Son ay, bebeklerin ana karnındayken bedenlerini kaplayan kıllarının dökülme zamanıdır.
Kızım bir ay erken doğduğu için kılları dökülmeden doğmuştu. Hem kıllı hem karaydı. Hele saçları. Bütün kafası silme saçla kaplıydı ve ağladığında hepsi birden ayağa kalkıyordu. İçimden kirpi bu çocuk diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Geçenlerde yani 40 yaşındayken saçlarının gürlüğünden yakınıp kuaföre aralarından bir miktarını aldırdığında (gene içimden) kınadım onu. Çünkü benim saçlarım hep ince telli ve azdı, yaşlandıkça iyice azaldı, fazlalığından yakınılır mı?
Doğumundaki görüntünün tersine süt beyazı teni olan ve hiç de kıllı biri olmayan kızım saçlarının çokluğundan bense azlığından yakınıyorum. İkimiz gibi olan pek çok başkaları da var. Biz insanların saçları/ kılları ile dertleri hiç bitmiyor zaten. Oysa saçlarla/ kıllarla ilgili bilinmesi gereken tek şey onlar ne kadar gür ve güzelse sağlığın da o kadar iyi olduğudur. Sağlıklı saçlar çok önemli bir sağlık göstergesidir insanda. Tıpkı gür ve parlak tüylerin hayvanın sağlık göstergesi olduğu gibi …
Ben çocukken (60’larda) şehirli zengin hanımların mutlaka bir astraganı olurdu. Giymese bile upuzun bu kürk mantonun dolabında asılı durması kadınlar için bir çeşit zenginlik göstergesiydi. Sıradan bir memur karısı olan annemin yoktu ama esnaf karısı olan 2 halamın da vardı. Annem de görümceleri gibi bir astraganı olsun ister miydi acaba?
Artık şehirli zengin kadınlar kürk giymiyor. Prestij sahibi olmanın, daha doğru deyimle paralı olmanın göstergesi çok değişti. Şimdilerde en belirgin gösterge nedir diye düşündüm. Marka bilezikler özellikle de üzerinde çivi tepesi desenli olanlar (Cartier) olduğuna karar verdim. Bilmem katılır mısınız?
Param çok olsa da benim de bir Cartier çivi bileziğim olsa ister miydim diye düşündüm ama bu konuda düşünmeyi bile abes buldum. Elbette istemezdim, prestijle ne işim olur benim. Öyleyse annem de astragan kürk istemezdi herhalde. Hiçbir zaman işi olmadı ki gösterişle.
Annem astraganla ilgilenmeyince ben de bilememişim bu kürkün özel anlamını. Astrahan’ı da duymamıştım. Öğrenince pek bir vah vahlandım, ne işe yarayacaksa dövünmek…
Özbekistan’ın Buhara bölgesinin Karakul şehrinde yetiştirilen koyun türü “Karakul koyunu” adıyla bilinirmiş. Bu epeyce yağlı ve upuzun tüylü koyunların özelliği, yüksek ve zorlu bölgelerdeki yaşama dayanıklı oluşları ve bu dayanıklılığın göstergesi olan tüylerinin kalitesiymiş…
Karakul koyununun bebesi daha ana karnındayken epeyce kıllı. Karakul kuzusunun kılları, pardon tüyleri öyle çok ve öyle sıkı ki cildini kıvır kıvır yumak gibi örtüyor. Türkmenlerin “Garaköli Bagana” dediği yenidoğan Karakul kuzucuklarına, Ruslar ve Fransızlar Astagan (Astrahan) diyor. Bu kuzular doğduktan sonraki 3 gün içinde öldürülerek derileri soyuluyor çünkü birkaç gün içinde tüylerindeki sımsıkı kıvırcık kümeler açılmaya başlayınca postlarının değeri azalıyor. Üstelik günler geçtikçe tüylerinin koyu siyah rengi de giderek açılıyor. Koyu renk ve yoğun kıvırcıklık için genellikle koyunun doğurması bile beklenmiyor. Daha doğurmadan anne öldürülüp bebesi çıkarılarak yüzülüyor. Cenin karakulların tüyleri en pahalı astragan kürkleri oluşturuyor.
İri yarı bir kadının upuzun kürk mantosu için kaç hamile koyunun bebesiyle birlikte öldürülmesi gerektiğini varın siz hesaplayın…
Sırf kızımın harika saçlarını yüzüp üzerine geçirerek hava atmak için birinin evime gelip beni gebeyken öldürdüğünü düşündüm de. Neyse ki dünyanın patronu insanlar, Karakul koyunları değil…
Artık kürk modası yokken bu konu nerden çıktı derseniz haklısınız. Kıl tüy ile hava atma devri bitmiş görünüyorsa da aslında bitemedi. Hayvan postuyla hava atmak yerini kılsız hayvan derisine bıraktı. Mesela “Hermes” çantalarıyla hava atılıyor. Ermes Beyefendi’nin sattığı çantaların en dandiği 10 bin dolardan başlıyor. Dandiği dediğim sıradan hayvan derisinden yapılanlar. İş Avustralya timsahlarının derisinden yapılana geldiğinde yüz binlerce dolara fırlıyor rakam. Kaç katımız büyüklüğündeki hayvanı boğazlayıp derisini soyup elimizde taşıyabilmek az buz hava değil, değil mi?
Aradan bir asır geçse de modalar ha bire değişse de insanın hayvanlarla hava atması son bulmuş görünmüyor. On binlerce yıl önceki atalarımız da avdan eli dolu döndüklerinde aynı biçimde hava atıyorlardı herhalde, şimdi cebi dolu koca avlayıp kendine Hermes çanta aldırabilen kızlarla…
Asırlar geçse de kıllısı kılsıza dönse de hâlâ prestij hayvan postunda. Eee ne deniyordu; bütün evren ve elbette bütün hayvanlar bizim kullanımımız için yaratıldı. Kılından da yararlanırız derisinden de, kime ne?
Şimdi dönüp çivi kafası desenli hatta bizzat çivi şeklindeki bileziğin prestij göstergesi olmasına bakınca fikrim değişiyor. Amaaan illa da hava atman şartsa bir çiviye binlerce dolar ver gitsin. Hayvanları hatta anasının karnındaki yavrucağı boğazlamaktan çok daha isabetli böylesi. İsteyen vidalansın, isteyen çivilensin bana ne. Çividen bilezik yapmayı akıl edene de o aklı pazardakine yedirene de helal (!) olsun.
Olsun tamam olsun da, bugünlerde insan bebelerinin ölümü üzerinden para istifleyenlerin o paralarla ne yaptıklarını merak ediyorum ben. Sahiden çok merak ediyorum. Nasıl ve nerelere harcanır o para? Timsah derisi çantaya mı, çivi bileziğe mi mesela? Ne satın alınabilir bebek canıyla?
İnsan denen kılsız kalmış hayvanın, örtünme barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları dışında, neler neler için para harcadığını gördükçe hâlâ şaşırıyor, sonra da kendi şaşkınlığıma şaşıyorum.
İnsan konuşan hayvan ya hani, bunca kelime üretmişken, para için yaşayanlar ve para için öldürenler için hâlâ ayrı ayrı isimler, sıfatlar üretmemiş olmasına da ayrıca şaşırıyorum.
Her şeyden önce dillenmeyle başlıyor insanlık, sonra dille ve dilde bitiyor…