Hazal Yalın
Geçen yıl boyunca, gerek 24 Şubat’tan önce gerekse de sonra, Sergey Lavrov’un bir dizi konuşmasını çoğunlukla eksiksiz olarak Türkçeye çevirerek yorumladım. Diplomasinin yerini askeri kuvvetin almasıyla birlikte diplomasinin rolü geri plana düştü ve 6 aydan fazladır Lavrov’dan eskisi gibi geniş çeviriler yapmadım. Ancak dünkü basın toplantısı çok önemli. Tamamını eksiksiz çevirmeye zamanım yok, dahası öyle uzun ki, ortalama bir okurun tamamını okumaya zaman bulması da güç; ancak hiç değilse soru-cevap bölümünden önceki monolog kısmını bütünüyle aktarmak gerek. Soru-cevap kısmını ise Çin’le ilişkilere kadar eksiksize yakın çevireceğim.
Bu, eğer sıralamak gerekirse, Rusya’da karar alıcıların son birkaç aydır yaptığı en önemli konuşmalarından biri. Tıpkı Emre Köse’nin tamamını çevirdiği, benim de önemli bir bölümünü ayrıca çevirip görece ayrıntılı notlarla yorumladığım konuşması gibi, tarihi bir nitelik taşıyor.
Geleneksel olarak yeni yıl başında geçen yılın sonuçları ve hadiseleri hakkında konuşmak için buluşuyoruz. Geçen yıl sıradan olmaktan çok uzaktı, bir ölçüde de kendine hastı. Jeopolitik ve önde gelen devletlerin uluslararası gayelerinde, buraya varmadan önce onlarca yıl boyunca olgunlaşan derin eğilimler ortaya çıktı.
Batılı meslektaşlar, Rusya Federasyonu’nu Ukrayna’ya karşı “saldırganlığın” dünya ekonomisindeki bütün sıkıntıların sebebi olmakla suçlayarak Ukrayna’dan ve onun etrafında olup bitenlerden başlıca bir medya, siyaset ve iktisat hadisesi çıkarmayı amaçladılar. Bu iddiaların çürütülmesi üzerine ayrıntılı olarak durmayacağım. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve diğer uluslararası yapıların istatistikleri, krizin özel askeri operasyon başlamadan çok önce olgunlaşmış olduğunu ikna edici şekilde gösteriyor. Rusya Başkanı Vladimir Putin de defalarca, dünya ekonomisindeki negatif görüngünün her şeyden önce ABD ve müttefiklerinin bencil tutumunun sonucunda başladığını niteleyen verileri sundu. Bugün Ukrayna’da olan, ABD ve uydularının Rusya Federasyonu’na karşı küresel hibrit savaşın başlamasına kadar uzun yıllar süren hazırlığının sonucudur. Bunu kimse gizlemiyor. Batılı tarafsız siyaset bilimcileri, bilim adamlarını, siyasetçileri okursanız bundan emin olabilirsiniz. Birkaç gün önce Columbia Üniversitesi’nden Profesör Ian Bremmer’in bir makalesi vardı. Şöyle yazmıştı: “Rusya’yla ‘soğuk savaş’ halinde değiliz. Rusya’yla ‘sıcak savaş’ içinde bulunuyoruz. NATO Rusya’yla doğrudan doğruya mücadele ediyor. Ukrayna üzerinden mücadele ediyoruz.” Yeterince açık bir itiraf. Bu sonuç tam orta yerde. Bunu herhangi bir şekilde inkâr etmeye çalışmaları da tuhaf. Geçenlerde Hırvatistan Devlet Başkanı Zoran Milanović, bunun NATO’nun savaşı olduğunu söyledi. Açıkça, dürüstçe. Birkaç hafta önce H. Kissinger de (son makalesinde Ukrayna’yı NATO’ya kabul etme çağrısı yapmadan önce) net bir şekilde, Ukrayna’da olanların iki nükleer gücü bu bölgeyi kontrol etmek için çarpışması, rekabeti olduğunu yazdı. Meselenin ne olduğu yeterince açık.
