Alper Eliçin (noktakibris.com)
Geçen haftaki yazımda Yellowstone Parkı’nın yol şebekesinde önemli bir yer tutan alt çemberde geçirdiğimiz bir günü anlatmıştım. Bugün ise üst, yani kuzey çemberinde yaptığımız geziyi ve Yellowstone’dan Salt Lake City’e dönüşümüzü anlatacağım. Bu yol üzerindeki Grand Teton Milli Parkı ve Jackson kasabasından da bahsedeceğim.
21 Haziran sabahı. dışarıda ısı sıfır dereceydi. Hazırlıksız yakalandığımız soğuk hava nedeniyle üstüme çift atlet, bir kısa kollu tişört, bir uzun kollu tişört, bir ince yün hırka ve bir ince rüzgarlık giymiştim. Gece kar yağmış olduğundan herkesten önce inip arabanın üzerinden karları temizledim, camlardaki buzları kazıdım. Sonra hep birlikte kahvaltı ettik.
Güç bela internete girip gelen e-posta ve WhatsApp mesajlarını indirip bir iki küçük mesaj attık.
Sonra kuzey çemberinde görülecek yerleri dolaşmak için yola çıktık. Bu kez saatin ters yönünde ilerliyorduk. Virajlı bir yolda yavaş yavaş tırmanmaya başladık. 2700 metre rakımı olan bir boğazdan geçtik. Isı -2’ye kadar düştü. Yolda buzlanmalar vardı. Yılın en uzun gününde ilginç bir hava… İki kez hafif kaydık. Manzara çok güzeldi. Karla örtülü çam ormanları, ufukta karlı dağlar, yer yer uzaklardaki gayzerlerin buhar bulutlarını seyrederek yola devam ettik. Bir iki yerde durup fotoğraf çektik.
Derken adı Tower- Roosevelt olan bir şelalenin yanına geldik.. Burada da bir mağaza vardı. Sıcak bir şeyler içildi. Ben kendime Yellowstone hatırası olarak bir tişört aldım. Torunlara da kış için biri rakun, diğeri ayı başı görüntüsünde, atkısı kendinden birer bere aldık.
Yol kenarındaki kayaların oluşturduğu formasyonlar oldukça ilgi çekiciydi. Volkanik bir bölge olduğundan buralarda kim bilir ne tektonik hareketler yaşanmıştı.
Sonra ‘Great Mammoth Springs’e geldik. Daha önceki gezimizden, burada travertenler ve üç adet ufak göl olduğunu hatırlıyordum. Great Mammoth Lake için 27 yıl önce Pamukkale’nin renklisi diye düşünmüştüm. Ancak bu kez tam bir hayal kırıklığı ile karşılaştık. Tektonik hareketler sonucunda su büyük oranda kaybolmuş, özgün renklerini kaybetmekte olan travertenlerin bazı yerlerinden cılız bir şekilde akıyordu. Pamukkale ile benzerliği de kalmamıştı.
Ancak, travertenlere giden yolun başında karşılaştığımız geyik sürüsü çok güzeldi. Türkçede Kanada geyiği olarak adlandırılan, kuzey Amerika ve Kanada’da ‘elk’ veya ‘moose’ denilen türdendiler.
Ayaküstü bir şeyler atıştırıp tekrar yola koyulduk. Yolda büyük bir bizon sürüsünü yola yakın büyük bir çayırda otlarken bulduk. Bol bol fotoğraf çektik. Yavru bizonlar çok sempatikti.
Tüm yabani hayvanlara olduğu gibi bizonlara da fazla yaklaşmak son derece tehlikeli. İnternette, boynuzlandıktan sonra havalarda uçan pek çok turist videosu görmek olası. Ayrıca arabalara da ciddi hasar verebiliyorlarmış.
Sonra çemberi bitirip, bir yer daha görmek için Norris Junction yönüne, yani Batı’ya döndük.
Biraz sonra önümüzdeki arabalar durdu. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken sol tarafta bir bizon sürüsü belirdi. Asfaltı da kesip, yolun iki yanında ilerlemeye başladılar. Arabada kısılı kaldık. Bir kısmı sağ bankette, bir kısmı da sol şeritte. Bazıları da önümüzdeki arabayla bizim aramızdan geçti. Neyse ki bu dev hayvanlar arabaya zarar vermeden yanımızdan uzaklaştılar.
