Salı, 15 Tem 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
EditörSerbest Kürsü

Avrupa’nın yeni alt sınıfı

Metin Duyar
Son güncelleme: 15 Temmuz 2025 06:18
Metin Duyar
Paylaş
Paylaş

“Sosyal görünmezlik”, çağdaş Avrupa’nın göçmenlerle kurduğu ilişkinin en keskin ifadesi olabilir.

Her gün metroda yan yana durduğumuz, markette sırada bekleyen, hastane koridorlarında temizlik yapan ya da yaşlı bakım evlerinde gece nöbetine kalan binlerce insan… Hepsi gözümüzün önünde ama gündemimizin dışında. Onlar Avrupa’nın görünmeyen dişlileridir; sistem onlarla işler, fakat onların varlığı sistemi huzursuz eder.

Bu çelişkinin adı, sosyal görünmezliktir.

Ancak bu görünmezlik sadece fiziki bir yoksunluk değil; kamusal alanda, siyasal temsilde ve kültürel bellekte sistemli bir dışlanmadır. Göçmenler, Avrupa’nın hem içindedir hem dışında; bu topraklarda yaşarlar ama bu toprakların hayaline dâhil edilemezler. Onlar için yurttaşlık yalnızca bir yasal statü değil, aynı zamanda ulaşılması neredeyse imkânsız bir aidiyet biçimidir. Modern Avrupa, göçmeni tanır ama kabul etmez; kullanır ama temsil etmez; sömürür ama anlatmaz.

Bu kitlesel görünmezlik hâli, artık yeni bir alt sınıfı tanımlamaktadır. Emeğiyle var olan ama adıyla yok sayılan bu sınıf, Avrupa toplumunun ekonomik ve siyasal çelişkilerini en çıplak hâliyle sergiler.

Peki mesele şudur:

Avrupa bu insanları neden aldı?

Onlarla ne yapacağını gerçekten biliyor mu?

Ve en temel soru: Neden onları görünmez tutmak zorunda hissediyor?

Görünmek Ne Demek?

Modern toplumda görünür olmak, yalnızca ortalıkta bulunmakla sınırlı değildir. Bir anlatıya dâhil edilmek, toplumsal bellekte yer edinmek ve özne olarak tanınmak anlamına gelir. Hannah Arendt’in ifadesiyle, kamusal alanda eyleme katılma hakkı, görünürlükle başlar. Ancak bu hak, herkes için eşit derecede erişilebilir değildir.

Göçmenler söz konusu olduğunda görünürlük, çoğu zaman bir hak değil, ayrıcalıktır. Avrupa’nın kamusal alanı, kimlerin konuşabileceğini, kimlerin görünür kalabileceğini ve kimlerin yalnızca çalışıp kaybolması gerektiğini önceden belirlemiştir.

Tam da bu noktada “sosyal görünmezlik” kavramı devreye girer. Göçmenler, Avrupa’nın altyapısını ayakta tutan kilit bir kitledir; ancak ne medya temsilinde, ne siyasal gündemde, ne de kültürel üretim alanlarında özne olarak yer alabilirler. Onlar hakkında konuşulur ama kendileri konuşmaz. Görülürler ama tanınmazlar.

Avrupa’nın “modern birey” tahayyülü -beyaz, seküler, eğitimli, dil bilen- bir yurttaş figürüne dayanır. Göçmen ise bu profile uymaz: tarihi, dili, inancı ve görünüşü başkadır. Dolayısıyla sistem onu “eksik yurttaş” olarak kodlar. Hatta onu kalıcı biçimde geçici kılar. Vardır ama hep beklemededir; içeridedir ama her zaman sınırda durur.

Bu görünmezlik hâli, sadece edilgen bir durum değil; aktif bir siyasal stratejidir. Göçmenleri görünmez kılmak, onların hak taleplerini bastırmak, sınıfsal konumlarını sabitlemek ve sistemin devamlılığını sağlamak için kullanılan bir araçtır. Dolayısıyla sosyal görünmezlik, yalnızca kültürel değil, aynı zamanda sınıfsal bir baskı biçimidir.

Avrupa Neden Göçü Kabul Etti?

Avrupa’nın göçmen kabulü, ne yalnızca insani bir duyarlılığın ne de salt ekonomik zorunlulukların sonucudur. “İnsani yardım” ya da “çok kültürlülük” gibi kavramlarla meşrulaştırılan bu süreç, aslında kapitalist üretim modelinin yapısal bir ihtiyacıdır. Avrupa yaşlanan nüfusuna rağmen refah devletini sürdürmek, üretimden çok yönetişime odaklanmak ve emek süreçlerini dışsallaştırmak istiyordu. Bu nedenle göçmen emeği, Batı kapitalizminin vazgeçilmez bir bileşenine dönüştü.

Ancak bu emek yalnızca ucuza çalıştırılmakla kalmadı; aynı zamanda haklarından da arındırıldı. Geçici oturma izinleri, vatansızlık durumları, vatandaşlığa geçişin önündeki idari duvarlar… Avrupa, göçmeni sistemine ekledi ama onun yurttaşlıkla bütünleşmesine asla tam anlamıyla izin vermedi.

Üstelik bu göçmenlerin büyük çoğunluğu, Avrupa’nın geçmişte sömürgeci ilişkiler kurduğu coğrafyalardan geldi. Bu tarihsel bağ, Avrupa’nın sorumluluğunu artırması gerekirken, tam tersine görmezden gelindi. Sömürgecilik döneminde el konulan kaynakların, şimdi “yük” olarak tanımlanan insanlarla birlikte yeniden Avrupa’ya döndüğü bu süreç, Batı’nın yüzleşmekten kaçtığı bir çelişkidir.

