Türkiye siyaseti, “normalleşme” ve “çözüm” gibi kulağa hoş gelen kavramların etrafında dönen bir girdaba kapılmış durumdadır.
Kamuoyuna yansıyan parlak vitrininde, silahların susması, anaların gözyaşlarının dinmesi ve ülkenin terörün pençesinden kurtulması gibi ulvi hedefler sıralanıyor. TBMM’de kurulan komisyon, bu oyunun Meclis çatısı altında oynandığını kanıtlayıp meşruiyet kılıfı giydiriyor. Spot ışıklarını ise, bir anda “aydınlanma” yaşamış gibi alkışlanan Devlet Bahçeli çekiyor. Yüzeyde her şey pürüzsüz: Türkiye barışa, kardeşliğe yelken açıyor.
Ama bu yelken, rüzgârın nereden eseceğini bilmeden açılmış bir yelken; fırtına aniden kopabilir. Madalyonun öteki yüzü ise, bu parlak vaatlerin altında ezilen karanlık bir gölge. Her şeyden evvel, süreç şeffaflıktan o kadar uzak ki, adeta bir sis perdesi ardında gizleniyor. Kapalı kapılar ardında, Abdullah Öcalan’la birlikte yürütülen müzakerelerden söz ediyoruz. Evet, o Öcalan ki, yıllarca “bebek katili” diye anılan, idam fermanı verilen, bizzat Bahçeli tarafından ipi atılan bir figür. Bu gizlilik, sürecin doğasını ve son durağını sorgulatıyor; haklı bir güvensizlik dalgası yaratıyor.
Erdoğan’ın bu işe bulaşması da, siyasi faturasının sıfır olacağını hesap ederek ya da öyle ikna edilerek gerçekleşmiş gibi. Peki, bu “sıfır fatura” garantisini kim verdi? Hangi kulislerde, ne karşılığında? Hatırlayın, 2015’te “Çözüm Süreci”nin çöküşüyle ülke kan gölüne dönmüştü; o zaman da “terörsüz Türkiye” vaatleri vardı ama sonuç? Binlerce can, yıkılmış köyler ve derin yaralar.
Bugün aynı senaryonun tekrarı mı oynanıyor, yoksa bu sefer farklı mı? Farklılık, sadece aktörlerin kostüm değiştirmesi mi? Asıl düğüm, bu sürecin sahiplerinin dünüyle bugünü arasındaki o çarpık aynada yatıyor. Daha iki yıl evvel, aynı PKK, Öcalan ve Demirtaş isimleri üzerinden dönemin ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na karşı zehir zemberek bir linç kampanyası yürütülüyordu. “Terörle iş birliği” ithamları havada uçuşuyordu. Bu düzmece, kurgu sayesinde seçim sonuçlarına etki edilmişti.
Bugün ise aynı sesler, barış elçisi kılığına bürünmüş, el sıkışıyor. Bu 180 derecelik dönüşün siyasi bedeli ne olacak? Yargı kapılarını aşındıracaklarını sanmıyorum zira yargı da aynı senfoninin bir parçası artık. Ama en azından bir öz eleştiri, bir “yanlış yaptık, helalleşelim” deme cesareti beklenemez mi? Siyasetin her köşesinde “kul hakkı” nutukları atanlar, bu ulusal travmanın muhasebesini neden yapmıyor? Binlerce ailenin acısını, şehitlerin hatırasını hiçe sayarak “normalleşiyoruz” demek, samimiyetsizliğin ta kendisi. Ben diyorum ki, bu öz eleştiri yapılmazsa, barış değil, sadece bir “ateşkes” olur; yarın yine alevlenir. Başlangıçta “ihtiyatlı iyimser” diye yaklaşanlar -ki ben de onlardandım- bile ortadaki temel çelişkiyi yutamıyor. Türkiye bir yandan Kürt sorununu çözme iddiasındayken, diğer yandan otoriterleşme hız kesmeden yol alıyor. Hukuk devleti erozyona uğruyor, basın susturuluyor, muhalif sesler zindanlara atılıyor.
Temel haklar, özgürlükler güvenceye alınmadan kalıcı barış nasıl inşa edilecek? Demokratikleşme olmadan, Kürt vatandaşlarımızın kültürel hakları tanınmadan, hatta ana dilde eğitim kapısı aralanmadan neyin “çözümü” bu? Zira, ortada böyle net bir talep var. Hatırlayın, 1990’larda benzer vaatler yapılmıştı; ama DEP milletvekilleri hapse atılırken, faili meçhuller artarken “çözüm” nerede kaldı?
“Özgürleşme” hamlesi
Süreç, sadece silahı susturmakla kalmamalı; zihinleri de özgürleştirmeli. Yoksa, bu barış “otoriter rejimin kalkanı olur.” Silahların susması hayırlı ama asıl mesele siyasi hesaplar. Evet, aynen öyle. Bu süreç, belki Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası mecburi ittifaklarından sıyrılıp “özgürleşme” hamlesi; o darbe girişiminden beri sırtındaki yüklerden kurtulma çabası. Ama asıl özgürleşen, siyasi kariyerinin en akıl almaz, anlaşılmaz çıkışını yapan Bahçeli. Bu dönüşümün arkasında ne var? Bahçeli’nin bu manevrası, Erdoğan’a anayasa değişikliği için koltuk değneği mi uzatıyor? AKP’li yetkililerin “normalleşme” nutukları da, partinin bu oyundan istediğini kaptığını fısıldıyor. Süreç, Erdoğan’a 31 Mart yenilgisinin acısını unutturma, sahalara coşkulu dönüş ve yeni bir kutuplaşma dalgası için zemin hazırladı. O kötü günler çoktan geride kaldı.
Pragmatik siyaset işte; dün “terörle mücadele” diye oy toplayanlar, bugün “barış kahramanı” kisvesiyle alkış topluyor. Bu açıdan, Erdoğan, sürece “katkı” koyanlara –kim olursa olsun– teşekkür borçlu.
Bahçeli, rejimin ebediyetini mühürlemek için mi bu oyunu sahneliyor? Yoksa, gerçekten toplumsal bir barış mı kuruyorlar? Silahlar susarken, zihinlerdeki fırtına şiddetleniyor. Bu soruların cevapsızlığı, sürecin sahiplerine hizmet ediyor; ama halka değil. Barış, şeffaflık ve adalet olmadan sadece bir illüzyon. Gerçek çözüm, cesur bir helalleşme ve demokratik reformlarla gelir. Yoksa, bu yelkenli, fırtınada karaya vurur ve biz yine enkazın başında kalırız. Zaman, bu cevapsız soruları çözme vakti; yoksa tarih bizi affetmez.
Süreç, şimdilik sadece sahiplerine hizmet ediyor gibi görünüyor.
Fotoğraf: MHP X hesabı
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