Batılı ortaklarımız, gayet hararetli bir tavırla, bunu reddeder ve Rusya’yla savaşmadıklarını, sadece “saldırıyla” başa çıkması, toprak bütünlüğünü tesis etmesi için Ukrayna’ya yardım ettiklerini ispat etmeye çalışırlarken kurnazlık ediyorlar. Desteğin kapsamı, batının Rusya’ya karşı savaşa çok şey koyduğunu kesinkes gösteriyor. Bu belli.
Ukrayna’nın etrafındaki hadiseler, ABD’nin dünyadaki pozisyonunu meşru yollardan tahkim etmeye çalışmayı bırakma ve egemenliğini temin için gayrimeşru yöntemlere geçmeye yönelik gizli ve olgunlaşmış amacını ortaya çıkardı. Bütün dişliler harekete geçiyor. ABD’nin başında bulunduğu batı tarafından kurulan ve kutsal sayılan mekanizmaların (Ukrayna’da gördüklerimiz yüzünden değil) yerle bir edildiğini görüyoruz. Serbest pazar, dürüst rekabet, serbest girişimcilik, özel mülkiyetin dokunulmazlığı, masumiyet karinesi… Batı’nın küreselleşme modelinin dayandığı her şey bir anda yıkıldı. Rusya’ya ve diğer “sakıncalı” ülkelere karşı bu postülalar ve mekanizmalarla çelişen yaptırımlar uygulanıyor. Amerikan emirlerini şöyle ya da böyle kayıtsız şartsız yerine getirmeyecek olan herhangi bir devlete karşı da yarın-öbürgün harekete geçebilecekleri açık.
Avrupa Birliği Amerika’nın dikte etmesine tamamen boyun eğdi (bundan söz etmeye bile gerek yok). Birkaç yıldır şekillenmekte olan bu sürecin şahikası bu yıl 10 Ocak’ta NATO ve AB’nin işbirliği ortak deklarasyonu oldu. Orada doğrudan doğruya, ittifak ile AB’nin görevinin “altı milyarın” menfaatleri için bütün siyasi, iktisadi ve askeri vasıtaları kullanması olduğu söyleniyor. Aynen öyle deniyor: NATO ve AB ülkelerinin bir milyar yurttaşının menfaatleri. Geri kalanı, AB Dışişleri ve Güvenlik Siyaseti Yüksek Temsilcisi J. Borrell’in ifadesiyle, “çiçek bahçesinin” gelişmesine engel olan “cangıllar”. Bu yüzden onları yeniden formatlamak, kendi ihtiyaçlarına uygun yapılandırmak, yeni tip sömürgelere çevirmek ve oralardan kaynakları yeni yöntemlerle merhametsizce dışarı pompalamak zaruri. Vasıtalar malûm: şeytanlaştırma, şantaj, yaptırımlar, kuvvet tehdidi ve daha pek çok şey. Bugün batının muhtelif bölgelerdeki tarihi ortaklarıyla geleneksel ilişkileri yıkma, onları parçalarına ayırma ve istikrarsızlaştırma çizgisi çok daha görünür durumda. Bunu Balkanlar’da, post-Sovyet coğrafyasında, bilhassa da ABD ile onun Orta Asya’daki, Kafkaslardaki “müşterilerinin”, aparatlarının eylemlerini analiz edersek görüyoruz.
