1. The Bear (Ayı)
Bir lokantanın mutfağının hem gerçek hem metaforik sıcaklığı, hikaye için mükemmel bir ortam sunuyor. O yüzden Haziran ayında gösterime girdiği ABD’de hemen yazın en tutulan dizilerinden biri olan Hulu yapımı The Bear’e kadar bu arka planı kullanan bir dizi yapılmamış olması gerçekten şaşırtıcı.
Dizide Jeremy Allen White, erkek kardeşinin intihar etmesi üzerine, New York’tan memleketi Chicago’ya dönerek ailesinin sandviç dükkanını devralan usta aşçıyı çok başarılı bir şekilde canlandırıyor. Fakat dükkanı ayakları üzerine kaldırmaya çalışırken, emektar çalışanı ile yeni işe aldığı çok hevesli aşçı yamağı Sydney (Ayo Edebiri) ile aralarında gerilimler yaşanıyor.
Sonuçta iç rahatlatıcı televizyon programının tam zıddı tarzda bir dizi çıkıyor ortaya. Hem çok gerilimli, hem neşeli ve canlı. Aynı zamanda da -en azından et yiyenler açısından- çok iştah açıcı bir şov çıkıyor ortaya.
ABD’de Hulu, Türkiye ve İngiltere’de Disney+’dan izlenebiliyor.
2. Better Call Saul (En İyisi Saul’u Çağırmak)
Bu yıl, birazdan anacağımız Atlanta gibi bütün zamanların en iyileri arasındaki bazı dizilere veda ettik. Fakat hiçbirinin finali, Better Call Saul’la boy ölçüşemezdi.
Breaking Bad’den ilham alan dizide, bir zamanlar hatalarına rağmen iyi niyetli bir insan olan Walter White’ın canlandırdığı Saul Goodman karakterinin, nasıl inanılmaz düzenbaz bir avukata dönüştüğünü izliyoruz.
Popüler başka bir dizinin taklidi gibi başlayan ve yapımcısı Vince Gilligan’ın bile pek emin olmadığı dizinin, adım adım ahlâki tavizler vererek başka birine dönüşen baş karakterinin içini daha ustaca ve ince bir şekilde doldurması sayesinde aslından daha başarılı olduğu bile söylenebilir. Belki de en etkileyici yönü son sezonun bitişiydi. Spoiler vermeden New Statesman’dan alıntılarsak, “Televizyon dizilerinin şahikası: insan hayatlarının karmaşıklığını daha iyi yansıtan bir dizi görülmedi.”
Better Call Saul ABD’de AMC+, Türkiye ve İngiltere’de Netflix’ten izlenebiliyor.
3. Abbott Elementary (Abbott İlkokulu)
Uzun zamandır ana akım ağlarda, Quinta Brunson’ın yapımcısı ve baş rol oyuncusu olduğu bu ABC taklit-belgeseli kadar canlı ve başarılı bir dizi izlememiştik. Philadelphia’da, dar bütçeli bir okulun, iş yükü başından aşkın bir grup öğretmeninin çektiği sıkıntı ve güçlükleri konu alan komedi, geçen yılın Aralık ayında başlamıştı.
Bu yılın sonbaharında ikinci sezon başladı ve sempatik havasını ve zeki diyaloglarını sürdürdü, televizyon komedisi hafifliğiyle, toplumsal mesajları mükemmelen dengeledi. Eylül ayında dağıtılan Emmys ödüllerinde, yedi daldan üçünde ödüle layık görüldü.
ABD’de ABC ve Hulu, Türkiye ve İngiltere’de Disney+’den izlenebiliyor.
4. Rehearsal (Prova)
Bu akıllara durgunluk verici şovu nasıl anlatmalı? Belki de en iyi yolu, bir filmi hatırlatmak: Charlie Kaufman’ın 2008 yapımı, aynı ölçüde sersemletici filmi Synecdoche NewYork gibi.
