Atatürk, İsmet Paşa ve Fethi Okyar Yalova’daki köşktedir.
Atatürk Fethi Bey’den bir muhalif fırka (parti) kurmasını istemektedir. Bu fikrini daha önce kendisine açmıştır ancak o gün üçü bir aradadır. Fethi Bey biraz tedirgin olur. İkisine hitaben duyduğu kaygıyı anlatmaya başlar: “Temenniye değer olan, her medeni memlekette görüldüğü gibi umumi işlere ait olan münakaşaların şahsiyata intikal etmemesi ve bir nokta hakkında muhalif fikir besleyen iki şahsın birbirine düşman olmamasıdır. Halbuki bizde şimdiye kadar fikir mücadelesi derhal şahsî düşmanlıklara dönüşmüştür.”
Atatürk aslında İnönü’ye karşı söylenmiş olan bu sözlere onun yanıt vermesini engellemek için kendisi Fethi Bey’i yanıtlar: “Bunlara tahammül edeceğiz. Başka çare yoktur. Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir diktatör manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır. Fakat dahilde ve hariçte bize diktatör nazarıyla bakıyorlar. Geçen sene Ankara’yı ziyaret eden Alman yazarlarından Emil Ludwig idare şeklimiz hakkında tuhaf sualler sormuş ve diktatörlüğümüze hükmederek geri dönmüş ve bu kanaatini da yazmıştır. Halbuki ben cumhuriyeti şahsî menfaatim için yapmadım. Hepimiz fâniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum. Bütün müşküllere katlanacağız. Sizin dostluğunuza, ahlâkınıza, malumatınıza itimadım vardır. Mesele memlekette cumhuriyetin şahısların hayatına bağlı kalmayarak kökleşmesidir. Siz bu işi üzerinize almalısınız.”
Atatürk de Türkiye’deki yönetimin bir diktatörlük olduğunun farkındadır. Bunun böyle görünmesini istememektedir ama muhalif bir fırkanın kurulmasını da bizzat kendisi yapmak istemektedir. Bunu bu yolla yapmanın diktatörlük görünümünü gidermek değil aksine pekiştireceğinin farkında bile değildir.
Fethi Bey de bir muhalefet partisi kurmanın kendi işleri olmaması gerektiğini, işin doğal yollarla olması gerektiğini söylemez, ya o da işin farkında değildir ya da farkındadır ama bunu Atatürk’e söylemeye çekinmektedir. Şunları söyler Atatürk’e: “Fikriniz çok parlaktır. Gerçekten bugünkü idare şeklimiz lafzen (söz olarak) cumhuriyet ise de, cumhuriyetten ziyade diktatöre benzemektedir. Halbuki cumhuriyeti şahısların hayatına bağlı tutmak tehlikelidir. Cumhuriyeti şahsi idare şeklinden kurtararak gayri şahsi hale koymak hepimiz için bir vecibedir. Bu gayeyi temin için teşebbüse geçmenizi bütün kalbimle tekrar takdir ve tebrik ederim ve inancıma göre bu teşebbüsünüz şimdiye kadar kazandığınız muvaffakiyetlerin en parlağı olacaktır. Fakat mesele çok müşküldür. Kuvvet ile idareye alışmış olanlar serbest münakaşa ve ikna yoluyla hükümeti idarede zorluk çeker. Yalnız şurası var ki, kuvvete dayanarak hükümet yapmak kolaydır. Size yakışan ise güç olan ikinci şıkkı tatbik edebilmektir. Bana gösterdiğiniz itimat ve verdiğiniz görevden dolayı çok müteşekkirim. Fakat alacağım vazifenin güçlüğünü de anlıyorum.”
Bu sözler üzerine hem Atatürk hem de İsmet Paşa sanki anlaşmış gibi “Biz size yardım ederiz” derler.