Ukrayna’nın etrafında meydana gelen her şey uzun sürede olgunlaştı. 2004’te ilk “Maydan” yaşandı. O zaman Avrupa’nın resmi görevlilerinin ağzından ilk defa Ukrayna’nın kiminle olacağını tercih etmesi gerektiği telaffuz edildi: Batı mı, Rusya mı? O zamandan beri de bu “ya o ya bu” Batı’nın bu bölgeye yönelik siyasetinde sürekli olarak daha da gelişti. “Yanlışı” seçenleri ve tarihi düğümlerinin, akrabalık bağlarının, geleneklerinin ve dini inanışlarının kendisini Rusya Federasyonu ile bağladığını düşünenleri (bunlar Ukrayna’da yaşıyor olsalar da), ilkin az çok incelikle, sonunda ise merhametsizce “öğüttüler”, siyasi hayattan dışladılar, bunlara cezai kovuşturmalar uyguladılar. Bu, boyun eğmez gazetecilerin ve siyasetçilerin öldürülmesini, “resmi” görüşü yansıtmayan medya organlarının kapatılmasını da kapsıyordu. Polis devleti, Nazi devleti kurulması tam gaz devam etti. Bu devlet bugün batının “hayır duasıyla” esasen tamamlanmıştır. “Ya Batı’yla ya Rusya’yla” alternatifleri kimin batının yanında olmayıp ona karşı olduğunu açığa çıkarmak için de gerekliydi. Bunları aktif şekilde cezalandırmaya giriştiler.
NATO ve AB deklarasyonuna dönelim. İlginç bir belgedir. İki örgüt, “küresel rekabet şartlarında otokrasiye karşı demokrasiler ittifakı” olarak duyuruluyor. Tüm dünyaya kasten bir çatışma gündemi ilan ediliyor. Bu bağlamda Avrupa bağımsızlığını kaybetti. Ortak deklarasyon Avrupalıları Kuzey Atlantik İttifakı’nın vasali durumuna sokuyor. Rusya ve Çin’in jeopolitik çevrelenmesi davasında Amerikan menfaatlerine hizmet etme taahhütlerini içeriyor. Hedef de ilan ediliyor (herkesin malûmuydu bu, ama bugün tekrar belgelenmiştir): Amerikalıların başında bulunduğu ittifakın küresel üstünlüğü.
NATO kendisini, Avrupa kıtasında hayatın örgütlenmesiyle sınırlamıyor. 2022 haziranındaki Madrid zirvesinden beri askeri bloğun bilhassa Asya-Pasifik bölgesindeki (NATO’cular bu bölgeye Hint-Pasifik diyorlar) sorumluluğundan söz ediliyor. Belli ki burada, CÇHC ile ilişkilerde ek zorluklar çıkarmak için Hindistan’la bir flört çabası var. Avrupa-Atlantik ve Hint-Pasifik’te güvenliğin bölünmezliği sloganı açıklanıyor. Kelime oyunu. 1990’lardan beri AGİT ve Rusya-NATO Konseyi’nde güvenliğin bölünmezliği prensibine yeminle bağlılık yazılıp dururdu. Bu, her devlet için eşit bir güvenlik ve kendi güvenliğini başkalarını güvenliği hesabından tahkim etmeme yükümlülüğüne işaret ederdi. Ama şimdi kavram bağlamından kopartılıyor, buna yeni bir anlam veriyorlar: NATO ve Hint-Pasifik bölgesinin menfaatlerinin bölünmezliği. Fark belli.
Batılıların deyişiyle “Hint-Pasifik bölgesinde” Rusya ve Çin’e karşı bir blok mimarisi kurulması yolu tutuluyor. Bu amaçla ASEAN etrafında eşit haklar, uzlaşma arayışı, menfaatler dengesi prensipleri temelinde onlarca yıldır yaratılmış olan işbirliği mekanizma ve formatları devamlı olarak yıkılıyor (gerçi bu konuda susmayı tercih ediyorlar). Bunun yerine askeri bloklar topluyorlar. En çıplak örneği, AUKUS. Bu, Asya’daki Anglosakson bloğu (ABD, Britanya ve Avustralya). Japonya’yı da faal şekilde oraya çekmeye çalışıyorlar. Başbakan F. Kisida’nın geçenlerde yaptığı Washington ziyareti bu rotanın teyidi olarak gerçekleşti. Japonya gene militarizasyon yolunda yürüyor. Anladığım kadarıyla bunu engelleyen anayasa maddesinin değiştirilmesi sırada. Süreç ilerledi.
