Bir akşam yemeğinde açılan siyasi konu, bir anda sessizliği ve gerginliği getiriyor. Peki, neden aynı mahallede büyüyen insanlar birbirine bu kadar yabancılaşıyor?
Türkiye’de siyaset, sosyal medya ve günlük yaşamın her alanında kutuplaşma derinleşiyor. Bu durum, sadece fikir ayrılığından öte, ahlaki çatışmalar (moral conflicts), damgalama (stigmatization) ve ahlaki şiddet (moralizedaggression) süreçlerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu tür şiddetin kaynağı, bireysel tercihlerin zamanla tartışılmaz ahlaki ilkelere dönüşmesini ifade eden moralizasyon (moralization) sürecidir. Bu psikolojik dinamiğin altında, Türkiye’nin tarihsel ve kurumsal bağlamının beslediği derin bir güvensizlik ve korku iklimi yatıyor.
1-“Biz” iyiyiz, “onlar” kötü
Kutuplaşmayı sadece “farklı düşünmek” olarak görmek eksik kalır. Sosyal psikolog Linda Skitka’nın ahlaki kesinlik (moral conviction) kavramı, siyasi tutumlarımızı salt fikirler olmaktan çıkarıp, mutlak “doğrular” ve “yanlışlar” hâline getirdiğimizde neler olduğunu açıklar (Skitka, 2010). Bu noktada, karşıt görüşteki kişiler sadece yanılmış insanlar değil, “tehlikeli” ve “kötü” olarak kodlanmaya başlar.
Bu süreci hızlandıran mekanizma moralizasyondur (moralization). Psikolog Paul Rozin’in tanımladığı moralizasyon, başlangıçta tamamen ahlaki olmayan bir davranış veya tercihin-örneğin ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne giydiğimiz veya hangi siyasi görüşü desteklediğimiz-zamanla sorgulanamaz, tartışılmaz bir ahlaki ilkeye dönüşmesidir. Gündelik yaşamın bu tür tercihleri, sosyal bağlamda hızla ahlaki şiddetin aracı hâline gelebilir; artık basit bir tercih değil, karşı taraf için eleştirilecek ve damgalanacak bir davranış biçimi ortaya çıkar.
Jonathan Haidt (2012), siyasi tercihlerin ahlaki temeller üzerine oturduğunu ve bir taraf için kutsal olan değerin diğer taraf için tehdit olarak algılanabileceğini vurgular. CassSunstein (2019) ise aşırı kutuplaşmanın demokratik tartışmayı imkânsız kıldığını belirtir. Timothy J. Ryan (2019) da, ahlaki kesinlik taşıyan tutumların uzlaşmaya direnç gösterdiğini ekler. Örneğin bir tarafın özgürlük ve eleştirel aklı kutsal bir değer olarak görmesi, diğer tarafın itaat ve gelenek odaklı yaşam biçimini tehdit olarak algılamasına yol açabilir.
Moralizasyon süreci, böylece kutuplaşmanın hem psikolojik hem de toplumsal boyutunu anlamamızda kritik bir anahtar olur. Ahlaki kesinlik ve moralizasyon, uzlaşmayı neredeyse imkânsız hâle getirir ve demokratik tartışmanın sürdürülebilirliğini ciddi şekilde tehdit eder.
2-Ahlaki şiddetin ötekileştirme aracı
Fikir ayrılığı yalnızca tartışmayı değil, insanları ötekileştiriyor. Sosyal psikolog Nick Haslam’ın (2006) üzerinde çalıştığı insanlıktan çıkarma/ötekileştirme (dehumanization) süreci burada devreye girer. Karşıt görüşteki bireyleri “hain”, “düşman” veya “terörist sempatizanı” gibi etiketlerle damgalamak, onları ahlaki şiddetin meşru bir hedefi hâline getirir. Artık karşımızda sadece farklı düşünen biri değil, ahlaken kabul edilemez bir varlık vardır.
Sosyal psikolog Susan Fiske (2018), insanların gruplara ayrıldığında ötekini otomatik olarak düşük statüde ve değersiz algıladığını vurgular. Sosyal medyanın yankı odaları bu bilişsel önyargıyı besleyerek kutuplaşmayı hızlandırır. Haidt’in (2012) bulguları, ahlaki kesinlik ve moralizasyonunuzlaşmayı neredeyse imkânsız hâle getirdiğini; Sunstein(2019) ise bunun demokrasi için ciddi bir risk oluşturduğunu gösterir. Bu durum, günlük yaşamda aile yemeklerinden arkadaş sohbetlerine, sosyal medyada basit paylaşımlara kadar her etkileşime yansır.
3-Türkiye’de kutuplaşmayı anlamak
Peki, neden Türkiye’de kutuplaşma bu kadar derin ve kalıcı hissediliyor
Moralizasyon süreci, yani bireysel tercihlerin ahlaki şiddet aracına dönüşmesi, Türkiye’deki kutuplaşmanın hem psikolojik hem de toplumsal dinamiğini anlamamızda kilit rol oynar.
Türkiye’deki ayrışma, farklı ahlaki temeller üzerine kuruludur.