İşte 1930 yılında kurulmaya çalışılan muhalif bir fırkanın gerçek hikayesi böyle başlar. Fethi Bey İttihat ve Terakki üyesidir ve Osmanlı’nın son döneminde kısa bir süre bakanlık (nazırlık) yapmıştır. Malta’ya gönderilen sürgünler içinde kendisi de vardır. Atatürk ile aynı yıllarda harp okulundan mezun olmuştur. Yakın arkadaştırlar. İktidardan düşürülen Sultan Hamid’i Selanik’e götürme görevi ona verilmiştir. Hamid kendisine o kadar güvenir ki kızı Ayşe Sultan’ın nikah şahitliğini Fethi Bey’e yaptırmıştır. 1908’de Meşrutiyeti ilan eden beyanname onun kaleminden çıkmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğu zaman kendisi başbakandır. Ilımlı bir siyasi kişiliği vardır ve bu rakiplerince de kabul edilmektedir. Ancak Ermenilere uygulanan soykırımı ve Rumlara yapılan katliamları meşru görmektedir. 1925 ile 1930 arasında Paris büyükelçiliğinde bulunmuş ve İstanbul’a geldiği sırada Atatürk kendisine muhalif bir fırka kurmasını teklif etmiştir. Fethi Okyar askerin siyasetle uğraşmasına sürekli karşı çıkmış ve bunu her platformda dile getirmiştir. Bu fikrini kabul ettirmekte başarılı olamayınca da sıcak siyasetle ilgilenmeyi bırakmış ve Paris büyükelçiliği görevini üstlenmiştir.
Atatürk yönetiminin bir diktatörlük görünümü vermesinin yalnız Atatürk ve Fethi Bey değil birçok yönetici farkındadır. Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa Fethi Bey fırka teklifini aldıktan sonra aynı odaya girer. Gazi ona da olayı kısaca anlatır. Özalp dikkatle dinledikten sonra “Evet… Bir muhalefet lazımdır. Birçok arkadaş mecliste söz söyleyemediklerinden şikayet ediyor. Geçenlerde Viyana’da bulunduğum zaman Neue Freie Presse gazetesi benden mülakat istemiş ve ‘Türkiye’de kaç siyasi parti vardır’ sualini sormuştu. ‘Bizde yalnız bir fırka vardır’ cevabını verdim. Gazeteci hayret etti, ‘hükümet işleri sadece bir fırka ile nasıl kontrol edilebilir. O halde sizde parlamento murakabesi (denetimi) de yok demektir’ dedi. Kendisini tatmin için, bizdeki sistemi izah edip ‘hayır bizde murakabe vardır, fakat bizim kendimize mahsus tarzımız vardır. Biz hükümeti fırkada ve encümenlerde kontrol ederiz. Böylelikle de ülkemizde, çok fırkanın varlığından kopup gelen sakıncaların tesirlerini önledik’ dedim. Gazeteci ertesi günü söylediklerimi aynen yazmakla beraber kendi tabiriyle, ‘şu budalaya bakın, Avrupa’nın ortasında bize parlamento dersi vermeye gelmiş’ mealinde bir de fıkra ilave etmişti. Hakikaten bizim meclisin vaziyetini izah etmek güçtür. Fakat bu muhalefeti fırka dahilinde yapmakla başlamak daha uygun olmaz mı? Bir müddet bu suretle devam ettikten sonra ileride fırkalar da teşekkül edebilir.”
Fethi Bey bu önerinin adeta üzerine atlar. Ancak Atatürk İsmet Paşa’nın buna razı olmadığını söyler. Söze İsmet Paşa girer ve “fırkada muhalefet doğru olmaz. Böyle bir muhalefet bir hizip teşkili ile neticelenir. Vaktiyle hizip teşekküllerinden gördüğümüz zararlar hepinizin hatırındadır… Hizip bir geçiş devri sayılamaz. Mihverine oturmadığı zaman da muhalefet olmaz, hizipleşme olur, gaye elde edilmez. Bu mevzu üzerinde müspet misal göstermek çok zordur. Fırka ne demektir? Aynı düşünenlerin toplandığı yerdir. Burada muhalefet olur mu?” yanıtını verir.
