Trump ve Putin’in Ağustos ayında şaşkınlık yaratan sürpriz Alaska görüşmesi, siyasi yorumcuların 1945 yılındaki Yalta Konferansı buluşmasını hatırlatmasına yol açmıştı.
Bundan tam 80 yıl önce, 2. Dünya Savaşı’nın son aylarında galibiyeti garantileyen cephedeki ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği liderleri (Roosevelt, Churchill ve Stalin) Hitler sonrası yeni dünya siyasi haritasını şekillendirmek üzere bir araya gelmişti.
Ortak bir zafere imza atmamış olsalar da ABD ve Rusya gibi iki küresel rakip aktörün 2025 Alaska buluşması, Yalta benzeri bir nüfuz paylaşımı niyetini çağrıştırmadı değil.
Orta Doğu çatışmalarında İsrail’e verdiği kışkırtıcı tavizleri eleştirilen Trump, Suriye’de, Gazze’de halen süren işgalci saldırıları durduramamanın mahcubiyeti içinde yeniden Ukrayna krizine yöneliverdi. Putin’le buluşma, dikkatleri başka bir coğrafyaya çekme çabası olarak da görüldü.
Ukrayna savaşı ve ekonomik iş birliği başlıklarının ele alındığı ancak bir mutabakat oluşamadığı söylenen Alaska zirvesinin ardından Macaristan’da yeni bir buluşma planlandığı duyulsa da bunda da uzlaşma sağlanamadığı anlaşıldı.
Trump’ın Nobel hayali içinde barış girişimlerinde daha aktif görünmeye çabaladığı iddialarında doğruluk payı olsa da nihai hedefin küresel nüfuz dengelerini ilgilendirdiği bir gerçek.
Kartların yeniden karılacağının işaretlerinin alındığı bu süreçte diğer oyunculardan Çin ve Avrupa Birliği’nin nerede, nasıl konumlanacağı belirsizliğini korumakta.
Nitekim, ABD’nin Rusya ile yakınlaşma denemelerinin derinlerinde esasen Çin’i yalnızlaştırma stratejisinin bir aşaması olduğu iddiaları da kabul görmeye başladı.
Tek hegemon
Eski gücünü yitirmekte olan ABD’nin Trump’la birlikte yeniden alevlenen hegemonya hırsı, uluslararası ilişkilerde yeni gerilimler yaratıyor diyebiliriz.
Çin’in engellenemeyen ekonomik yükselişi Amerikan rüyasını zafiyete uğratırken, Trump’ın ‘’ya tutarsa’’ mantığıyla, sıra dışı siyasi çıkışlarla yeni stratejiler denediği de görülüyor. Bu bağlamda olası bir Çin–Rusya yakınlaşmasını engelleme yönünde, en zayıf dönemlerini yaşayan Rusya’ya meşruiyet kazandırmaktan çekinmiyor.
Trump’ın kendi kamuoyundaki ciddi eleştirilere rağmen, başka çıkış yolu bulamayarak Putin’le uzlaşıya göz kırptığı mevcut koşullarda, akılları kurcalayan kritik soru, Çin kâbusunun ABD’yi ezeli rakibi Rusya’ya daha ne kadar yakınlaştırabileceğidir.
Yeni küresel restleşmede henüz kartlarını açmamış olan Çin’in hangi hamleleri yapacağı da belirsizliğini korumakta.
Restleşme
Washington’da yönetimler değişse de Çin dosyasının aynı kaldığını söylemek mümkün.
ABD, uzun zamandır Çin’in yükselişini durdurmak amacıyla Asya Pasifik hattını AUKUS, Beşgöz ve Quad gibi ittifaklarla kuşatarak, baskı altına almayı sürdürürken bunun yeterli olmayabileceği endişesiyle savaştan da söz edebilmekte.
Zaman zaman dile getirilen “savaş” tehdidine, Pekin’in cevabı ise her defasında oldukça net, “her cephede savaşa hazırız”.
Trump’ın Putin ile yakınlaşma adımları NATO, G7 ve AB çevrelerinde ciddi güvenlik endişesi yaratırken, Çin’in Kuşak ve Yol, Şanghay İşbirliği ve BRICS yapılanmalarıyla Batı’nın sinir uçlarına dokunmaya devam ettiği hissedilmekte.
Sıcak çatışma
İçinden geçmekte olduğumuz sonucu kestirilemeyen çatışmalı dönemde, “Soğuk Savaş” rekabeti yerini bölgesel sıcak çatışmalara bırakırken, vekalet savaşlarının, küresel rekabeti daha da keskinleştirdiği bir gerçek.
Ukrayna Savaşı, Trump’ın geçen hafta önerdiği son barış planına rağmen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni de ilgilendiren boyutta bizim kıyılara kadar uzanarak devam etmekte.
Yoğun saldırılar ve ateşkes girişimlerine karşın Gazze çatışması insanlık ve savaş suçları ile iç içe halen sürmekte. Filistin, Suriye ve Gazze için sözde barış dayatmaları bu anlamda Orta Doğu coğrafyasını her an patlamaya hazır bir hale sokmuş durumda.
Öte yandan, Pasifik coğrafyasında ABD-Çin gerilimi, Trump’ın kışkırtmalarıyla her an sıcak çatışmaya dönüşme eşiğinde görünmekte.
Mevcut tablo, yeni bir küresel savaş endişesini körüklemektedir.
Ders alınmayan iki büyük savaşa yol açan koşulların yeniden uç verdiği günümüzde, küresel boyutta barış seferberliği adımları atılamaması üçüncü büyük savaş ihtimalini güçlendirebilir.
İmkansız gibi görünse de siyasi aktörlerin ‘’barış içinde bir arada yaşama’’ anlayışına ikna edilmesi, insanlığın geleceği için hayati önem taşıyan ve denenmesi gereken bir seçenek olmalı.
Küresel satrançtaki yeni hamlelerin savaşı mı, barışı mı önceleyeceğini, barışa evrilme ümidimizi kaybetmeden beklemedeyiz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