Orada bir tiyatro yönetmeni, kendilerini oynayan aktörleri kullanarak, kendisinin gerçek hayattaki varoluşunun, çılgın ve sonsuza kadar genişleyen bir kopyasını yaratmaya çalışıyordu.
Burada komedyen Nathan Fielder de benzer bir yol izliyor: İnsanların, aktörlerin yardımıyla, insanların gelecek hayat ihtimallerinin provasını yapmalarına yardımcı olmak üzere yola çıkıyor. Sonra kendisi de bu oyunun bir parçası haline geliyor ve hayali bir ailenin sahte babasını oynuyor.
Fakat bütün bunlar buz dağının görünen kısmı. Ortaya çıkan şov hayal edilebilecek en tuhaf televizyon şovu haline geliyor. Neyin gerçek neyin hayal olduğu iyice birbirine karışırken, bunların etik anlamları da iyice karmaşıklaşıyor.
Altı bölümlük dizinin sonunda şaşırtıcı bir şekilde Fielder’ın, yarattığı büyük oyunun içinde gerçek bir duygusal bağ yakaladığı çok etkileyici bir an yakalıyoruz. Ama tabi, belki o da hayal, kim bilir?
ABD’de HBO Max ve İngiltere’de NOW üzerinden izlenebiliyor. Dizinin Türkiye yayını bulunmuyor.
5. Industry
Finans dünyası kadar, içinde olmayanlara gizemli gelen az alan vardır.
Fakat Londralı genç bankerlerle ilgili bu BBC/HBO dizisi, anlaşılmaz finans jargonuna rağmen, insanı tamamiyle hikayenin içine sürüklüyor.
Hatta bu yılki ikinci sezon, birinci sezondan da daha iyi. Genç anlatıcılar, ekzantrik bir teknoloji milyarderi ile ilişki kuran Amerikalı Harper’dan, ayrıcalıklı ve yetenekli, ama iğrenç bir karakter olan babası tarafından sürekli aşağı çekilen Londralı Yasmin’e, içkiyi bırakan ama sorunlarını tam çözemeyen Robert’a kadar, bu sezon çok daha karmaşık ve etik zaafları giderek büyüyen karakterlere dönüşüyorlar.
Yüksek dozda seks, uyuşturucu ve harika dans müzikleriyle dizi çok çabalıyormuş gibi görünmeden heyecanını koruyor ve karakterlerin, umarsız başarılı olma ihtiyacı ile sürekli akşamdan kalma kafasını gayet ikna edici bir şekilde yakalıyor. Gelsin üçüncü sezon!
ABD’de HBO Max ve İngiltere’de BBC iPlayer’dan izlenebiliyor. Dizinin Türkiye’de yayını bulunmuyor.
6. Big Boys (Büyük Çocuklar)
İngiltere’den komedyen Jack Rooke’un, yurtta aynı odada kalan üniversite birinci sınıf öğrencileri Jack ve Danny arasında gelişen dostluğu anlatan yarı otobiyografik yapımı yılın belki de en tatlı şovuydu.
Biri eşcinsel biri heteroseksüel iki genç erkek arasındaki, kolayca demode bir kalıba dönüşebilecek bu ilişki anlatısı, tam tersine çok sevgi dolu ve ince ayrıntılarla dolu pırıl pırıl bir hikayeye dönüşüyor. Görünüşte kendisinden çok emin bir tip olan Jack’in alttan alta akıl sağlığı sorunlarıyla mücadelesi çok etkileyici.
Yıl sonunda neşelenip moralini yükseltmek isteyenler için, insanlığa inancınızı güçlendirecek harika bir şov bu. İngiltere’de All4’dan izlenebiliyor. Henüz sadece İngiltere’de gösterildi.
7. Andor
En fanatik Star Wars (Yıldız Savaşları) hayranları bile, bu fikrin uzun metrajlı film ve televizyon uyarlamalarının çok başarılı sonuç vermediğini kabul edecektir. Denenmiş formüllere gerek beyaz perde gerekse küçük ekranda fazla bel bağlamanın sonu şimdiye kadar pek iyi olmamıştı.