Batı’nın diğer jeopolitik istikametlerdeki eylemleri üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağım. Avrupa ve Batı’nın bugünkü tutumunu bütün azimutlarda güçlükler yaratan başlıca problem olarak görüyoruz. Kısa tutmak gerekirse, aşağı yukarı şöyle. Washington’un uluslararası meseleleri dikte etme çizgisi tam olarak şunu gösteriyor: Amerikalılar istedikleri her şeyi yapabilirler (yeryüzünün diğer köşesinde bile olsa). Onlara zaruri gelen şeyleri yaparlar. Geri kalan herkes ise Amerikan rızası olmaksızın hiçbir işe girişemezler, bizatihi ABD’nin onların sınırında yaratığı doğrudan güvenlik tehditlerine bile cevap veremezler.
Tıpkı Napolyon’un fiilen bütün Avrupa’yı Rusya İmparatorluğu’na karşı seferber ettiği, Hitler’in Avrupa ülkelerinin çoğunluğunu istila edip “silah altına” aldığı ve Sovyetler Birliği’ne karşı saldığı gibi ABD de fiilen, NATO ve AB’deki bütün Avrupalılardan bir koalisyon şekillendirdi ve Ukrayna üzerinden ülkemize karşı “vekâlet” savaşı yürütüyor; görev de aynı: “Rus meselesinin” nihai çözümü. Hitler de “Yahudi meselesinin” nihai çözümünü istiyordu.
Batılı siyasetçiler (sadece Baltık, Polonya değil, daha “aklı başında” olanlardan siyasetçiler de) şimdilerde Rusya’nın stratejik bir yenilgi yaşaması gerektiğini söylüyorlar. Kimi yayınlarda siyaset bilimciler aktif bir şekilde Rusya’yı dekolonize etmek gerektiği üzerine fikir yürütüyorlar. Ülkemiz fazla büyükmüş de yollarına çıkıyormuş. Birkaç gün önce Telegraph’ta Abhazya, Güney Osetya, Transdinyester’i kurtarıp Karel, Königsburg ve Kuril adalarını müzakereler için bırakmaya çağıran bir makale okudum. Tabii bu bir tabloid. Sarı basını da mecburen okuyoruz, zira zaman zaman manşetlere çıkıyor.
Benzer açıklamalar hiç az değil; bizim sistem dışı muhalefetimizde de var. Batılı siyasetçilerden hiçbiri bunu inkâr etmiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Rusya ve Belarus dışında bütün Avrupalıların davet edildiği bir format olarak doğruca dile getirilen Avrupa siyasi topluluğu projesine, kendisine ait bu projeye ilaveten yeni bir fikir ileri sürdü: Avrupa devletleri konferansı toplamak. Oraya AB’nin bütün üyelerini, “doğu ortaklığının” üye ülkelerini (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan), Moldova’yı, Ukrayna’yı çağırmayı teklif etti. Belarusları davet edeceklerinden şüpheliyim. Ama AB’den, “doğu ortaklığı” ülkelerinden başka, dikkatinizi çekerim, Rusya’dan gelen ve yurt dışında aktif siyasi faaliyetle uğraşan göçmenlerden de söz ediliyor. Avrupa devletlerinin konferansına Rusya’nın “Avrupa’yla ilişkileri korumayı hedefleyen” muhtelif bölgelerinin de davet edilebileceği konuşuluyor (Cumhurbaşkanı Macron tarafından değil, daha sonraki yorumlarda). Bence meselenin ne olduğu belli. Durum, batılı meslektaşların göstermeye çalıştığı gibi siyah-beyaz değil, ancak küresel egemenlik, “ceza” tehdidi altında herkesin ve her şeyin kayıtsız şartsız teslim alınması rotası.
