Goethe’nin dünya klasiklerinden olan ve mutlaka okunması gereken “Genç Werther’in Acıları” romanı aklıma geldi.
Roman çıktığı yıllarda Almanya’da büyük ses getirmiş, özellikle gençleri üzerinde büyük etki bırakmış. Bu roman o günün Alman toplumundaki melankolik, duygusal kişilerin sarı pantolon ve mavi ceket giyerek sokaklarda dolaşmasına sebep olacak bir moda akımına sebep olmuş.
Son günlerde yaşanan deprem yardıma koşan herkesin üzerinde sarı ve yeşil, resmi kurum görevlilerinin ise kırmızı bölgedeki acının, felaketin renklerini ortaya koyuyor.
Romanda Werther şehir hayatından kaçarken sakin, rahat edebileceği, ruhunu dinlendireceği bir yer olan bir yere yerleşir. Acıları imkansız bir aşk üzerine vücut bulan Werther ızdırabın merkezindeki depremzedelerin acılarını yaşasaydı herhalde çıldırırdı.
Bir ailenin yok oluşu, anne baba için çocuğunun ölümü ya da bir çocuk için anne babasının kaybı hayatta kalana büyük acı yaşatır. Acının yayıldığı, kapladığı alana baktığımızda toplumun tamamında duygusal travmalara neden olduğunu görüyoruz.
İnsanların yorgun, çaresiz ve ıslak gözleri hüzün öpüyor. Yüreklerindeki hüzün yağmuru dinmediğinden herkesin yüreğini su basmış. Herkes biçare kendi girdabında kendi içinde boğuluyor. İnsanların yaşantısı artık tek düze değil aksine birden karmaşık, paradoksal bir hale dönüşüverdi. İnsanların yaşadığı bu tarifsiz acının, ızdırabın hayal kırıklığı ve içsel sıkıntılar gibi varoluşsal sorunlara da yol açacağı aşikar. Acı yaratıcılığı, özgeciliği (*), kendini aşmayı, güveni desteklediği gibi insandaki mutsuzluğu, kötümserliği, güvensizliği, içine kapanmayı da tetikleyebilir.
Son günlerde daha fazla hasretliğe dayanamadığımdan olsa gerek her gece yüreğimin ahşap konağına çekiliyorum. Çürümüş, eskimiş, yer yer harap olmuşum. Hasret yağmuru yüreğimi çepeçevre sarmış. Yüreğimin en uzak yerlerinden acılar, gürültüler geliyor. Alacakaranlıktaki düşüncelerim sanki yere inmiş. Kirpiklerim, ağır hasret yüklü kara bulutları omuzlamış gibi açık durmakta zorlanıyor.
Sanki her şey camdan ince bir fanusun içine kapatılıp koruma altına alınmış. Size yüreğimin en derin yerinden, sahipsiz zamanlardan sevgimi getirsem… Bir nefes kadar sevgiye ya da sevdiklerinize özleminize ihtiyacınız var. Sevmek ve özlemek… Biz bilemeyiz acınızı… Loş karanlık bir odada, içi hüzün dolu olan şarkılarla sevdiklerini düşünerek, ağlayarak… Hafiften mırıldanan şarkıların sözleri, duyguları, gizli kahramanları yok oldu. Şimdi ise sadece hep yüreğimde.
Dedim ya bilemezsin sevdiklerini kaybetmenin ne demek olduğunu. Sen öyle bir yerdesin ki her şeyiyle tek bir amaca yönelmiş, tek bir düşüncede, tek bir tutkuda yoğunlaşmış yüreğin. Gecenin hüznü, sana dair ne kadar güzel şey varsa her şeyin yokluğunu hatırlatıyor. İnsan, düşünceleriyle, duygularıyla olduğu kadar yaşadığı hüzünlerle, yüreğinin en dip yerlerinde hissettiği acılarla, ızdıraplarla ya da tarifini yapamadığı duygularla hüznün sularına gömüldüğü yeri de biliyor .
İnsan, bazen üzüntülerle, gamlarla akıp gitmek, yürüyüp kaybolmak ister. Fakat felaketler insanı gerçekten yıkıma götürüyor. Her ne kadar unutma mutluluklar mutlulukları, umutlar umutları doğurur deseler de boş…
Yeryüzünde en üretken varlık insandı ama ne yazık ki onun ürettiği de mutluluk ve umut değildi. Bu tür felaketler insanı öyle bir noktaya getiriyor ki herkese hayatını sorgulaması gerektiğini öğretiyor. İnsana, ailesi ve çevresi tarafından kendisi ve hayatla ilgili verilmiş, giydirilmiş, bu tür kalıplaşmış olan tüm bilgileri, öğrenmişlikleri, kodlamaları bir kenara ayırıp farkındalıkla tekrar ele alınması gerektiğini doğa insana söylüyor.
İçimde alevlenen hayatın anlamını bu kıvılcımı, büyüyüp yüreğime, oradan da evrene taştığından beri gönül gözüyle bakmaya başladım. Sevmek, empati yapmak, insanların acılarını paylaşmak, insanları daha çok daha çok sevmek… Sevdikçe en azından mutlu hissediyor insan kendini… Sevgi olmasa nasıl yürütür hayat denilen bu yolculuğu? Hayatı, seni sevmek bir sanat olsa duygularım, düşüncelerim birer fırça darbesi olurdu sevgimizin tablosuna.
İçimizde acı var. Izdırap ve hüsran var. Keşke bazı acılar hiç olmasa.
Kısacası, bu aralar ruh dünyamda kavimler göçü var. Umurumda olmayan bir tek kendim varım…
(*) Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yararlı olmaya çalışan kimse, diğerkâm.