Fethi Bey İsmet Paşa’nın içine düştüğü ikilemi-çelişkiyi yakalar ve anında taşı gediğine koyar: “Evet. Fırka aynı düşünenlerin toplandığı bir çatı olmak lazımdır. Fakat demin bizzat meclis reisi Kazım Paşa hazretleri birçok mebus arkadaşın mecliste istedikleri gibi konuşamamaktan dertli ve şikayetçi olduklarını söylemişlerdir. Bu bir hakikattir zannediyorum. Gazi hazretleri de kendilerine zaman zaman böyle şikayetlerin eriştiğini dün söylemişlerdir. Bu hakikat, zannederim Başvekil Paşa hazretlerince de malûmdur. Demek ki, bugünkü Halk Fırkası, aynı düşünenlerin toplandığı çatı manasına gelmiyor. Hakikat böyle olunca, elbette makul ve tabii olan, Halk Fırkası içinde kalmak istemeyenlerin oradan ayrılması ve ayrı felsefe ve düşünüşte bir siyasi fırkanın çatısı altında toplanmalarıdır. Hatta bir veya birkaç… Çünkü malumdur ki, aynı fırkada toplanacak olanların, daha evvelinden ortaya konulmuş belirli siyasi fikirlerin ve kanaatlerin hiç olmazsa asgarî müşterekinde birleşmiş olmaları zarureti vardır. Garpta, fırkaların bu manaya geldiğini ve birbirine uymayan düşünce ve felsefelerin kendi mantık ve tarzlarını ortaya koyarak mücadele ettiklerini, doğru yolun da böylelikle bulunduğunu biliyoruz.”
Aynı fırka içinde muhalefet olmaz, olmamalı diyen İsmet Paşa bu sözlerinin üzerinden 16 yıl geçtikten sonra 1946 seçimlerine CHP içinden çıkan Demokrat Parti’yle girmek zorunda kalması ve bir sonraki seçimde (1950 seçimleri) iktidarı kaybetmesini hatırlayınca insan düşünmeden edemiyor. Hani aynı parti içinde muhalefet olmazdı!
Türkiye’de muhalif bir fırkanın gerekliliğinin ve bizzat kuruluşunun Atatürk tarafından yapılması bir yanıyla demokrasiye “merhaba” demek istemek, diğer yanıyla da muhalefet partilerinin ne olduğuna ilişkin hiçbir bilgi sahibi olmamak anlamlarına geldiğini görüyoruz. Osmanlı’da da muhalefet partileri yoktu ama muhalefet vardı, zaten insanların muhalif olmaları nasıl engellenebilirdi ki?
Bu döneme ilişkin bazı bilinmeyen şeyler Fethi Bey’in anılarında gün ışığına çıkıyor. Atatürk Fethi Bey’in kuracağı partinin siyasi eğilimini de belirlemek ister:
“Yalnız bugünkü fırkanın (Halk Fırkası) sağında hiçbir teşekküle müsaade edemem. Yeni teşekkül ancak Halk Fırkası’nın solunda olmalıdır. Fırkayı teşkil edecek olursanız siyasi renginiz ne olur?”
Fethi Bey’in liberal görüşte olduğunu bilen Atatürk aslında ona bu fikrini İsmet Paşa, Kazım Özalp ve Nuri Conker’in yanında da açıkça söyleterek onu bağlamak istemektedir. Fethi Bey “Ben öteden beri hürriyet taraftarıyım. Bundan ötürü benim teşkil edeceğim fırka liberal bir fırka olur… tabiatıyla böyle bir fırka Halk Fırkası’nın solunda mevki alır” yanıtını verir. Fethi Bey’in sorunu yeni bir parti kurması değil Gazi’nin bu partiye karşı tutumunun ne olacağıdır. Çünkü kendisi hem devlet başkanı hem de Halk Fırkası’nın genel başkanıdır. Bu soruyu dile getirdiğinde Atatürk “Tabii ben tarafsız olacağım” yanıtını verir.