Batılı siyasetçilerden hiçbiri yaptırımlardan başka bir şeyden konuşmuyor. Geçenlerde Davos’ta Ursula von der Leyen bir kez daha Rusya ve Belarus’u yeni yaptırımlarla tehdit etti. Hangi yaptırımları getireceklerini, Rusya ekonomisini onlarca yıllık bir resesyonu düşmesi için nasıl “boğacaklarını” biliyorlarmış. İşte mesele bu. Maskeler düştü diye bir ifade vardır. BM Güvenlik Konseyi’nde uluslararası hukuku ve yükümlülüklerini ihlal eden şu ya da bu ülkeyle ilgili yaptırımlar uzun yıllar tartışılmıştır. Her defasında da şu ya da bu tedbiri başlatan batılılar yemin billah halkları, nüfusu cezalandıracak yaptırımlardan değil “rejimlere karşı” olanlardan bahsettiklerini söyleyip durmuşlardır. Nerede şimdi bu öğütler?
Rusya’ya karşı yaptırımların halkın ülkemizin bugünkü yöneticilerine karşı “devrim” yapması için getirildiği açıktan açığa deklare ediliyor. Kimse ne edep kurallarını gözetiyor ne de buna niyetli. Dahası bu gericilik, ABD’nin ve (Washington’un bütünüyle kendisine tabi kıldığı) Batı’nın geri kalanının egemenliğini tesis etmek için her türlü güçle, doğru ve yalanla, yasaklanmış yöntemlerle yürütülen bu girişim, tarihi olarak hadiselerin objektif akışına karşı hareket ettiklerini ve esasen de çok kutuplu dünyanın şekillenmesini durdurmaya çalıştıkları anlayışını yansıtıyor. Bu, “Potomak ırmağındaki” veya başka bir başkentteki bir takım odaların kararıyla, doğal bir yoldan yapılıyor.
Ülkeler ekonomik olarak gelişiyorlar. (stratejik ortaklarımız) Çin ve Hindistan’a, Türkiye, Brezilya, Arjantin, Mısır, Afrika kıtasındaki pek çok ülkeye bakın. Devasa doğal kaynaklar hesaba katılırsa gelişme potansiyeli muazzam. Yeni ekonomik büyüme merkezleri oluşuyor. Batı, buna engel olmaya çalışıyor, kendisi tarafından kurulmuş küreselleşme çerçevesinde kendi menfaatlerine hizmet etmesi için kurulmuş mekanizmalar üzerinde spekülasyon yapıyor. Burada doların rezerv para olarak rolü temel rollerden birini oynuyor. Bu yüzden ŞİÖ, BRICS, BDT, Avrasya ET’deki temaslarımız çerçevesinde, Asya, Afrika ve Latin Amerika ortaklıklarıyla işbirliğinde, batıya ve onun (artık apaçık) yeni sömürgeci yöntemlerine bağımlı olmamak için yeni karşılıklı iş birliği biçimleri kurulmasına çalışıyoruz. Rusya Devlet Başkanı Putin bunu açık ve net olarak söyledi. Yöntemler sadece yeni şartlarda dünyanın geri kalanını soymak için kullanılıyor. Bizse güvenlik ortaklarımızla, dost ülkelerle birlikte, bizim yararımıza olacak karşılıklı işbirliği biçimleri geliştiriyoruz. Bütün dünyayı kendilerine tabi kılmayı isteyenler bunlar üzerinde etkili olamayacaklar.
Geçen yılla ilgili değerlendirmelerim böyle. En önemlisi, bu yılın gördüğü süreçler dün değil uzun yıllar önce doğmaya başlamıştı. Bunlar daha da devam edecek. Çok kutuplu dünyanın şekillenmesi, dünyada demokrasinin, adaletin hâkim olması ve BM Şartı ilkelerinin (bütün devletlerin egemen eşitliğine saygı) gözetilmesi için zaruri ilişkilerin nihai bir şekilde formalize edilmesi içni zaman gerekecek. BM Şartı, iyi bir temel. Kabul edildiğinde devrimci bir belgeydi. Ne yazık ki bütün doğru ilkeler batı tarafından çarpıtılmakta. Batı, devletlerin egemen eşitliği, iç işlerine karışmama, ihtilafların barışçıl çözümü ilkesine saygı göstermiyor. BM kurulduğundan beri Birleşik Devletler yüzlerce defa sınırları dışında silahlı kuvvetlerini kullandılar. Çoğu durumda da BM Şartı’nın en kaba bir şekilde ihlaliyle.
