Yeni Bir Harita
Gazze’deki son ateşkesin ardından bölgeye hâkim olan sessizlik, yüzeyde bir huzur havası taşısa da, derinlerde bambaşka bir dönüşümün habercisi gözükmekte.
Bu sessizlik, barışın değil, stratejinin sessizliğidir. Savaş uçaklarının gürültüsü yerini diplomatik müzakerelerin fısıltısına bırakmış, ancak güç dengeleri üzerindeki mücadele biçim değiştirerek devam etmektedir. Gazze’deki çatışmaların ardından ortaya çıkan tablo, askeri eylemlerin sona erdiği değil, nüfuz alanlarının yeniden tanımlandığı bir geçiş dönemini göstermektedir.
İsrail, bu süreçte kendisini artık yalnızca güvenliğini sağlamakla yükümlü bir devlet olarak değil, bölgesel statükonun tanımlayıcısı konumunda konumlandırmıştır. “Kalıcı güvenlik şeridi” oluşturma girişimi, bir zaferin değil, idari hâkimiyetin sürdürülebilir hale getirilmesinin aracıdır. Batı Şeria’da hızla genişleyen yerleşim faaliyetleri, Gazze’nin yeniden inşası bahanesiyle yürütülen altyapı projeleri ve sınır geçişlerinin tek taraflı kontrolü, bu stratejinin yeni evresini temsil etmektedir. Görünürde diplomasi sürdürülürken, fiiliyatta kontrol mekanizmaları daha derinleşmektedir.
Bu dönemin belirleyici özelliği, askeri üstünlüğün diplomatik meşruiyete dönüştürülmesidir. İsrail açısından sessizlik, kazanımlarını uluslararası hukuk ve insani yardım söylemleri üzerinden kalıcılaştırma fırsatı sunmaktadır. Bu durum, klasik savaş sonrası yeniden yapılanmalardan farklı olarak, barışın değil, istikrar adı altında yeniden düzenlenmiş bir hâkimiyet biçiminin inşasına işaret etmektedir.
Bölgesel Dengeler ve Yeni Sessiz Blok
Arap dünyasının bu sürece verdiği tepkiler, tarihsel bir yorgunluğu yansıtmaktadır. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, hem iç siyasi kırılganlıkları hem de ekonomik bağımlılık ilişkileri nedeniyle düşük profilli bir “denge politikası” izlemektedir. Katar gibi aracılar, Gazze’nin yeniden inşasında finansman sağlamayı teklif etseler de, bu girişimler politik bağımsızlık göstergesinden çok, bölgesel meşruiyet arayışına hizmet etmektedir. Arap Birliği’nin diplomatik refleksi zayıflamış; ortak bir siyasi söylem yerine, birbirinden kopuk ulusal ajandalar ön plana çıkmıştır.
Bu kırılgan yapı, Arap dünyasının bölgesel gelişmelere tepkisizliğini değil, derin bir çaresizliğini yansıtmaktadır. Çatışma yorgunluğu, zamanla sessizliğe dönüşmüş; sessizlik de statükonun sürdürülmesinin aracı haline gelmiştir. Suriye, iç savaşın mirasıyla kendi içinde kilitlenmiş; Lübnan, İsrail’le değil, ekonomik çöküşüyle mücadele eder hale gelmiştir. Böyle bir ortamda Filistin meselesi, artık uluslararası toplantıların dip notu olarak anılmakta, bölgesel bir kimlik sorunu olmaktan çıkıp bir diplomatik sembole indirgenmektedir.
ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımı, yönetim değişikliklerine rağmen istikrar göstermektedir. Washington artık bölgeyi doğrudan yönetmeyi değil, uzaktan dengelemeyi hedeflemektedir. Yeni yönetim, askeri varlığı minimumda tutarken diplomatik ve ekonomik araçlarıyla etkisini sürdürmektedir. Gazze’deki ateşkes, bu yaklaşımın bir tezahürüdür: görünürde insani bir müdahale, gerçekte ise jeopolitik mühendislik. Bu strateji, Irak ve Afganistan tecrübelerinden sonra şekillenen “uzaktan denetim” anlayışının Orta Doğu’daki kurumsal biçimidir.