O yüzden, bu sonbaharda Disney+’da gösterime giren Star War şovu Andor, bilinen kuralları yıkmayı başararak herkesi şaşkınlık içinde bıraktı.
Kağıt üzerinde bu, daha önceki bir “öncesi” filmi olan Rogue One’ın da “öncesi” olarak tasarlanmıştı ve hikayenin odağında isyancı bir savaşçı olan Cassian Andor (Diego Luna) vardı. İlk bakışta hiç bir heyecan vermiyordu.
Fakat Michael Clayton ile Oscar’a aday gösterilen ustan yönetmen Tony Gilroy’un ellerinde, hikaye, otoriter bir rejimin çok gerçek, etkileyici ve ürkütücü tasviri haline geliyor.
Star Wars’un klasik numaraları olan ışın kılıcı, sevimli yan karakterler gibi unsurlara yer vermemiş olması daha bile iyi olmuş.
Guardian şöyle değerlendiriyor:
“Gilroy kendisinden önce yapılanlara pek kulak asmamış görünüyor. Onun yerine insan hikayesine, çarpıcı görsellere ve çok sıkı bir metne odaklanmış. Hayranları ikinci sezonun çekimlerinin başladığını duymaktan mutlu olacaktır.”
Dünya çapında Disney+’dan izlenebiliyor.
8. Atlanta
Dört yıllık bir aradan sonra Donald Glover’in yarı otobiyografik komedisi, bir de değil, yıl içinde iki sezonla birden geri geldi ve artık izleyicileriyle bir daha geri gelmemek üzere vedalaştı.
Ama ne şovdu!
Bir yandan küçük ekranın sınırlarını gerçekten zorlayacak şekilde türler ve tonlar arasında inanılmaz özgüvenli geçişleriyle, diğer yandan günümüz Amerikasının meseleleri ve daha bir çok konuda gayet özlü eleştirel değerlendirmeleriyle çok cesur bir çalışma.
Kesinlikle özlenecek bir şov, ama televizyon tarihinde yerini garantiledi.
ABD’de Hulu, İngiltere’de ve Türkiye’de Disney+ üzerinden izlenebiliyor.
9. Bad Sisters (Kötü Kızkardeşler)
Apple TV+ Severance, Pachinko, Slow Horses gibi şovlarla internet film platformları arasında özellikle güçlü bir yıl çıkarmış oldu. İşte İrlanda komedisi Bad Sisters da bu listedeki muhtemelen en iyilerden biri.
Bir Belçika serisinden İrlandalı komedyen ve yazar Sharon Hogan tarafından uyarlanan dizi, Dublin’de yaşayan ve içlerinden birinin şiddete başvuran kocasını öldürme planları yapan kız kardeşleri anlatıyor.
Daha doğrusu bu hikayenin geçmişte geçen kısmı, hikayenin bugüne dönülen bölümlerinde adam gerçekten ölmüş fakat onu kimin, nasıl öldürdüğü, 10 bölüm boyunca gizemini koruyor.
Oyunculuklar tümüyle şahane ve bu tıpkı aynı yönetmenin Catastrophe’u gibi kara mizahla gerçek tutkuların ustaca içiçe geçtiği bir komedi.
Her yerde Apple TV+ üzerinden izlenebiliyor.
10. Sherwood
Bu yıl her zamankinden çok polisiye-suç dizisi yapıldı ama hiç biri, dahi oyun yazarı James Graham’ın senaryosu yazdığı bu BBC dizisi kadar derinlikli ve düşündürücü değildi.
İngiltere’de 1980’li yıllarda yaşanan madenci grevleri ve madenci köy ve kasabaları halkında bıraktığı izlerin arka planda çok ince bir şekilde işlendiği dizide, ön planda ateşli bir eski grevci işçinin okla öldürülüşü çevresindeki gizem var. Olaylar ünlü Sherwood ormanları (Robin Hood efsanesinin geçtiği yer) içerisindeki bir küçük Nothinghamshire köyünde geçiyor.