Çok kutuplu dünya düzeninin şekillenmesi süreci uzun sürecek. Bu, belli bir tarihi dönemi kapsayacak. Bu sürecin en hararetli noktasında bulunuyoruz. Kimi zaman bu boyuttaki hadiselerin dolaysız katılımcıları her şeyi hemen görmezler, bu yüzden birbirleriyle devamlı temas, değerlendirmelerin, izlenimlerin takası, bizin için son derece değerli. Bu sadece başka ülkelerdeki ortaklarımızla değil medya çalışanlarını da ilgilendiriyor. Sizin gözlemleriniz ve yöneltmek istediğiniz sorular bizin için yararlı.
Soru-cevap bölümünden
-Ukrayna’da, Rusya Federasyonu’na sınır başka herhangi bir toprak parçasında olduğu gibi, ülkemize doğrudan tehdit oluşturan askeri altyapı, ortak kökenden geldiğimiz insanlara karşı ayrımcılık ve baskı olmamalı. Kader, onları Ukrayna vatandaşı kılmış, ama dillerini, kültürlerini ve geleneklerini korumak, çocuklarını da Rus ve diğer milli azınlıkların dillerinin serbestçe kullanılmasını ve korunmasını garanti eden Ukrayna Anayasası’na tamamen uygun olarak bu gelenekler içinde yetiştirmek istiyorlar.
-Zelenskiy 2021 kasımında… ülkenin doğusunda insanların değil “bireylerin” yaşadığını söylemişti. Zelenskiy, daha önce, aynı yılın ağustos ayında da, Ukrayna vatandaşlarından kendisini Rus sayan ve Rusça düşünen, Rus kalmak isteyen varsa çocuklarının ve torunlarının geleceği için Rusya’ya defolması gerektiğini belirtmişti.
-Zelenskiy ile görüşmeler söz konusu olamaz. Çünkü kendisi Rusya hükümetiyle görüşmeler yürütülmesini kanun yoluyla yasakladı. Batılıların kendilerinin hazır olduklarını, bizimse hazır olmadığımızı söyleyip yaptıkları gevezelikler sadece sinsilikten.
-Batı başkentlerinde Ukrayna hakkında Ukrayna’sız tek kelime edilmeyeceğine dair afsunlu laflar duyuyoruz. Bütün bunlar saçmalık. Gerçekte Ukrayna adına karar veren batı. Zelenskiy’in Rusya ile anlaşmasını 2022 martında böyle bir mutabakat hazırken onlar yasakladılar. Demek ki kararı batı veriyor. Ukrayna adına, Ukrayna’sız, vaktin gelmediğine karar verdi.
-Onların askeri planlamasıyla kimin uğraştığını bilmiyorum. CIA Müdürü W. Burns ile Rusya Dış İstihbarat Başkanı S. NArışkin arasında bir görüşme oldu. Bu görüşmeyi ABD Başkanı J. Biden önerdi, Rusya Başkanı Putin de kabul etti. Yapıldı.
-Bizim bu konudaki tutumumuz biliniyor. Batı ile sadece Ukrayna üzerine konuşmak anlamsız. Batı, Ukrayna’yı, Avrupa-Atlantik bölgesinde uzun yıllardır var olan ve güvenliğin bölünmezliği kavramı, bütün meselelerin diyalog ve işbirliğiyle çözülmesi ilkelerine dayanan güvenlik sistemini yıkmak için kullanıyor. Bu idealler AGİT’te vücut bulmuştu; batı bunu azimle “gömmekte”, tıpkı Avrupa Konseyi’ni fiilen gömdüğü gibi. Diyalog ve konsensüs, uzlaşma arayışı için kurulmuş olan örgütler, ABD’nin (ve onun altında geri kalan batının) her yerde ve her yöne mutlak hâkimiyeti yolunda ilerlemek için kullanılıyor.
