Bizim küçüklüğümüzde, halk çocukları arasına katılmayan ya da topu var diye şartlı katılan mahallenin zengin çocuğuna “sosyete çocuğu” derdik, daha çok da “muhallebi çocuğu.”
Onlar büyüyünce bazısı aynaya bakıp da saçını bıyığını tarasın diye fırsat kollayan birileri oldular. İçlerinden birini tanıyorsanız, hiç ama hiç önemsemeyin, o kendini önemli zannetmekten muzdarip deva bulmaz biridir.
Geçelim…
Top oynardık biz.
Çocukluğumuzda kızlar bir ayak, ip atlama, oğlanlar top.
Her ne kadar da bir ayak kızlı erkekli oynansa da bazen, oğlan çocukların oyunu top idi.
Maç şeklinde olurdu çoğu zaman.
Mahalle maçlarının tadından geçilmezdi ki biz de geçmezdik.
“Muhallebi çocuğu” dediklerimiz vardı, nispeten varlıklı aile çocukları olurdu onlar. Ayak takımı, baldırı çıplaklar ile çok içli dışlı olmazlar ve lâkin oyun dediğin de tek başına oynanamayacağı için lütfedip aramıza karışırlardı.
Hem de ne karışma.
Ülüklü meşin yuvarlağı alacak para ne arardı bizde, kahpe para o “muhallebi çocukları” dediklerimizin babalarında olurdu nedense (!) ve işte o şişman ve futbola yeteneksiz çocuklara alırdı babaları, top ile baskın çıksın mahallenin haylazlarına diye.
Babası zengin bütün şişman ve yeteneksiz, “muhallebi çocukları” için şımarıklık, paranın getirdiği bir berbat özellikti ki, hem babaları hem de o tür babaların evlatçıkları şımarıklığı matah bir şey sanırlardı.
Arada bir oyuna alırdık onları da, toplarından dolayı değil acıdığımız için ama ülüklü ile oynamayı da seviyorduk tabii ki.
Neredeyse aramıza aldığımız her oyunda, ansızın, var yere yok yere bağırırlardı düüüüt! “penarti” diye. Oysa top öbür kaledeydi o anda ama çocuk şımarık, ne oldum delisi, top benim manyağı.
Düüüüüüt! penarti! düüüüüüüt! korner… Oysa maçımız kornersiz ama çocuk sahip, topun sahibi, top benim kuralı da ben koyarım ahmaklığında.
Düüüüüüüüttt!
Ne var gene?
“Goğul” oldu.
Ne golü be iki metre dışından geçti taşın.
“Bana ne top benim değil mi, goğull işte.”
Arkadaşlar sorardı hep, “Oğlum senin niyetin ne?”
Söylediği hep aynı şeydi, “Top benim, ben ne dersem o olur.”
Sanki de Ali Şen mübarek, sanki de imparator ki; Fatih Terim bile o kadar imparator olamadı hiç, ben ders almam ders veririm diktatoryası bile Terim’in, bu şımarık “muhallebi” çocuğunun yanında solda sıfır.
Ne mi olurdu sonra?
“Al topunu, beytambal galsın başından” derdik mahallenin çocukları ve dönerdik plastik toplumuzla şenlik kıyamet oyunumuza.
11-9, 6-7 filan biterdi plastik topla oyunumuz ve keyfimiz yerinde olurdu hep.
Şımarık zengin çocuğu da, sahibi olduğu topu ile az bekler, dudakları titrer ve koşardı babasına şikayete.
“Baba çocuklar beni aralarına almıyorlar” diye.
Hışımla saldırırdı babası üstümüze ve her birimizden yerdi çalımı ki, ayak dışı mı istersin soldan atıp sağdan geçmek mi, gırla kıyamet.
Hele de bacak arası
Ohhhhhh.
Top bir oyundur. Hayat gibi.
Şımarık, “alır topumu gider müzevirlerim (*) sizi” dese de, aldırmayın, Digomo’ya (**) kadar yolu var.
(*) Birinin başkası aleyhine yaptıkları veya söylediklerini karşı tarafa iletmek, ara bozmak.
(**) Kıbrıs’taki Dikmen Köyü.