ABD’nin bu politikası, küresel önceliklerin Asya-Pasifik eksenine kaydırıldığı yeni jeopolitik düzenle de uyum içindedir. Orta Doğu artık Washington açısından bir öncelik değil, yönetilmesi gereken bir istikrarsızlık bölgesi olarak değerlendirilmektedir.
Enkazdan Laboratuvara, Sessizlikten Deneye
Bu güç boşluğu, Çin ve Rusya gibi aktörler için yeni fırsatlar yaratmıştır. Çin, “barış arabuluculuğu” söylemiyle Orta Doğu’daki diplomatik görünürlüğünü artırmakta; özellikle Riyad-Tahran normalleşmesinde üstlendiği rol, Pekin’in bölgeye yaklaşımında yeni bir dönemi temsil etmektedir. Artık Çin yalnızca enerji tedarikçisi değil, enerji rotalarının, limanların ve dijital ağların yatırımcısı konumundadır. Bu durum, ekonomik nüfuzun diplomatik bir araca dönüştüğü yeni bir etkileşim biçimini ortaya çıkarmaktadır.
Rusya ise, Ukrayna savaşıyla meşgul olmasına rağmen, Suriye üzerinden bölgedeki askeri ve siyasi etkisini korumaktadır. Bu iki aktörün yükselen etkisi, ABD’nin doğrudan müdahaleden kaçındığı her durumda jeopolitik boşluğu doldurmaktadır. Böylece Gazze sonrası Orta Doğu, çok merkezli ama tek yönlü bir dengeye oturmuştur: ABD güvenliği garanti ederken, Çin ekonomiyi beslemekte, Rusya ise istikrarsızlığı yönetmektedir.
Bu tablo, bölgesel barışın teminatı değil, kırılganlığın yeniden üretimidir. Filistin meselesi giderek uluslararası ajandanın marjına itilmekte, Gazze’nin yeniden inşası için toplanan fonlar altyapıdan çok algıya hizmet etmektedir. Batı başkentlerinde düzenlenen “yardım konferansları”, insani nitelikten ziyade diplomatik yatırım aracı haline gelmiştir. Böylece dünya, yıkımın insani boyutuna değil, bu yıkımın kimin eliyle yeniden inşa edileceğine odaklanmaktadır.
İsrail açısından bu dönem, fiilî zaferin kurumsallaştırılması anlamına gelmektedir. Askerî üstünlük diplomatik normalleşmeyle birleşmiş; Abraham Anlaşmaları’nın genişlemesi, Arap dünyasındaki sessiz kabullenişi daha da derinleştirmiştir. Bu durum, bölgenin geleceği açısından temel bir soruyu gündeme taşımaktadır: Sessizlik, gerçekten bir çözüm mü, yoksa yeni bir kırılmanın önsözü mü?
Sessizliğin Ardındaki Yapısal Gerçek
Orta Doğu’daki sessizlik, yüzeysel bir dinginliğin ötesinde, bölgesel güçlerin yeniden konumlandığı bir geçiş dönemine işaret etmektedir. Bu sessizlik, kalıcı barışın değil, sürdürülebilir kontrolün aracı haline gelmiştir. Diplomatik söylemler, güç ilişkilerini perdelemekte; barışın dili, hâkimiyetin meşruiyet aracına dönüşmektedir.
Bu tablo, aslında uluslararası sistemin yapısal dengesizliklerini yansıtır. ABD’nin uzaktan denetimi, Çin’in ekonomik yayılımı ve Rusya’nın istikrarsızlık yönetimi, bölgeyi kendi iç dinamiklerinden koparmaktadır. Filistin meselesi, küresel güç rekabetinin yan ürünü haline gelirken, bölge halkları kendi kaderini belirleme kapasitesinden giderek uzaklaşmaktadır.
Bugün Orta Doğu’da yaşanan sessizlik, kısa vadede istikrarı sağlayabilir; ancak uzun vadede kalıcı bir çözümün değil, yeni gerilim hatlarının hazırlayıcısı olacaktır. Çünkü bu coğrafyada barış, çoğu zaman savaşın yeniden tanımlanmış biçimidir.
Fotoğraf: Birleşmiş Milletler
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