Biz, sayısız halkın yaşadığı, neredeyse üç yüz dilin konuşulduğu, fiilen bütün dünya dinlerinin temsil edildiği, her bir halkın milli geleneklerine saygı gösterilen bir ülkeyiz. Biz çokuluslu ve çokinançlı bir ülke olarak sadece son yüz yıldır gelişmekte değiliz. Batının sömürge uygulamalarından farklı olarak Rusya İmparatorluğu bünyesine giren halkları asla ezmedik, onları yok etmedik, onların kendi kimliklerini, özgünlüklerini kaybetmeleri ve hepsi birbirinin aynı Amerikalılar olmaları için herhangi bir “eritme kazanına” atmadık. Son dönemde görebileceğiniz gibi onlarda da olmadı bu. Bizde Rusya İmparatorluğu’na katılan herkes moral değerlerini, geleneklerini, özgünlüklerini, adetlerini ve dillerini korudu.
-Toprak istilası ve bizde de batı imparatorluklarındaki gibi “içgüdüler” olduğuna gelelim. ABD yaklaşık üç yüz yıldır başkalarının topraklarını istila ediyor. Pek çoğunda, ya Amerikalılardan birinin başka biri tarafından gücendirilmesi yüzünden (Orta Amerika, Karaib havzasında düzenli olarak olan budur) ya da barış ve güvenliğe yönelik tehditleri bertaraf etmek hedefiyle. Mesela Saddam Hüseyin’in güya kitle imha silahları vardı. Sonra bunun uydurma olduğu ortaya çıktı. Onlara demokrat değil de diktatör gibi gelen Kaddafi’yi yok etmek istedikleri Libya. Irak’ı da yıktılar Libya’yı da. İnsanların sosyal-ekonomik açıdan hiç de fena yaşamadıkları müreffeh ülkeler. Yugoslavya’da Balkanları, AB’nin ortak bir siyaset geliştirmesini bile beklemeden Hırvatistan ve Slovenya’yı tanıyan Almanya’nın keyfiyle parçalamaya karar verdiler. Böylelikle süreci geri dönülemez kıldı ve Balkan devletleri arasında konfederatif veya herhangi bir başka formatın kurulmasına yönelik bütün fırsatları paramparça etti. Sırbistan, Balkanların batıya boyun eğmesine karşı çıktı. Sırbistan’a ne yaptılar peki? O sırada senatör olan J. Biden Sırbistan’a karşı NATO saldırganlığının başlamasından bir yıl önce 1998’de Belgrad’aın bombalanmasından yana olduğunu ve Amerikan pilotlarını göndermeyi, Drina üzerindeki bütün köprüleri havaya uçurmayı, ellerindeki bütün petrol rezervlerine el koymayı önerdiğini söyledi. Görüyorsunuz ya, Senatör Biden’in bütün talepleri bir yıl sonra, 1999’da yerine getirildi. Time dergisi o sırada şu kapakla ıktı: “Sırplar barışa mecbur bırakılıyor. Büyük bombalı saldırılar barış kapısını açıyor.” Ve bir şey olmadı. Tribünal filan yok. Kimse bunu düşünmedi de.
-ABD Suriye’ye hiçbir meşru neden olmaksızın saldırdığında ve şehirleri yeryüzünden sildiğinde de kimsenin aklına tribünal gelmedi. Mesela Rakka şehri tamamen yok edildi. Onlarca, yüzlerce ceset, kimse umursamadan aylarca yattı. Evet, uluslararası topluluk, “sınırsız doktorlar”, “sınırsız gazeteciler” bir şeyler söylediler. Ama tribünal filan söz konusu değildi. Ama Uluslararası Ceza Mahkemesi ansızın kendiliğinden Amerikalıların Afganistan’da işledikleri savaş suçlarının soruşturulmasıyla uğraşmaya karar verdiğinde Birleşik Devletler Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, hepsine yaptırım getireceğini ve Amerikan bankalarındaki paralarına el koyacağını söyledi. Hepsi bu. Bu yüksek uluslararası adalet organı susuverdi.
-Ama biz kendi güvenliğimizi savunduk. Ukrayna’dan bizim menfaatlerimizi baltalayarak Rusya’ya karşı saldırı için köprübaşı yapıyorlardı. Azak Denizi’nde başta anglosaksonlar olmak üzere askeri deniz üsleri inşa edilmesi planlanıyordu.