Gerçekten yaşanmış bir hikayeden esinlenen dizide, eski siyasi kutuplaşmaların hala capcanlı olduğu köyde geçenleri Lesley Manville, David Morrissey ve Joanne Froggatt gibi müthiş oyuncuların kattığı derinlikle izliyoruz.
Sonuçta, cinayeti kimin işlediği sorusu “bir toplum nasıl bu hale geldi?” sorusunun yanında önemini yitiriyor ve diziyi bu kadar etkileyici ve iç yakıcı kılan da zaten bu.
ABD’de Britbox ve İngiltere’de iPlayer üzerinden izlenebiliyor. Türkiye’de ise GAIN’de.
11. Borgen: 3. sezon
Bizzat BBC’nin sinema eleştirmeni Caryn James tarafından “gelmiş geçmiş en iyi siyasi yapım” diye tanımladığı Danimarka dizisi, bu yıl, neredeyse 10 yıl sonra üçüncü bir sezonla geri döndü.
Son sezondan bu yana gerçek dünyanın jeopolitik haritası kayda değer şekilde değişmiş de olsa, dizi tarafından bir kez daha gayet ustaca arka plana oturtuluyor.
Bu kez yine Sidse Babett Knudsen’in oynadığı güçlü siyasetçi Birgitte Nyborg, dışişleri bakanı ve sezonun odağında iklim krizi var. Grönland’da zengin bir petrol yatağı bulunması üzerine yaşanan siyasi çekişmeler, etik çatışmalar ve sorular bütün akıcılığı içinde izleniyor.
iNews’dan Ed Power’in deyişiyle “Dizinin en baştan beri uyguladığı için için yanan ateş formülü, bu kez de harika bir şekilde korunmuş.”
Her yerde Netflix üzerinden izlenebiliyor.
12. Stranger Things (Garip Şeyler) 4
Stranger Things’in yeni sezonu korku türüne hakkını vermiş. Öykünün kahramanları yaşça büyürken şov da onlarla birlikte olgunlaşıyor ve insanın ödünü patlatıcak sonuçlar yaratıyor.
Bu kez kahramanlarımız Vecna adlı bir canavarla savaşıyorlar. Bu canavar kurbanlarına, onların en büyük korkularını manipüle ederek işkence yapan bir yaratık. Bu, sondan bir önceki sezon olduğu için Netflix’in izleyici rekorları kıran dizisi artık konuyu toparlamaya, uzun zamandır yanıt bekleyen bazı soruları yanıtlamaya da başlıyor.
Bu sezonun en güzel yanlarından biri ergen olmanın sıradan travmalarıyla Hawkins’deki korkunç ve garip yaratıkların yol açtığı travmaları bir şekilde dengelemesi. Bilimkurgu hikayesini, ana karakterlerin günlük yaşamının sorunlarıyla içiçe geçirerek örmesi.
İlk sezondakinden çok daha büyük bir bütçesi olabilir ama Stranger Things 4, sizi hala koltuğun kenarına ilişip nefesinizi tutarak izletecek kadar özüne sadık kalıyor.
Her yerde Netflix’den izlenebilir.
13. Station Eleven (İstasyon On Bir)
Emily St. John Mandel’in ünlü romanından uyarlanan ve geçen yılın sonunda başlayıp bu yıl biten bu HBO yapımı kağıt üzerinde, böylesi bir zamanda izlenecek en berbat konu gibi duruyor.
Dünyanın bir pandemi ile yerle bir oluşu günümüzde kesinlikle izletmesi zor bir hikaye. Fakat bir başka HBO şaheseri olan Leftovers gibi, şiirsellik, felsefi sorgulama ve derin insanlık halleri sayesinde, görünüşte çok karanlık olan bu hikaye, trajedinin ötesine giderek son yıllarda insanlığın yaşadıklarını, çok güçlü ve umut verici bir açıdan görebilmenin yolunu açıyor.