Fethi Bey yine de düşünmek için izin ister. “İsmet Paşa’ya o kadar az itimadım vardı ki, tekliflerini derhal kabul edemedim ve düşünmeyi tercih ettim”.
Bir yanda Kazım Özalp’ın teklif ettiği ve Fethi Bey’in de desteklediği Halk Fırkası (HF) içinde bir muhalefet oluşturulması düşüncesi diğer yanda ise Atatürk ve İsmet Paşa’nın istediği HF dışında bir muhalefet partisinin oluşması… Tabii ki bu iki düşünce tartışılmaz bile, Atatürk kendi isteğini uygular. Birkaç gün sonra Atatürk Fethi Bey’e kurmayı düşündüğü partinin adını da söyler: Serbest Cumhuriyet Fırkası.
Parti kurma fikri dolayısıyla kendi vicdanıyla epey didişen Fethi Bey’i Atatürk’ün ve İsmet Paşa’nın yeni fırkaya karşı alacağı tutum rahatsız etmektedir. “İsmet Paşa’nın hodbinliği ve nihayetsiz iddialı ve hudutsuz mevki hırsına eklenen yetersizliği ve etrafında cereyan eden fecaatleri anlamamaktaki inadı yüzünden memleket bir uçuruma doğru sürüklenmekte iken haykırmamak, fenalıklara karşı ses çıkarmak ve bir istirahat köşesinde kalmak elimden gelmiyordu.”
Atatürk’ün gerçekten muhalif bir parti kurulmasını isteyip istemediği Fethi Bey’in anılarına göre net değildir. Bunun göstermelik bir oyun mu yoksa demokrasiye doğru atılan bir adım mı olduğu konusu hâlâ belirsizliğini korumaktadır.
Atatürk Fethi Bey’in üzerinde epey düşündükten sonra “kabul ediyorum” yanıtı üzerine garip bir istekte bulunur: “Bana, bir fırka teşkili arzusunda olduğunuzu bir mektupla bildirir ve bunu nasıl telâkki edeceğimi bir mektupla sorarsınız. Ben de size iyi karşılayacağımı bildiririm, işe başlarsınız. Bana yazacağınız mektupta Reisicumhur ve Halk Fırkası Umumi Reisi olmak sıfatlarımla hitap edersiniz.”
Fethi Bey anılarında, iki parti karşısında da tarafsız olacağını açıklayan Atatürk’ün mektupta Halk Fırkası Umumi Reisi unvanının kullanılmasını istemesini kötüye yormaz o anda. “Samimiyetle itiraf edeyim ki, Gazi’nin bu açıklamasını, mevzu üzerinde daha aydınlık ve kesin durumunu belirtmek arzusuna bağlamıştım. Başka türlü nasıl düşünebilirdim ve başka türlü düşünmeye ne sebep vardı?.. Böylelikle de muhitte, kendisinin mevzu üzerinde ne kadar kararlı olduğunu göstermek istemişti… eğer bu Halk Fırkası Umumi Reisi tabirinden zerrece şüphelenmiş olsaydım, tereddütsüz kendisinden açıklama yapmasını isterdim.”
Fethi Bey mektubu bir sonraki gün göndereceğini belirtir. O sırada İsmet Paşa da yanlarına gelir. Kendisinden başka ne isteği olduğunu soran Atatürk’e Fethi Bey, İsmet Paşa’nın duymasını isteyerek şöyle der: “Sizin her iki fırkaya eşit muamele ve eşit yardımda bulunmanızı isterim. Ancak bu şartlarla fırkanın kurulmasına teşebbüs edebilirim.”
