18 yaşında Ege’deki köyünden alınıp biraz eğitilip doğruca Galiçya’ya cepheye gönderilen rahmetli gazi dedem, Rusya’ya karşı Alman ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının yardımına koşan bir Osmanlı askeriydi…
Osmanlı’yı zerre kadar ilgilendirmeyen bir coğrafyada yenilmekte olan ve binlerce ölü ve yaralının yanı sıra yüz bine yakın esir veren Alman ordusuna Rusya karşısında desteğe giden Osmanlı ordusunun binlerce şehidinin yattığı mezarları bugün Ukrayna topraklarında durmakta. (Ukrayna’nın batısında Polonya sınırına yakın Galiçya bölgesini bir zamanların “bayi toplantılarının cazibe şehri” Lviv’den dolayı belki öğrenmiş bir kesim oradaki Osmanlı şehitliklerini bilebilir)
Rusya’nın 1917 İhtilali ile savaştan çekilmesiyle bu cephe kapanmış ve dedem birliğiyle diğer cephelere gönderildikten sonra 1918’de İstanbul’a dönmüş… Kuvayımilliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçip Kurtuluş Savaşımızın tüm cephelerinde savaşmış, Sakarya zaferi sonrası 29 Eylül 1921’de 232 no.lu İstiklal Madalyası ile taltif edilmiş ve 9 Eylül 1922’de İzmir’i kurtaran ordumuzun bir “Süvari Teğmeni” olarak Kadifekale’ye bayrağımızı çekmiş bir gazidir. (Tüm Kurtuluş Savaşı şehitlerimizi ve gazilerimizi şükran, minnet ve rahmetle anarım)
1914’te iki Alman gemisinin Akdeniz’de İngilizlerden kaçarak Osmanlı’ya sığınması üzerine gemilere Osmanlı bayrağı çekerek korumaya alan ve daha sonra Rusya limanlarını bombalama kararı alan Vahdettin ve hükümeti herhalde 2 gemi için koca bir imparatorluğu bitireceklerini hiç öngörememişlerdi. Aynı anda Kafkasya’dan Sina, Yemen çöllerine, Çanakkale’den Makedonya’ya 10 cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı’nın, I. Dünya Savaşının sonunda tüm bu topraklarla birlikte Anadolu’yu da, başkent İstanbul’u da düşmanlara teslim ederek yok olmasının bu 2 gemiye pasif davranan yöneticiler eliyle olduğu aslında çok basit ve sembolik bir gerçektir.
I. Dünya Savaşındaki bu gaflet, çok şükür ders almış yöneticiler elinde II. Dünya Savaşında gösterilmemiştir! Yoksa Boğaz’dan geçmek isteyen Hitler’in veya karşı tarafın gemileri sırada beklemekteydi! Geçememelerinin tek nedeninin savaşın ne olduğunu bilen basiretli yöneticiler elindeki Montreux (Montrö) anlaşması olduğunun herkes çok iyi farkındadır! Bugün Türkiye’de yaşayan bizlerin hayata gelmesinin tek nedeni; dedelerimizi, ana ve babalarımızı 1940’larda savaşa sokmayan İsmet Paşa ve hükümetinin gösterdiği kararlı tutumdur.
Dedelerimizi en son Ukrayna’nın batısında savaşa sokan Osmanlı, Ukrayna’nın doğusunda da daha önceki dedelerimizi epey savaşa ve yenilgilere sürüklemiştir. Ve İmparatorluğun kesintisiz toprak kayıpları da, Ruslara karşı sürekli yenilgileri de ve hatta Rusların İstanbul’u dahi işgalinin ilk adımları buralardan başlamış, koca bir imparatorluk bu tür maceralarla batmıştır.
Don nehri havzası anlamındaki Donbas, Don nehrinin Rusya’dan doğup güneyde Azak denizine aktığı havzada bulunduğundan, tarihi açıdan Türklere, Kırım Hanlığı’na, Galiçya’dan daha yakın tarihi bağlar taşımakta. IV. Mehmet’in Don Kazaklarıyla ilginç mektuplarla yazışmalı kapışması sonucunda, Küçük Kaynarca ile 1774 yılında bu bölge tamamen elden çıkmıştır.
Ukrayna’nın doğu sınırı Donbas’ta günümüzde yaşananlar ile Batı sınırı Galiçya’da 1914’te yaşananlar sanki büyük benzerlikler taşımakta. 18. yüzyıldan itibaren beceriksiz yönetici ve padişahlar elinde her savaşta yenilen, sürekli toprak kaybeden Osmanlı’nın durumu bu benzerliklerin dersleriyle doludur.
Ve aslında bu en büyük dersi alanlar, yine Osmanlı askeri olarak yetişmiş ve imparatorluğu tamamen kaybeden son Osmanlı yönetimine rağmen yepyeni bir cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı destanı ile kurmayı başarmış Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıdır. Bıraktıkları miras da nettir:
Yurtta Sulh Cihanda Sulh!
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde 24 Nisan 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Fotoğraf: Galiçya cephesi.