İnsan evriminin çok boyutlu ve karmaşık öyküsünde Taş Devri’nin özel bir yeri vardır. Birçok modern insan davranışının temeli ilk olarak bu çağda atılmıştır. Örneğin diller bu çağda, deneyim ve bilgilerini paylaşmak isteyen insanlar için bir düşünce iletme aracı haline gelmiştir. İnsanlığın ortak bir yaratısı olarak görülebilecek olan diller, belki de türümüzün en dinamik başarılarından biri olmuştur.
İlk insanların mırıltılar, hırıltılar ve homurtular yoluyla iletişim kurduklarını, duygu ve tepkilerini dışa vurmak için ilgisiz çığlıklar kullandıklarını varsayıyoruz. Ancak, bir dizi sesleniş, mimik ve jestlere dayanan bu iletişim modeli bir dil olmaktan çok uzaktı. İki ayak üzerinde yürüyen insanın boşta kalan elleriyle yaptığı ‘konuşma destek hareketleri’ beden dilinin doğmasına yardımcı olmuş olabilir.
İlk konuşma seslerinin ağlama, esneme, hapşırma, öksürme, hırıltı ve çığlık gibi ses kaynaklarından rastgele değil, kasıtlı olarak devşirildiği anlaşılıyor. Ayrıca kaynak olarak bir de elbette canlı ve cansız varlıkların çıkardığı “doğadan yansıma” sesler vardır. Örneğin fısıldamak, hapşırmak, horlamak, çıtırtı, hışırtı, patırtı vb. İlk insan gruplarının her birinin yansıma sesleri taklit ederek kendi ilkel söz dağarcığını oluşturduğu savunulabilir.
İnsanın sesleri üretme, sıralama ve sözcükler halinde birleştirme yeteneği, dilleri karakterize eden söz diziminin gelişmesini sağlayan kıvılcım olmuştur. Tüm bu seslerin bağlamsal bir ilişki içinde yinelenmesi hem beyinde yeni sinaptik bağlantıların oluşmasına hem de gırtlak ve ses yapısında konuşma lehine evrimsel değişikliklere yol açmıştır.
Büyük olasılıkla kabaca 45 bin yıl önce, ayrık tek heceli kelimelerin yerine yapılandırılmış çok sınırlı bir dil ortaya çıkmaya başladı. Bu dil homurtu ve çığlıktan çok daha sofistike bir dildi ama sonuçta daha çok 1,5 yaşındaki bir çocuğunkine benziyordu.
Yüksek ihtimalle önce nesnelere ilişkin kavramlar dilsel materyal olarak bilinçte somut ve soyut olarak kategorize edildi. Ardından algıyı yöneten nöral mekanizmada bilişsel altyapının temeli oluşturuldu ve pragmatik çıkarımlarla sözel iletişime alan açıldı.
Seslere anlam yükleme pratiğinin gelişmesiyle birlikte ses, hece, sözcük, cümle ve karmaşık kurallar içeren ön diller yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Böylelikle insanlığın ortak kültürel mirasını aktarmaya ve karmaşık sosyal yapılar oluşturmaya yardımcı olan 7.000’den fazla dil yaratıldı.
Taş Devri insanı eğer mamut, geyik, ayı için birer ad türetmiş ve kullanmış ise, bir sonraki evrede “mamut şurada”, “geyik ölmek”, “ayı postu” gibi tanımları da türetmiş olmalıdır. Dahası bunları ses tonu, mimik ve beden diliyle de desteklemiş olmalıdır. Modern dillerin dağarcığında on binlerce sözcük varken, Homo sapiens’in erken konuşma döneminde bu sayı muhtemelen birkaç yüz ile sınırlıydı.
Evrimsel antropoloji, konuşma ve dillere ilişkin bilgilerimizi yeni bulgularla güncel tutmaya çalışıyor. Örneğin artık beyinde iki dil merkezi olduğunu, beyinciğin dilde önemli bir rol oynadığını ve FOXP2 adında bir konuşma geni olduğunu biliyoruz. Ayrıca bebeklerin birbiriyle bağlantılanmak için pusuda bekleyen milyarlarca beyin hücresiyle doğduğunu da biliyoruz.
İnsanlar tarih boyunca karşılaştıkları zorlukları hep çevresel değişkenlere uyum sağlayarak aşmışlardır. Başkalarıyla iletişim, işbirliği ve uzlaşma olanağı sunan diller, insanda sosyal uyum kapasitesinin gelişmesine de yardımcı olmuştur. İlkel atalarımızın dil türetme çabası sayesinde Taş Devri’nden çıkıp uygarlıklar kurduk, bilim, sanat ve teknolojide ilerledik; yoksa bugün hâlâ mağaralarda yaşıyor olurduk.
Taş Devri insanı muhtemelen ilkel bir konuşma aygıtına sahipti ve konuşma deneyimi biriktiriyordu ancak henüz bir dil konuşamıyordu. Daha doğrusu bildiğimiz dillerden herhangi birini konuşmuyordu. Kaç sözcük kullandıklarını, ilk sözcüklerin neler olduğunu ve bunlardan hangi ön dillerin türediğini bilemiyoruz. Yine de, iletişim becerileri 1 milyon yıl önce bile bugünkü şempanzelerinkinden daha gelişmiş olabilir.