Atatürk de İsmet Paşa da başlarını sallayarak ona olumlu yanıt verir. Gazi “Tabii böyle olacaktır. Teşkilatınız için ben ayrıca yardım edeceğim. Paraya ihtiyacınız var. Ne kadar isterseniz, söyleyiniz” der. Fethi bey “HF’nin bütçesi, gerçek ihtiyaca göre tayin ve tespit edilmiş olduğuna göre, ben de o kadar para isterim” yanıtını verir. Bu konuda da olumlu yanıt alır.
Atatürk artık çocuklar gibi sevinçlidir. “İki fırkanın karşı karşıya gelerek mecliste murakabe (denetim) vazifesini yapması, daha iyi yolları araştırması, işleri tenkit etmesi çok iyi olacaktır. Böylelikle rejimi tezatlardan kurtarmış olacağız” sözlerinden sonra Fethi Bey’e “Size kırk elli arkadaş veririm. Şimdilik onlarla işe başlarsınız. Gelecek seçimlerde ona yakın mebusu fırkanız namına temin ederim. Gelecek seçimde ne kadar mebus istersiniz” diye sorar. Fethi bey o günkü milletvekili sayısının üçte birine yakın sayıda mebus ister. İsmet Paşa derhal itiraz eder bu isteği ve “elliden fazla veremeyiz” der. Araya Gazi girer ve İsmet Bey’e 70 rakamını kabul ettirir.
Bu konuşmaları anılarda okurken insan Türkiye’de işlerin neden hâlâ doğru yürüyemediğini bir kez daha düşünüyor. “Memlekete muhalefet partisi lazımsa onu da biz kurarız” anlayışının ne kadar doğal karşılandığı görülüyor. Partiyi kimin kuracağı, adının ne olacağı, kimin genel sekreter olacağı Atatürk tarafından belirleniyor ve bu partiden mecliste Atatürk’ün partisi Halk Fırkası’nı denetlemesi bekleniyor. Toplumlar böyle kandırılabilir mi? Türkiye’de kandırılabiliyor…
Fethi Bey partisini tanıtmak amacıyla illeri gezecektir doğal olarak ve Halk Fırkasının baskıcı yönetiminden bıkmış olan halk da muhalif bir partinin kurulacak olmasını büyük bir heyecanla karşılamıştır. Fethi Bey’i Çanakkale’de büyük bir kalabalık karşılar. Ama asıl pantomim İzmir’de oynanır.
“Hadiseler, gemimiz daha limana girmeden başladı. çünkü liman, küçük vasıtalarla ana baba günü. mahşer numunesi halinde idi. Bütün şehir, çevresiyle beraber ayağa kalkmıştı. Vilayet-polis-jandarma üçlüsü, gelen âdeta düşman temsilcisi imiş gibi karşı tedbir almıştı. Bin bir zorlukla karaya çıktıktan ve polis-jandarmanın güya tedbirleri ile otele eriştikten sonra vali Kâzım Paşa’yı, belediye reisini ve müstahkem mevki kumandanını beraberimde Tahsin bey olmak üzere ziyaret ettim. Ne kadar garip hatta hazindir ki ne vali ne belediye reisi ziyaretlerimizi iade etti fakat İzmir’de vahim hadiseler çıkmadı ise, şahsiyetine ve tedbirlerine borçlu olduğumuz kumandan Hüseyin Emir Paşa otele görmeye geldi ve ayrılıncaya kadar da alâkasını esirgemedi.
Yüzünü göremediğimiz vali Kâzım Paşa’dan, akşam üzeri ve otelin çevresi yine tıklım tıklım İzmirlilerle dolu iken bir tezkere aldım. Asayişi temin edemediğinden, nutkumu ertesi gün vermemi, tehir etmemi istiyordu. Hiçbir sebeple bunun mümkün olmayacağını söyledim ve telgraf yolları kapanmış olmasına rağmen vaziyeti Gazi’ye bildirdim. Kısa zaman sonra şu cevap geldi:
İzmir’de Serbest Fırka Reisi Fethi beyefendi hazretlerine (Sureti başvekile, dahiliye vekiline, İzmir valisine)
Anlıyorum ki sana nutkunu söyletmek istemiyorlar. Fakat sen mutlaka nutku söyleyeceksin ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli derhal bildireceksin.