Jonathan Haidt’in kuramına göre, bir kesim için öncelikli değerler “itaat, otorite ve gelenek” iken, diğer kesim için “özerklik, adalet ve merhamet” öndedir (Haidt, 2012). Bir tarafın “vatan sevgisi” olarak kodladığı bir değer, diğer taraf için “biat kültürü” olarak algılanabilir; benzer şekilde, bir kesimin “hak arayışı” olarak gördüğü eylem, karşı taraf tarafından “ihanet” olarak moralize edilebilir. Bu durum yalnızca farklı düşünmek değil; karşı tarafın temel değerlerini ahlaken yanlış ve meşru bir hedef olarak görmek anlamına gelir.
Bu çatışma yalnızca farklı ahlaki evrenlerin çarpışması ile sınırlı kalmaz; tarihsel travmalar ve kolektif korkular da süreci derinleştirir. Geçmişte yaşanmış mağduriyetler, bugünkü siyasi pozisyonları ahlaki şiddet aracı hâline getirerek moralizasyonu pekiştirir. Ayrıca, Haslam (2006) ve Fiske (2018) tarafından vurgulandığı gibi, toplumsal gruplar ötekini değersiz ve ahlaken kabul edilemez olarak algıladığında, çatışma hem kişisel hem de toplumsal düzeyde meşrulaşır ve kutuplaşma kalıcı hâle gelir.
4-Yapısal dinamikler ve ahlaki diyalog
Bireysel moralizasyon ve damgalama süreçlerinin ötesinde, Türkiye’de kutuplaşmayı besleyen toplumsal ve kurumsal dinamikler de önemli rol oynar. Derin bir toplumsal güvensizlik ve belirsizlik ortamı, bireylerde güçlü lider veya otorite figürlerine yönelme eğilimini artırabilir (Haidt, 2012; Sunstein, 2019). Bu durum, bireylerin karmaşa ve belirsizlik karşısında kontrol ve güven arayışlarını açıklamaya yardımcı olur.
Aynı zamanda, güvenlik algısı ile güvensizlik algısının paralel işlediği bir toplumsal bağlam, moralizasyon ve ötekileştirme süreçlerini güçlendirebilir. Sürekli tehdit algısı yaratan söylemler ve kurumlar, bireylerin hem birbirine hem de kurumlara olan güvenini aşındırarak kutuplaşmayı kalıcı hâle getirebilir (Fiske, 2018; Haslam, 2006). Bu yapısal iklim, bireysel moralizasyon süreçlerini pekiştirir ve toplumsal kutuplaşmayı sürdüren kritik bir zemin oluşturur.
Farkındalık ve empati, bu kilidi açabilecek anahtarlar olabilir. İlk adım, bireylerin ve toplumun kutuplaşmayı besleyen psikolojik ve toplumsal dinamiklerin farkına varmasıdır. Kendi ahlaki değerlerimizin mutlak doğru olmadığını ve karşı tarafın da kendi evreninde “iyi”ye ulaşmaya çalıştığını anlamak diyaloğa kapı aralar (Haidt, 2012).
Bu süreç, moralizasyon tuzağına düşmeden yapılması gereken zorlu bir içsel çabadır.
Diyaloğun başlaması için güvenli ve yapılandırılmış ortamlar şarttır. Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler veya yerel inisiyatifler, amacın birbirini ikna etmek değil, karşıdakinin insanlığını duymak olduğu platformlar yaratabilir. Sosyal psikolojideki temas hipotezi (contact hypothesis), eşit statüde ve ortak amaçla bir araya gelen gruplar arasında ön yargıların azalabileceğini göstermektedir (Allport, 1954).
Sonuç olarak, ortak bir gelecek inşa etmenin belki de tek yolu, farklı ahlaki temellere sahip insanlar arasında bir “ahlaki diyaloğu” başlatmaktır. Yol, “biz” ve “onlar”ın ötesine geçip, hepimizin paylaştığı temel insani ihtiyaçlara-güvenlik, adalet, özgürlük, merhamet ve evrensel değerlere-odaklanmaktan geçer. Unutmamak gerekir ki, ahlak bizi bölebileceği gibi, insan onuru ve evrensel değerler etrafında birleştirme potansiyeline de sahiptir. İşte bu evrensel değerler, Türkiye’nin derin kutuplaşma girdabından çıkış için en sağlam zemin olabilir.
Kaynakça
• Allport, G. W. (1954). The Nature of Prejudice. Addison-Wesley.
• Fiske, S. T. (2018). Social Beings: Core Motives in SocialPsychology (4th ed.). Wiley.
• Haidt, J. (2012). The Righteous Mind: Why Good People Are Divided by Politics and Religion. Vintage.
• Haslam, N. (2006). Dehumanization: An IntegrativeReview. Personality and Social Psychology Review, 10(3), 252–264.
• Ryan, T. J. (2019). The Motivated and Moral Basis of Public Opinion. Cambridge University Press.
• Skitka, L. J. (2010). The Psychology of Moral Conviction. Social and Personality Psychology Compass, 4(4), 267–281.
• Sunstein, C. R. (2019). Conformity: The Power of SocialInfluences. NYU Press.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