Norris Junction yakınındaki bir şelaleyi seyrederken tekrar kar serpiştirmeye başladı. Biz de bu etkileyici nehir ve şelaleyi gördükten sonra otele gitmek için yola çıktık. Biraz sonra trafik tekrar tıkandığından, bir millik bir yolu aşmamız bir saatten uzun sürdü. Tıkanmanın nedeni yine bizonlar! Bu sefer sulak bir alanda ilerleyen bizon sürüsünü görmek için herkes durduğundan yol tıkanmıştı. Otele yaklaşırken de yol kenarına park etmiş araçlar ve ellerinde dürbün ve teleobjektif olan insanlar gördük. Dikkatlice bakınca uzaktan bir kurdun geçtiğini fark ettik.
Yellowstone’daki son sabahımızda erken kalktık. Artık Salt Lake City’ye (SLC) doğru dönüş yolculuğu başlıyordu. 7:00’de kahvaltı etmeden yola çıktık. Isı -3C idi. Yine aracın camlarındaki buzları kazımak gerekti. Eldiven olmayınca zor bir iş… Yellowstone’u güney kapısından terk edecek ve hemen güneyindeki Grand Teton Ulusal Parkı’ndan geçerek Jackson’a ulaşacak, oradan da SLC’ye geçecektik. Dönüş yolu biraz daha uzundu ve arada sırada duracağımızdan bayağı zaman alacaktı.
Sabah erken kalkmamızın bir başka nedeni de, ertesi gün sabah 9:00’da SLC’den Washington DC’ye Southwest Airlines ile yapacağımız uçuşun koltuk rezervasyonunun internet’te 24 saat önceden açılmasıydı. Gelirken San Francisco-SLC uçuşunda rezervasyon başladıktan üç saat sonra rezervasyon yapma imkanı bulabilmiş ve güç bela uçağın son sırasında iki kişi yanyana yer yakalayabilmiştik. Yellowstone’da doğru düzgün internet ve cep telefonu bağlantısı olmadığından bir an evvel bir bağlantı bulamazsak bu kez dört buçuk saatlik SLC-Washington/Baltimore uçuşunda ayrı ayrı ve orta koltuklarda oturmak zorunda kalabilirdik. Obesite sorununun hat safhada olduğu ABD’de iki kilolu kişinin ortasına düşmek pek hoş olmuyor.
Yolda bizonlar, ördekler görerek, kırağı yağmış çayırlar ve ormanlar arasından geçerek güney kapısına vardık. Buradan Grand Teton National Park’a girdiğimizde saat 9:00 olmuştu. Colter Bay bölgesinde durduk. Colter bir avcıymış ve bu bölgeye yerliler dışında ilk gelen kişiymiş.
Kahvaltı edecek güzel bir yer bulduk. Açık büfe olduğundan kahvaltı ötesi, zengin bir brunch yapmış olduk. Daha da önemlisi internet harikaydı. Hemen check-in işlemlerimizi de yaptık.
Grand National Park’da Jackson kasabasına doğru yola devam ederken trafik bir kez daha durdu. Bu sefer karşıdan karşıya geçen kahverengi bir ayıydı.
Jackson Vadisi, Cokeville, Evanston üzerinden I-80’e çıkıp Salt Lake City’e ulaşmak için güney yönünde devam ettik. Ormanlar arasında ve ufukta yalçın kayalık dağların uzandığı dümdüz bir yoldaydık.
Jackson Hole, yani Jackson Vadisi, her yıl merkez bankalarının başkanlarının toplandığı bir kış sporları vadisi. Dağlarda kayak tesisleri var. ABD’nin Davos’u denebilir bu anlamda. Grand Teton Milli Park’ının hemen yanında olduğundan etkileyici bir doğası var. Vadinin merkezi Jackson da bir kovboy kasabası görünümünde. Şerif at ile dolaşıyor. Posta arabası ile tur atmak da olası. Ancak, her şey epey pahalı.
Kasabanın tüm binaları vahşi batı teması üzerine inşa edilmiş. Sadece fasatları değil dükkanların içleri de öyle. Bu zenginlere hitap eden kasabadan hatıra olarak kendime 10 dolara bir Columbia marka şapka satın aldım.
Jackson’dan sonra hayvancılık yapılan yemyeşil bir vadiyi aşarak I-80 otoyoluna çıktık ve bu kez kentin batısından SLC’ye girdik. Otele vardığımızda, yola çıkalı 12 saat olmuştu. Isı da yine 27 dereceye yükselmişti. Gidip arabayı havalimanına teslim ettik. Çok ilginç yerler görmüş, bilgi dağarcığımızı geliştirmiş, güzel vakit geçirmiştik. Ertesi sabah SLC’den Washington D.C.’ye uçacak, üç gün sonra da İstanbul’a doğru yola çıkacaktık.
Herkese 2023’te mutluluklar dilerim. Özgür, demokratik bir ülkede yaşamak ümidiyle…