Annemle kaynanam aynı sene doğmuşlar, aynı sene de öldüler. Çok sık görüşemeseler de birbirlerini severlerdi. Ben de onları severdim.
Elbette kaynanamı kendi annem gibi sevmedim. Zaten bir başkasının annesine neden anne diyecektim ki, 30 yıllık evliliğimde bir kere bile demedim. Başkaları nasıl diyor diye de hep merak ettim.
Ben ailenin en büyüğüyüm. İki taraftan sülalemin de ilk torunuyum. O nedenle hiç kimseye abi ya da abla demişliğim yoktu çocukken, büyüyünce de demedim. (Akıl hocam ve gerçek dost Hulki Forta hariç. Ona olan sevgim eğer karındaşım bir abim olsaydı o kadar olurdu, o yüzden olmalı ona hep abi dedim ama sadece ona.) Amca, dayı, teyze, hala da demedim gerçekten akrabam olmayanlara. Akrabalarıma dedim, derim elbette.
Çerkes kültüründe akrabalık bağı bir iki kuşakla sınırlı değildir, sülale adı üzerinden giden feodal bir yapılanma hâlâ sürdürüldüğünden, yedi kuşak akrabalar yakın akraba sınıfından sayılır, dolayısıyla da hala ve amcalarının, dayı ve teyzelerinin sayısını bile bilemezsin.
Ben çift kültürlü olarak büyüdüm. Çerkeslikte olduğu kadar bol değilse de Türk kültüründe de dayılar amcalar, teyzeler, halalar boldur. Ancak, bırak 7 kuşağı, 70 kuşak geriye gidebilsen hiçbir kan bağı kuramayacağın kişilere de akrabanmış gibi hitap edersin, onlar da sana.
Pazarda tezgahtarın ablası, hastanede hemşirenin teyzesi oluverirsin. “Nereden geliyor bizim akrabalığımız?” diye soramazsın elbette çünkü o hitap aslında akrabalık vurgusu değil sevgi saygı gösterisidir Türkiye’de.
Saygı lafı biraz iğreti kaçtı o yüzden hadi sadece sevgi diyelim. O da olmadı aslında. Sadece yakınlık gösterme amaçlıdır desek daha doğru olacak. İyi de tezgahtar bana abla diyerek yakınlaşmaya çalıştığında domatesin daha kalitelisini mi veriyor? Doktor sana amca dediğinde daha iyi bir tedavi mi sunuyor? Demek ki özünde bir dostluk göstergesi de değil bu, sadece geleneksel alışkanlık.
Konu üzerinde azıcık da olsa düşününce bu söylemin daha çok köy kökenli olanlarda olduğunu, şehirleştikçe azaldığını hatta kaybolduğunu fark ettim (Bak gene Amerika’yı ben keşfettim.) Aslında bu tür hitap köyde ya da kentte yaşamakla alakalı da değil. Feodal ilişkiler içinde mi yoksa kapitalist düzende mi yetiştiğinle alakalı. Hala feodalsen bu hitapları yoğun biçimde kullanıyorsun. Birinci kuşak şehirliysen hitabı azıcık inceltip yenge hanıma ya da amca beye geçiyorsun. Beyden beyefendiye, hanımdan hanımefendiye geçiş de şehirleşmenin getirdiği dönüşümün eski ağız ifadeleri. (Ki onları da hiç sevmem, bey ve hanımın zaten ifade ettiğini “efendi” ekiyle de iyice pekiştirmenin kölelik düzenini temsil edişinden ötürü. İnsanlığın en büyük ayıplarından biri olan kölelik düzeni bozulalı şunun şurasında bir asır geçtiğinden dildeki etkileri hâlâ temizlenmedi elbette. O nedenle birisi en nazik biçimde “hanımefendi” ya da “beyefendi” diye söze giriştiğinde hemen atlayıp “Şimdi kim kimin efendisi oluyor?” diye sorasım geliyor da terbiyemi takınıyorum. Ancak kişilere adıyla seslenmek bizde ayıp sayıldığı için mecburen ben de isimlerin ardına bey ya da hanım ekini ulayarak konuşuyorum.) Sonuç olarak kentsoylular hâlâ beyli hanımlı konuşuyorlarsa da gerçekten akrabası olmayanlara yenge ya da dayı demiyorlar.
Akraba olmayana yönelik akraba hitapları hatta daha beteri baban olmayana baba, annen olmayana anne demeler bana hiç uymuyor. Kent soylu olduğumdan değil, mantığıma uymadığından. Çifte kültürle pekişmiş olsa da gelenek görenek falan işlemiyor bana. Demem ben kaynanama anne. Bana ne yaaa, onun evladı ona, benim anam bana…
Lise yıllarımda Falih Rıfkı Atay okurken bazı cümlelerini aklıma kazımıştım ki biri de şuydu:
“Öyle üzerinde uzun uzadıya düşünülmeden konulmuş kurallara uymayı boynuma borç saymıyorum.”
Ondan öğrendim, o gün bugündür boynuma borç saymıyorum ben de. Annem annemdir, başkasının annesi de başkasının annesidir. Sevdiğimin annesini de sevebilirim, sayabilirim de, eğer layıksa başımın üstünde de yeri olur. Ancak anne demem. Diyenler kendi annelerinin yüzüne nasıl bakıyor bilmem. Bence anneye ihanettir çünkü bu.
Artık kaynanan bile yokken nerden çıktı şimdi bu muhabbet de demeyin. Çıktı işte. “Gelenek göreneklerin de cılkı çıktı” diyenlere gıcıklığım ortaya çıktı, o kadar.
Feodalite öldü; kölelik düzeni geç ve güç de olsa tarihin çöplüğüne gömüldü. Kölelik yok olurken doğal olarak ağalık beylik de silindi gitti. Feodalizmin mirasçısı kapitalizmin bile cenaze namazı kılınmak üzere. Marks’ın dahi öngöremediği NEO düzende, beylik hanımlık gibi işçilik hizmetçilik bile sizlere ömür. Otomatlar sağ olsun, silip süpürdüler kapitalist çağın sınıflarını da isimlerini de…
Bırakın kaynın anası (kaynana) kaynın babası (kayınpeder) gibi sıfatları, artık insanlara adıyla seslenilmesinden bile geçildi, herifçioğlu öz oğluna “X” diyeli çok oldu. Yeni sistem çaktırmadan herkesi birer numaraya dönüştürmüşken, ben de kalkmış “Kaynanaya nasıl anne denir” diyerek ne demek istiyorum bilemedim ki.
Makinelerin insanlara hakimiyeti çağında artık tek bir gerçeklik var: AI (yapay zekâ). Bilsek de bilmesek de, kabullensek de reddetsek de, sevsek de nefret etsek de artık hepimiz onun kölesiyiz. Asıl patronların artık adı bilinmiyor, hepsi bir güzel AI ardına gizlendiler.
Epimiz ve topumuz yeni kölelik çağına hoş geldik ve de hoş bulduk.
Yalnız benim gibi sizin de kulağınıza tanıdık geliyor mu bu AI’nin Türkçesi: Ai, ai, aa-ii, aaa-iiii…
İlgili yazı:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
