Ulaş Başar Gezgin (ulasbasar@gmail.com)
‘Karşı yaka’ anlamına gelen Pera, 300 yıllık Beyoğlu’nun eski adı. Bizans zamanında buralar boş arazi. Zaten, Bizans döneminde ve Osmanlı’nın son dönemlerine kadar İstanbul (Konstantinopolis/Konstantiniyye), suriçi bölgeden oluşuyor. Haliç’in Sütlüce kıyısı ve Zeytinburnu, Bayrampaşa vb. semtler, eski İstanbul’un parçası değil. Beyoğlu ve çevresinin isimleri ise çoğunlukla Kanuni dönemine uzanıyor (Kasım Paşa, Piyale Paşa vb.). ‘Beyoğlu’ adıyla ilgili iki tane “bey”li hikaye var; bir de, ‘bey yolu’ sözünden türediğine dair görüş.
Taksim adı, suların taksiminin yapıldığı meydandaki çiçeklerin arkasındaki taş yapıdan (bunlara ‘maksem’ deniyor) geliyor. Yani bu, eski zamanların sular idaresi. Yapı, 18. yüzyıla tarihleniyor. Bugün bu yapı ve su hazneleri, İstiklal’den Meydan’a çıkarken, solda kalıyor. İstiklal Caddesi’nin eski adı, Cadde-i Kebir; Fransızcadaki adı ise, Grande Rue de Pera. Fransız Konsolosluğu ise, eski Veba Hastanesi.
Taksim Meydanı’na neden bir anıt yapıldı? Çünkü o dönem İstanbul’da, anıt yapılabilecek çağdaş bir meydan yok. Bir tek Beyazıt Meydanı var; o da, birçok tarihsel yapıyla çevrili olduğundan, yapı uyuşmazlığı olacağı düşünülüyor. Sultanahmet Meydanı’nda da benzeri bir durum var. O dönem, Vatan ve Millet caddeleri bile yok (1959’da Menderes döneminde açılıyor). Çağdaş bir anıtın dikilmesi, Osmanlı döneminde (betimsel bir yapı olmayan Abide-i Hürriyet’i saymazsak), İslam’in tasvir yasağı nedeniyle gerçekleştirilemiyor. Anıt ihtiyacı, özellikle, yabancı heyetlerin ve orduların ziyaretlerinde tören düzenleyebilecekleri bir yerin bulunamaması nedeniyle Osmanlı’nın çöküş döneminde sık sık gündeme geliyor. Anıt için, Kızılay’ın gelişiminde büyük bir rol oynamış olan İstanbul Mebusu Doktor Hakkı Şinasi Paşa’nın Taksim ve çevresindeki iş adamlarından (ve özellikle gayrimüslimlerden) topladığı bağışlarla kaynak sağlanıyor. Anıt, bir Cumhuriyet Anıtı; hatta ilk cumhuriyet anıtı. Bu yönüyle, geri Osmanlı düzeninden kopuşun simgesi.
Anıtın Taksim’e dikilmesini semti gayrimüslimsizleştirme sürecinin bir parçası olarak da görenler var. Gerçekten de, anıt, gayrimüslimlerin de bir biçimde anıtta yer almasıyla taçlanacaktı. Kurtuluş’ta Ermenilerin en yoğun yaşadığı sokaklara Ergenekon, Türk Ocağı vb. milliyetçi adlar verilmesi, bu temsiliyetsizlikle birlikte manidar oluyor. Gezi Direnişi sırasında anıta asılmış sol bayraklar, işte o eksik temsiliyet anlayışını aşıp ülkenin simgesel düzeydeki demokratikleşmesini bir ölçüde tamamlamış oluyorlardı.
8 Ağustos 1928’de açılan anıtın mimarı olan İtalyan Pietro Canonica (1869-1959), anıtın çevresinde, İtalya’daki örneklerde olduğu gibi, bir havuz düşünüyor. Dolayısıyla, düşüncesi, anıtın havuzun ortasında olması. Ancak bu, mali sorunlar nedeniyle gerçekleşemiyor. Aynı biçimde, Atatürk’ün atlı bir heykeli olacakken Canonica’nın itirazıyla İstiklal Savaşı’nda yer alanları konu ediniyor.
Anıt yapılırken, asker-sivil ayrımı havası veren şöyle bir tartışma geçiyor:
“Diyarbakır Mebusu Dr. İbrahim Tâlî Bey, Gazi Paşa’nın heykelinin mutlaka at üstünde olmasını istemiş, Maarif Vekili Necati Bey de gerek Gazi’nin, gerekse zabit, neferler ve ahalinin anıtta kalpaklı gözükmemeleri, ya savaş sonu üniformalarıyla ya da başı açık yapılmaları için ısrar etmiş.” (Gülersoy, 1986, s. 28)
11 metre yüksekliğindeki ve 180 ton ağırlığındaki Taksim Anıtı’nın kırmızı mermerleri Trentino ve yeşil mermerleri ise Suza bölgesinden geliyor (İtalya). Anıtın Harbiye yüzü, 30 Ağustos’u; İstiklal yönü Cumhuriyet Türkiye’sini temsil ediyor. Diğer yönler ise, savaşa ve barışa karşılık geliyor. Anıt’ta Atatürk’ün arkasında iki Sovyet komutanı da var. Bunlar, Ekim Devrimi’nin önderlerinden General Mihail Frunze (1885-1925) ve Sovyet Mareşali Kliment Voroşilov (1881-1969). Bu ikilinin anıtta yer alması Sovyetlerin Kurtuluş Savaşı’na desteğini onurlandırmak için. Yani Taksim Anıtı bir anlamda Gezi Ruhu’nda ifadesini bulan ittifakların bir temsili olarak da okunabilir.
Öyle ya da böyle, artık Taksim Anıtı’nın farklı bir anlamı var. Hem ezenler için hem ezilenler için…
Not: Bu yazı ‘Ötekiler Açısından Tarih’ adlı kitabımdan alınmıştır.