problemler.
Bunlara bir de yol boyunca turistlere laf atan, menü uzatan ya da zorla tanışmak isteyen yapışkan satıcı ordusu eklenince, tablo iyice içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Ve ne yazık ki bu durum yalnızca birkaç yerde değil, yaygınlaşmış ve çoğu restoran girişinde karşılaşılan standart bir uygulamaya dönüşmüş durumda. Üstelik turistin gezme keyfini tehdit eden bu satıcılar arasında yabancı uyrukluların sayısı da az değil.
Akşam yemeğinden sonra Gülhane Parkı çevresinde yürürken, sık sık bu tür satıcılar tarafından yolumuz kesiliyordu. “Teşekkürler, biz yedik, çevreyi dolaşıyoruz” diyerek ilgilenmediğimi belirtmeye çalışsam da ısrar devam ediyordu. Bir restoran çalışanına bu kadar ısrarcı olma nedenini sorduğumda ise “size yardımcı olmaya çalışıyorum” dedi!
Ah be birader, bu satış taktiğiyle ne bize ne de başkalarına yardımcı olunabilir. Turist, gerçekten ilgilendiği için değil, saygısızlık yapmaktan kaçınmak adına bu ısrarcı kişilerle muhatap olmak zorunda kalıyor.
Şimdi soruyorum: Bir turisti alışık olmadığı bir duruma maruz bırakıp bu durumdan yararlanarak para kazanmaya çalışmak, Anadolu’nun geleneksel sağduyulu ticaret ahlakına uyar mı?
Esnaf bir adam, bu yaklaşımla yaratacağı güvensizlik potansiyelinin turizme zarar vereceğini, kendi çocuklarının da bundan zarar göreceğini nasıl umursamaz? Günü kurtarmacı zihniyet yüzünden işletmenin, bölgenin, kentin ve ülkenin itibarının olumsuz etkileneceğini nasıl olurda göremez?
Turiste mekânları inceleme fırsatı verilmeden, bir tercih dayatıldığında, seçim özgürlüğünün kısıtlandığını hissedebileceğini bilmeliyiz. Bu nedenle, geniş bir perspektiften bakarak, turistin nerede yemek yiyeceğini seçme özgürlüğüne sahip olması, evrensel bir hak olarak kabul edilmeli.
Engin tarihi ve kültür bilgisi, akıcı Rusçası ve zarif anlatımıyla İstanbul turumuzu unutulmaz kılan dostumuz/rehberimiz Ziya Ersoy bize eşlik ediyordu. Ziya Bey’in huzur veren sakin tavrıyla gezimizi keyifle sürdürürken, Ortaköy’de kendimizi çok fena bir curcunanın içinde bulduk. Sirkeci restoranları arasındaki rekabetin daha şiddetlisinin Ortaköy kumpircileri arasında yaşandığını fark ettik.
Biz neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, Ziya Bey, kumpir işindeki kazanç marjının muhtemelen çok yüksek olduğunu hatırlattı. Doğrusu, kumpir satıcılarının maç amigosu gibi bağırarak birbirlerinden müşteri çalmaya çalışması Ortaköy manzarasına hiç yakışmıyor. İnanın, Yeni Delhi’nin kenar mahalle pazarlarında bile bu kadar bağırış çağırış yok.
Yugoslavya göçmenleri tarafından Türkiye’ye getirilen kumpir, zamanla yaygın bir sokak lezzeti haline gelmiş. Patates, Güney Almancadaki “Grundbirne” (yer armudu) sözcüğünden Yugoslav dillerine geçerek krompira, krompir ve krumpir gibi adlarla anılmış. Türkçedeki “kumpir” adı buradan alınmış ancak pişirme yöntemi İngilizlerin “jacket potato” dedikleri fırında patates formundan esinlenmiş.
Sultanahmet, Sirkeci ya da Ortaköy’de turistler yüksek rekabet ortamından elbette rahatsız oluyor ama ellerinden bir şey gelmiyor. Bu insanlar, kendi ülkelerindeki tüketici şikayet mekanizmalarını bilirler; ancak yabancı bir ülkede şikayet etmek isteseler bile nereye başvuracaklarını bilmediklerinden kendilerini korumasız hissederler. Yabancı konukların bu tür olumsuz deneyimlerle baş başa bırakılmaları kabul edilemez bir durum.
Oysa, müşteriyi ikna etmek adına rahatsız edici yaklaşımlar yerine, saygılı ve güven verici stratejiler tercih edilebilir. Örneğin, uluslararası puanlama ve referans sistemlerinde işletmenin lokasyonu, hijyen standartları, menü çeşitliliği, fiyatlandırma, yemek kalitesi, tabak sunumu, personel ve hizmet kalitesi gibi kriterlere ilişkin alınan puanlar öne çıkarılabilir.
İşletmenin çekiciliğini artırmak için özgün dış cephe ve iç tasarım, hijyen, aydınlatma, müzik ve estetik dekorasyon düzenlemeleri her zaman işe yarar. Ayrıca, profesyonelce basılmış pırıl pırıl menüler ve işin uzmanına hazırlatılmış yemek fotoğrafları, konuk deneyimini artırmaya yardımcı olur.
Taze, temiz ve doğal ürünlerin kullanıldığını gösteren sertifikaların sağlanması ve bunlara vurgu yapılması, güven artırıcı olur. Açık mutfak uygulaması da yemeklerin hazırlanışını görme olanağı sunarak restoranın özenli çalışma stilini ve öz güvenini ortaya koyar. Ayrıca, “geri bildirim” sistemleri ve “konuk sadakat programları” da memnuniyeti yükseltecek diğer yöntemler arasında yer alır.
Yenilikçilik ve yaratıcılık odaklı bir “gastronomi deneyimi” sunmanın tüm taraflar için daha verimli çıktıları olacağını anlamak önemli.
Sonuç olarak; İstanbul’un turistik güzelliğine ve tarihi değerlerine gölge düşüren olumsuzluklara karşı harekete geçme zamanı gelmiştir. Başka yolu yok. Turizmin vitrini olan Sultanahmet bölgesinin dünya kamuoyunda yeniden konukseverlikle, kaliteyle ve profesyonellikle tanınmasını sağlamak zorundayız. Bu nedenle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Turizm Bakanlığı ve meslek odalarının iş birliği yaparak İstanbul’un imajını yeniden oluşturmak için ortak stratejiler üzerinde çalışmaları gerekiyor.