Her şeyi anlamaya çok uğraşmayın. Çünkü iki ayrı zaman dilimi arasında sık sık atlamalarla anlatılan hikaye epey karmaşık. Hem pandeminin yaşandığı şimdiki zamanı, hem de 20 yıl sonranın mahvolmuş dünyasını dolaşan bir grup Shakespeareyen aktörün öyküsünü izliyoruz. Bu karmaşıklık bir yandan da aslında ona, hayal gücünü harekete geçiren etkisini kazandırıyor.
ABD’de HBO Max ve İngiltere’de Starzplay’den izlenebiliyor. Dizinin Türkiye’de yayını bulunmuyor.
14. Derry Girls
Lisa McGee’nin 1990’lı yıllarda Kuzey İrlanda’nın Derry kasabasında yaşayan dört genç kız ve “bir ufaklık İngiliz oğlan”ı anlattığı sevilen komedi dizisinin üçüncü ve son sezonu bu yıl gösterime girdi ve beklentileri fazlasıyla tatmin etti.
Bu sezonda kızlar büyüyor ve mezun oluyor, 18. yaş günü partileri, sınav sonuçları ve annelerinin yaşamlarına fantastik geri dönüşler izliyoruz. Tabi ki hiç bir 90’lar dizisinin kaçamayacağı bir şey de oluyor ve Spice Girls anılıyor.
Fakat aynı zamanda geri planda Kuzey İrlanda’da 20 yüzyıl tarihine boydan boya damgasını vuran Katolik ve Protestan toplumları, Cumhuriyetçi ve Birlikçi siyasi hatları arasındaki gerilim ve sorunlar ustaca akıtılıyor.
İngiltere ve İrlanda’da All4 üzerinden izlenebiliyor ve önümüzdeki günlerde Netflix’den bütün dünyada izlenebilecek.
15. Inventing Anna (Anna’yı yaratmak)
2022 televizyon yılı, kayıtlara bir özelliğiyle geçecekse bu “dolandırıcı dizileri yılı” olabilir. Kurgu veya belgesel çok sayıda şovda bu yıl dolandırıcı, sahtekar karakterler işlendi.
Bunların başarılılarından biri de süper prodüktör Shonda Rhimes’ın, 20’li yaşlarında New York sosyetesine kendisini zengin bir Alman işadamının tek mirasçısı olarak tanıtarak bir çoğunu dolandıran Anna Delvey, ya da o sırada kullandığı isimle Anna Sorokin’in inanılmaz ama gerçeklere dayanan hikayesiydi.
Başlangıçtaki pek de heyecan vermeyen bir iki bölümden sonra dizi gerçekten uçuşa geçiyor ve Sorokin’in işlediği suçlar ve kendisini nasıl bir 21. yüzyıl ikonu olarak “icat ettiği” bütün şaşırtıcı detaylarıyla anlatılıyor.
Netflix üzerinden her yerden izlenebiliyor.
16. Pachinko
Apple TV+ başlangıçtaki sönüklüğüne rağmen, bu yılın en başarılı bazı dizilerini yayınlayarak birçok kişiyi şaşırttı. Bunlar arasında Severance, casus-gerilim filmi Slow Horses ve en çok da aynı adı taşıyan kitaptan uyarlanan duygusal Kore yapımı epik dönem dizisi Pachinko var.
20. yüzyılın önemli bir kısmını kapsayarak akan hikayenin odağında Japonya’ya göçen, burada kendisine ve çocuğuna bir hayat kurmak isterken ön yargılar ve güçlüklerle boğuşan genç Koreli kadın Sunja’nın hayatı var. Bir yandan da onlarca yıl sonra Sunja’nın Osaka’da yaşayan aşırı kendine güvenli banker torunu Solomon’un, kökleriyle yüzleşmesini izliyoruz.