Asayişin temini için başvekil, dahiliye vekili ve İzmir valisi lazım olan tedbirleri almakta mükelleftir. Gazi.
…
Acı hatta kanlı hadiseler oldu. İzmir, zannediyorum ki o güne kadar görmediği kalabalıkla sakin ve şuurlu bu seslenişi dinlemek hasreti içindeydi Nitekim böyle başladı, fakat halkın üzerine mihrakı meçhul denilen hazırlıklı kişilerle yapılan ateş sonu, genç bir mektepli öldü ve babası, oğlunun kanlı naaşını bana getirerek, ‘Bu hürriyet yolunda şehittir. Kurtar bizi’ dedi… İzmir’de adliyeye intikal eden 57 vakadan 51’i için adil ve hakbilir Türk hakimi beraat verdi, ikisi hakkında takipsizlik kararı alındı, sadece dördü hafif cezalar sınırına girdi. Hiçbirisi, hâlâ yürürlükte olan o meşhur takrir-i sükun kanununun şümulüne girmedi, girdirilemedi.”
Fethi Bey dönmeden Atatürk’e olaylar bambaşka anlatılmıştır. İzmir’de halkın anarşi çıkardığı, şehri kargaşa içinde bıraktığı bizzat İzmir Valisi tarafından belirtilmiştir. “İsmet Paşa Gazi’ye gelmiş, ‘şeref ve haysiyetim söz konusudur. İzmir’de fotoğraflarıma tabanca atıyorlar, bir matbaamızı tahrip ettiler. Halk Fırkası binalarını tahrip ediyorlar. Fethi Bey’i tevkife mecbur olacağım’ demiş.”
Atatürk’ün de bu anlatımlardan epey etkilendiğini belirtiyor Fethi Bey anılarında. İsmet Paşa’nın hiçbir iktidar gücünü paylaşmak istemediği, muhalif bir parti kurulmasını aslında istemediği ve Türkiye’yi kendi bildiği gibi idare etme düşüncesinde olduğu anlaşılıyor. Atatürk’ün farklı bir yol arayışı, bu işle ilgili samimiyeti sorgulanmadan şöyle anlaşılabilir: Atatürk diktatör görüntüsü verdiğini biliyordu ancak bunun jakoben bir yöntemle çözülemeyeceğini ya kabul etmiyor ya da edemiyordu.
Yazının daha da uzamasına fırsat vermemek için diğer gelişmeleri atlıyorum. Çünkü gerçekten de Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) yerel seçimlere girer ve neredeyse girdiği her yerde kazanır. Fakat bu arada Halk Fırkası’nın gaddarca tutumundan bıkan halkın SCF’yi olağanüstü sahiplenmesi İsmet Paşa’yı ve Atatürk’ü kızdırır. Yeni kurulan bir partinin halk tarafından bu kadar benimsenmesini hiç beklemeyen ve içlerine sindiremeyen Halk Fırkası yöneticileri başta Atatürk olmak üzere Fethi Bey’e ve partisine karşı cephe alır.
Bu durumda partiyi feshetme kararı alan SCF kurucuları/yöneticileri bu kararlarını Atatürk’e bildirir. Emirle kurulan muhalefet partisinin ömrü ne yazık ki dört ay sürebilmiştir.
Atatürk’ün kendi isteğiyle/emriyle kurulan bir muhalefet partisi yine onun karşı çıkması dolayısıyla dağıtılmıştır. Bir insan nasıl hem bir şeyi isteyip hem de ona karşı savaş açar? İşte asıl yanıtlanması gereken soru budur. Atatürk el yordamıyla demokrasiyi ararken kendisini bir diktatör olarak görmüyordu. Avrupalıların onu öyle görmesine de kızıyordu. Bir yandan her türlü iktidar gücünü elinde tutup diğer yandan demokratik bir siyasi yaşam yaratmanın imkansız olduğunu bilmiyordu, bilmek istemiyordu.