Böylece göçmen “mevcut ama dışarıda”, “görünür ama tanınmaz” bir toplumsal pozisyona itildi. Bu da sosyal görünmezliğin maddi zeminini hazırladı.

Göçmenlik: Kalıcı Geçicilik Biçiminde Sınıf

Bugün göçmenlik yalnızca bir “statü” değil; başlı başına bir sınıfsal kimlik biçimidir. Bu kimliğin temel özelliği, sistem tarafından geçici kılınan bir kalıcılıktır. Göçmenler artık Avrupa toplumunun ayrılmaz parçasıdır. Ancak siyasal statüleri, haklara erişimleri ve yurttaşlık bağları sürekli ertelenmektedir. Bu “henüzlük” hâli, kapitalist sistemin tercih ettiği bir yapıdır: çünkü belirsizlik, pazarlık gücünü ve örgütlenme ihtimalini zayıflatır.

Göçmen, hukuki olarak güvencesiz, ekonomik olarak bağımlı, mekânsal olarak çevreye itilmiş ve kültürel olarak merkezin dışında tutulmuş durumdadır. Oturma izni ile iş ilişkisi, sabıka kaydı ile vatandaşlık başvurusu arasındaki bağ, bireyin tüm yaşamını kontrol eder.

Bu sınıfın çocukları çoğu zaman düşük kaliteli okullara gider; kültürel üretim alanlarının dışında kalırlar. İşte bu nedenle kalıcı geçicilik, görünmezliğin kurumsal biçimidir. Avrupa göçmeni görünmezleştirerek hem sınıfsal konumunu sabitliyor hem de politik potansiyelini bastırıyor.

Yeni Alt Sınıf ve Politik Mülksüzlük

Artık Avrupa’da alt sınıf, yalnızca gelir seviyesiyle değil, görünürlükle tanımlanıyor. Yeni alt sınıf, sistemin ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu ama siyasal ve kültürel olarak dışladığı kesimdir. Bu sınıfın üyeleri çalışır, üretir, yaşar ama hikâyeleri anlatılmaz, deneyimleri tanınmaz.

Buradaki sosyal görünmezlik, sadece semptom değil, doğrudan sınıfsal konumdur. Göçmenler yalnızca düşük gelirli değil; aynı zamanda anlatı dışıdır. Medyada, akademide, siyasette onlar adına konuşanlar vardır, ama kendi sesleri bastırılmıştır.

Bu yeni alt sınıfın temel özelliği politik mülksüzlüktür. Ne sendikalarda ne partilerde ne üniversitelerde temsil edilirler. Konuşamazlar; çünkü görünmezdirler. Görünmezdirler; çünkü tanınmazlar. Tanınmazlar; çünkü insan yerine konulmazlar.

Uygarlığın Kalbinde Sınırın Kendisi Olmak

Avrupa, kendini yüz yıllardır “uygarlığın merkezi” olarak tanımlar. Bugün bu merkeze doğru yürüyen göçmenler, bu iddianın gerçek sınavıdır ve Avrupa bu sınavı geçememektedir.

Göçmen artık sınırı geçen değil; sınırın kendisine dönüşen bir figürdür. Çalışır ama temsil edilmez. Vardır ama zamanı tanımsızdır. Bu sınır artık coğrafi değil; kültürel, bedensel ve zamansal bir sınırdır.

Avrupa, bu sınıfı görünmez kılarak sistemin konforunu koruyor. Ancak sürdürülebilir olmayan bir çelişki yaratıyor: çünkü görünmeyenler, er ya da geç kendi anlatılarını kurar.

Asıl soru şudur:

Avrupa, göçmenlere yalnızca entegrasyon programları mı sunacak?

Yoksa onları gerçek anlamda görünür ve tanınır kılacak mı?

Geleceği kimin temsil edeceğine dair mücadele, görünürlük hakkı etrafında dönecek.

Fotoğraf: Fransa’daki göçmenlerin protesto yürüyüşü. Sputnik

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanMetin Duyar
Takip et:
Orta Doğu siyaseti, insan hakları ve ekonomi-politik alanlarında çalışan akademik bir yazar olarak, toplumsal eşitsizliklerin yapısal nedenlerini irdeleyen metinler kaleme almaktadır. Yazılarında yalnızca güncel gelişmeleri değil, bu gelişmelerin tarihsel ve kuramsal arka planını da analiz eder. Devlet, yurttaşlık ve adalet kavramlarını ele alırken; baskı rejimlerinin ideolojik işleyişini ve insan haklarının nasıl ihlal edildiğini sorgulayan eleştirel bir bakış açısı sunar. Medya Günlüğü’ndeki yazılarında, okuyucuyu gündemin ötesine taşıyan bir düşünsel derinlik ve tutarlı bir perspektif hedeflenmektedir.
Önceki Makale Kalkınmanın anahtarı
Sonraki Makale Silah bırakmanın şifreleri…

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

Serbest Kürsü

Silah bırakmanın şifreleri…

Gürsel Demirok
14 Temmuz 2025
ManşetSerbest Kürsü

Kalkınmanın anahtarı

Yıldırım Aktuğan
14 Temmuz 2025
EditörKöşe Yazıları

Tabağında yemek bırakma arkandan ağlar!

Refet Kayakıran
13 Temmuz 2025
EditörGünlük

Londra bombacılarının peşinde

Medya Günlüğü
13 Temmuz 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?