Aralarında, yaşlı Sunja’yı oynayan Oscar ödüllü Youn Yuh-jung’un da bulunduğu oyuncu kadrosu müthiş bir performans sergiliyor.
Hikayenin akışında yer yer bazı küçük acemilikler sezilse de, sömürgecilik gibi büyük meselelerle uğraşırken sergilediği duygusal ve entellektüel derinlik, diziyi bu yılın en etkileyici ve ses getirici yapımlarından biri haline getiriyor.
Apple TV+ üzerinden heryerde izlenebiliyor.
17. Search Party (Arama Ekibi)
Herhalde çok az şovda konu bu HBO kara mizah dizisinin 5 sezon boyunca uzandığı kadar uçuk noktalara gitmiştir.
Başlangıçta kaybolan bir tanıdığını arayan New Yorklu hipster Dory’nin baş rolde olduğu bir tür dedektif hikayesi gibi başlayan dizi, bu yılki son sezonuna kadar, mahkeme salonu draması, takıntılı tehlikeli hayran gerilimi, tarikat hikayesi, hatta kıyamet sonrası zombili korku hikayesi temaları arasında dolaşıyor.
Ama hepsinin özünde, kararsız, amaçsız, kendini çok önemseyen kafa yapılarıyla 80’lerde doğmuş ayrıcalıklı bir grubun hicvedilmesi var. Dory ve arkadaşları yanlışlıkla dünyanın -bildiğimiz dünyanın- sonunu getiriyor.
Bu arada Alia Shawkat’ın dizi boyunca sürekli gelişen ve derinleşen oyunculuğu, Dory’yi, bir kuşağın ürkünç sesine dönüştürüyor.
ABD’de HBO Max üzerinden izlenebiliyor. Dizinin Türkiye yayını bulunmuyor.
18. Somebody Somewhere
ABD’li stand-up komedyen Bridget Everett’in rol aldığı bu dizi, giderek popülerleşen bir alt türe giriyor: Komedyenin kendisinin yazdığı yarı otobiyografik komedi. Somebody Somewhere bu türün en başarılı örneklerinden biri.
Kendine has çekici ve hafif buruk-tatlı üslubuyla Everett’in canlandırdığı Sam karakterini izliyoruz. Kız kardeşinin ölümünden sonra memleketi Kansas’a dönen Sam burada kendisini her bakımdan sıkışmış hissettiği bir sırada, güçlü sesini ve başka yeteneklerini ortaya koyabildiği alternatif bir koroya katılarak hayat buluyor.
Tecrübeli komedyenlerin komedyeni Everett dizide yıldız gibi parlıyor ve karizması ekrandan taşıyor. İş arkadaşı ve en yakın yeni dostu rolünde Jeff Hiller rolüne mükemmel oturmuş.
Dizide karakterler öyle canlı, etkileyici ve gerçek ki bittiği zaman bir süre inanamayarak bakıyorsunuz.
ABD’de HBO Max ve İngiltere’de NOW üzerinden izlenebiliyor. Dizinin Türkiye yayını bulunmuyor.
19. Severance (İkiye Ayrılma-Kopma)
Bu psikolojik gerilim filmi bir ofiste geçiyor ama sıradan bir işyeri hikayesinin çok çok ötesinde.
Severence’ın ana karakterleri Lumon adlı gizemli bir şirkette çalışıyor. Şirketin retro teknoloji ve insanın tüylerini ürperten tuhaf sanat eserleriyle dekore edilmiş dev ve steril bir ofis binası var.
Fakat daha da acayibi, Lumon merkez ofisinde çalışanlar ikiye ayrılma-kopma adı verilen bir işlemden geçmeyi kabul ediyorlar. Bu, hayatını ofisteki ve ofis dışındaki diye ayırıp, geçirilen bir işlemle, dışardayken işte olan hiç bir şeyi hatırlayamamak anlamına geliyor. İşteyken de dışarıdaki hayatlarını hiç bir şekilde hatırlamıyorlar.