Emirle kurulan muhalefet partilerine tek örnek SCF değildir. Resmi Türkiye Komünist Fırkası (TKF) da Atatürk’ün emriyle kurulmuştur. 1932’de İktisat vekilliğine getirilen Celal Bayar Gazi’nin emriyle hem Yeşil Ordu Cemiyeti’nde hem de resmi TKF’de görev almıştır. Sözü gelmişken Bayar’ın 1 Kasım 1937’de İsmet Paşa’nın yerine başbakanlığa getirildiğini belirtelim. Bayar da devletçilikten yanaydı ama devlet eliyle sanayileşmeye hız vermişti. 1924’te Atatürk’ün emriyle İş Bankası’nı kurmuş, 1932’ye kadar genel müdürlüğünü başarıyla yürütmüştü. Bu başarı onu iktisat vekilliğine yükseltmiş ve İsmet Paşa’nın görevden alınmasına bile yol açmıştı. Atatürk ölümünden önceki son yılda İsmet Paşa’nın işe yaramadığını görmüştü ama çok geç kalmıştı. Yaşasaydı belki de bambaşka bir Türkiye dünyaya “merhaba” diyecekti. Halk Fırkası onun yönetimine girerek dönüşecek ve çok partili sisteme daha erken geçilebilecekti. Belki de bunların hiçbiri yine olmayacaktı, bilinmez.
Fethi Bey parti kapatıldıktan sonra İngiltere büyükelçiliğine atandı. İngiltere Kralı 8. Edward’ın 4 Eylül 1936’da Türkiye ziyareti dolayısıyla görevi icabı Fethi Bey de İstanbul’a geldi ve tabii ki Atatürk ile de görüştü.
“Gazi’yi beden olarak çok değişmiş buldum. Bu gördüklerim, onun hastalığı hakkında söylenen, Avrupa gazetelerine intikal eden haberlerin tamamen asılsız olmadığını ispatlıyordu. Ne kadar mağrur olduğunu bildiğim için bu bahse hiç temas etmedim. Uzun uzun beni, refikamı, çocukları sordu. Dalgın ve düşünceli idi. Mevzuu yaklaşmış olan İngiliz seçimlerine getirdi. Sordu: ‘Kim kazanacak dersin? Muhafazakârlar mı, işçiler mi?’ Cevabımı beklemeden öylesine derin içini çekti ki, hadisenin, kalbinde nasıl yer ettiğini, bu iç çekişe şahit olmasaydım asla tahmin edemezdim: ‘Biz, bizimkisini başarabilseydik onlar da bizim seçimlerimiz için KİM KAZANIR diye soracaklardı. Yazık oldu…’
Çok şey söyleyebilirdim, susmayı tercih ettim. Fakat koyduğu teşhis, hadisenin en güzel, en veciz izahı idi: Hakikaten yazık olmuştu.”
Bu yazının konusu, üzerinden doksan yıl geçtikten sonra yanıtını hâlâ bulamamış bir sorudur. Türkiye neden tam anlamıyla demokratik bir siyasi hayata kavuşamıyor? Bu soru bugün de tüm yakıcılığıyla soruluyor. Çünkü aynı uygulamalar, yani tek adam rejimi, partili cumhurbaşkanlığı rejimi bugünün de konusu, siyasi figürleri aynı olmasa hatta birbirine zıt olsa da. Demek ki sorun siyasi figürün kişiliğinde veya hangi görüşte olduğunda değil, başka bir yerde, arayalım bakalım bu soruya yanıt bulabilecek miyiz?
Not: Bu yazıyı yazarken Ali Fethi Bey’in anılarını içeren “Üç Devirde Bir Adam” adlı yapıttan yararlandım. Cemal Kutay’ın kaleme aldığı kitap bir Tercüman yayını.
Manşet fotoğrafı: Ali Fethi Okyar (sağda) ve İsmet İnönü. (İnönü Vakfı)