-2014’de Batı’nın tetiklediği devlet darbesi hiçbir surette Ukrayna’da genel bir diyalog yolunu düzleme girişimine bile izin vermedi. Batı kesinkes, Donetsk ve Lugansk’ı bombalarken Rusya karşıtı hedeflerini, Nazizm’in teori ve pratik ilkelerine bağlılığını derhal ilan eden rejimden yana taraf oldu. Kimse bu suçları soruşturmuyor. Tribünal filan yok. Kimsenin aklına tribünal kurmak da gelmiyor. Darbeyi kabul etmeyenlere karşı açılan savaş durdurulduğunda Minsk mutabakatları imzalandı. Almanya ve Fransa’nı, Başkan Putin’den başka üç imzacının, bunu Ukrayna’ya daha fazla silah sevk etmek için, savaşın bir sonraki aşamasına daha iyi hazır olsunlar diye zaman kazanmak amacıyla yaptıklarını söylediklerini biliyorsunuz.
-Amerikalıların savaş esirleri konusunda Suriyelilerle gizli temasları var. Diğer ülkeler, Türkiye de dahil, Şam’la ilişkileri normalleştirmek istediklerini ortaya koydular. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye Arap Cumhuriyeti Başkanı Esad’la görüşmeye hazır olduğunu söyledi. Bizden katkıda bulunmamızı rica ettiler. Türkiye ve Suriye savunma bakanları Rusya’nın katkısıyla bir araya geldiler, dışişleri bakanlarının görüşmesi de hazırlanıyor. Arap ülkeleri ya orada elçiliklerini bırakarak Suriye’den çıktılar, ya da döndüler.
-Ama en büyük problemlerden biri İdlib. Orada teröristlerin korunmasına izin verilmemesi mutabakatlarının yerine getirilmesi zaruri. Hükümetle Kürtler arasındaki temasların düzenlenmesi gereken kuzeydoğu da var. Türkiyeli meslektaşlarımızın bu problemden doğan endişesini, ABD’nin tam tersine Kürtleri birincisi Suriye’nin doğusunda sözde bir devlet kurmak ve ikincisi de Kürtlerin Washington’un talimatlarını yerine getirmesi ve devamlı surette bölgede tahriş alanları yaratmak için kullanmak istemesine öfkelerini anlıyoruz.
-Meslektaşım, Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Rusya’nın 2019’da Rusya ile, Kürtlerin işbirliği yapmasına, Türkiye sınırından Türkiye ile Suriye arasındaki 1998 tarihli Adana güvenlik mutabakatına benzer belli bir mesafeye çekilmesine katkıda bulunma yükümlülüğünü üstlendiğimiz Memorandum imzaladığını hatırlattı. İyi dostum Çavuşoğlu, Rusya’nın her şeyi tamamen yerine getirmediğini söyledi. Doğru. Bu zor bir mesele. Ama Türklerle aramızda kuzeydoğudan başka da mutabakatlar var. Rusya Başkanı Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan İdlib mutabakatını da imzaladılar. Buna göre Türkiye, teröristlerin kendilerini serbest hissetmemeleri için, Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği yapan muhalefeti Nusra Cephesi ve onun diğer enkarnasyonlarından ayırmak yükümlülüğünü üstlendi. 2020’de M4 yolunda Türkiye ile Rusya’nın ortak devriyesi üzerine anlaşmaya varıldı. Bu henüz gerçekleşmiş değil. Bu yüzden mutabık kalınan ödevleri gerçekleştirmeye çalışmaya devam etmek gerekli.
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından 50’den fazla çevirisi var. “1945. SSCB-Türkiye İlişkileri” ve “Rusya: Çöküş, Yükseliş ve Dinamikler”in yazarı. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kırmızı Kedi, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. Güncel makaleleri genellikle Yakın Doğu Haber’de (ydh.com.tr) yayınlanıyor. @Hazal_Yalin