Sıradan bir ofis çalışanı olan Mark rolüne şıp diye oturan Adam Scott, ve diğer karakterleri canlandıran Britt Lower, Zach Cherry, Patricia Arquette ile Tramell Tillman çok güçlü bir kadro oluşturuyor.
Fakat aralarındaki romansa benzer ışıltılı ilişki ile usta oyuncular John Turturro ve Christopher Walken şovun yıldızları oluyor.
Ben Stiller’in yapımcı ve yönetmenliğini üstlendiği dizinin yazarı Dan Erickson.
Severance, sizi tamamiyle içine sürüklerken, düşündürüyor ve içinizde derin bir huzursuzluk duygusu da yaratmayı başarıyor.
Apple TV+ üzerinden her yerde izlenebiliyor.
20. Top Boy
Netflix hem finansal hem içerik kalitesi bakımından zor bir yıl geçiriyor olabilir fakat bu nefis İngiliz dizisi kesinlikle platformun 2022’deki en büyük başarılarından biriydi.
İlk yayıncısı İngiltere televizyon kanalı Channel 4’un ikik sezondan sonra diziyi iptal etmesinden sonra Netflix şovu devraldı.
Şu anda Netflix’deki ikinci, toplam dördüncü sezonunu tamamlayan dizi çok detaylı ve sürükleyici bir şekilde Doğu Londra’ya odaklanıyor.
Çetelerden uyuşturucu ve kentsel dönüşüm projelerine, göç politikalarından ev içi şiddete kadar bir çok yakıcı meseleye giriyor. Hem de sürekli daha gelişerek.
Doğu Londra’yı hem acımasızlığı hem cazibesiyle, dinamiklerini yakalayarak yansıtıyor ve bu konuyu işleyen hatırlardaki bütün film ya da dizilerden çok daha gerçeklik etkisi yaratıyor.
Rapçı Kano’nun bugünlerde kanalda bir teknede yaşayan gergin Sully karakteri ve dik kafalı karakter Jaq rolündeki Jasmine Jobson dahil, bütün roller, takdire şayan bir doğallıkla canlandırılıyor.
Her yerden Netflix üzerinden izlenebiliyor.
21. This is Going to Hurt (Acıtacak)
Britanya Ulusal Sağlık Sistemi NHS’in bugünlerdeki yürek parçalayıcı, çok isabetli ve en çok da trajikomik bir portresi bu.
This is Going to Hurt’ün senaryosu Adam Kay adındaki bir doktorun anılarına dayanıyor.
İş yükü çok ağır bir Londra hastanesinin doğum ve jinekoloji bölümünde pratisyen doktor olarak çalışan Adam Kay’in hikayesi, bugün İngiltere’de bir çok doktorun boğuştuğu çalışma koşullarını, uzun çalışma saatleri ve özel hayatlar üzerinde yarattığı baskıyı çok gerçekçi bir şekilde yansıtıyor.
İngiliz aktör Ben Whishaw, en azından doğru şeyleri yapmaya çalışan ama her zaman başaramayan doktor Kay karakterinin iç dünyasındaki alt üst oluşları müthiş bir ustalıkla canlandırıyor.
Hikayede Kay, pek sevilesi bir tip değil ama bu şovun enteresan tarafı, izlerken sürekli onun başarmasını istediğinizi, onun, hastalarının ve çalışma arkadaşlarının sonunun iyi olmasını umduğunuzu farkediyorsunuz.
İngiltere hastanelerinin realitesini hiç güzelleme yapmadan ve yer yer insanın içini parçalayan olaylarla resmeden dizi, bunlara rağmen güçlü bir insan sevgisi ve kara mizah hattını çok iyi tutturuyor. Tıpkı sağlık çalışanlarının şu sırada her gün yapmak zorunda oldukları gibi.
İngiltere’de BBC iPlayer ve ABD’de AMC üzerinden izlenebiliyor. Dizinin Türkiye yayını bulunmuyor.
(Hugh Montgomery-Amy Charles, BBC)