Netanyahu’nun Erdoğan’a salladığı parmak-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Gazetelerde alelade bir haber gibi yer aldı. Fakat nerede ve nasıl olduğu pek yazmadı. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mesut Yılmaz ile anısına atıf yaptığı konuşmayı kastediyorum.
Netanyahu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun İsrail ziyaretine ilginç bir gezi ekledi. “Antik Kudüs” ya da “Davut Şehri” denilen, arkeolojik kazıların arasından yürüyüp, açılışı birlikte yaptılar. Kurdelasını kestikleri “Hacılar Yolu”, 2 bin 500 yıl önce, Yahudiliğin İkinci Tapınağı’nı ziyaret edenlerin geçtiğine inanılan tünellerden ve yollardan oluşan bir yerdi. İkinci Tapınak, Babillerin yıktığı Süleyman Tapınağı’nın yerine kurulmuştu.
Ziyarete, ne ulusal ne uluslararası basın alındı. Netanyahu, Mesut Yılmaz’ın İsrail ziyaretine konuyu getirip, “O zamanlar Türkiye ile harika ilişkilerimiz vardı” dedi. Mesut Yılmaz’a “Sizden bir iyilik istiyorum” dediğini söyledikten sonra, “Ona az önce geçtiğimiz tünelde bulunmuş İbranice bir yazıtı (Siloam yazıtını) anlattım” diye devam etti.
Sözünü ettiği tünel, Kudüs’ün altındaki su kanallarını birleştiriyordu. Yazıt da bunu anlatıyordu. Netanyahu “İsrail’de bulunan en önemli arkeolojik keşif” dediği yazıtın karşılığında Mesut Yılmaz’a İsrail müzelerindeki bütün Osmanlı eserlerini vermeyi teklif etmişti. Yılmaz bunu reddetmişti. Netanyahu’nun anlattığına göre, reddin gerekçesi, o dönem belediye başkanı olan Erdoğan’ın ardında biriken İslamcı kitlenin tepkisinden çekinmesiydi.
Elbette ki konu aslında Yılmaz değil Erdoğan’dı. Netanyahu, konuşmasını oraya getirip bağladı: “Burası sizin değil bizim şehrimiz Erdoğan, daima öyle kalacak, bir daha bölünmeyecek.”
“AKP’nin gündeminde bir süredir “eğitim” var.
Aslında iktidara ilk geldiği 2002’den bu yana “eğitim” başlığı sürekli olarak AKP’nin gündemindeydi.
“28 Şubat ürünü” olarak görülen sekiz yıllık kesintisiz eğitim, parti tabanında ve yönetiminde büyük tepkiye yol açıyordu.
Bu sistemin tamamen imam hatipler ve meslek liselerinin önünü kesmek için getirildiği yorumları yapılıyordu.
Önce katsayı engeli kaldırıldı, ardından büyük tartışmalar eşliğinde eğitim sistemi değiştirildi. “4+4+4” olarak özetlenen sisteme geçilerek, 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi başlatıldı. Bu sistemin özelliklerin biri, ortaokul ve liselerde eğitim süresinin uzatılması, okullar arasındaki katsayı farklarının bütünüyle kalkması, uzmanlığa dayalı eğitim verilmesiydi.
Ancak sistem öyle bir hale geldi ki zamanla üniversiteler meslek liselerine döndü. Meslek lisesi ve imam hatiplere çocuklarını göndermek istemeyenler zorunlu olarak özel okullara yöneldi. Ara eleman yetişmemeye başladı. İmam hatipler ve imam hatiplilerin sayısı da hızla arttı.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bir süredir 12 yıllık eğitimden vazgeçilmesi gerektiğine yönelik açıklamalar yapıyor.
Tekin, bu konudaki çalışmaları AKP’nin son MKYK toplantısında da anlattı. Bakanlığın üzerinde çalıştığı taslakta, eğitim süresinin 4+4+2 şeklinde düzenlenmesi, isteyenlerin 2 yıl daha okuması üzerinde duruluyordu.
Kulislere yansıyan iddialara göre, MKYK toplantısında bunun da ötesine geçen öneriler gündeme geldi.
Artık usta ve çırak yetişmediğini vurgulayan bazı AKP’liler, “4+4” şeklinde zorunlu eğitimin yeterli olacağını, hatta ortaokuldaki zorunlu eğitim süresinin bile kısaltılabileceğini söyledi. Böylece lise ve üniversitelerde de dönüşüm yapılabileceğini savundu.
Ancak öneriler bununla bitmedi.
Bazı MKYK üyeleri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın dini hassasiyetleri daha fazla gözetmesi gerektiğini de söyledi.
Yine kulislere yansıyan iddialara göre, bazı MKYK üyeleri, zorunlu din derslerinin yanında seçmeli olarak verilen dini eğitim, değerler eğitimi gibi derslerin de zorunlu hale getirilmesini istedi. Müfredatın buna göre düzenlenmesi gerektiğini savundu.
Özel okullarda bu derslere yönlendirme yapılmadığı, bu nedenle özel okulların müfredatında da derslerin zorunlu tutulması gerektiğini ifade etti.
Hatta özel okullarda çalınan bazı marşlardan duyulan rahatsızlık dile getirilerek, tek parti döneminden kalma bu marşların çalınmasının da kontrol altına alınması gerektiği ifade edildi.”
ABD kara operasyonu için İsrail’e ne demiş?Abdulkadir Selvi (Hürriyet)
“ABD Dışişleri Bakanı Rubio, İsrail’i ziyaretinde başına kipa takıp, soykırımcı Netanyahu ile birlikte Ağlama Duvarı’nı ziyaret edip dilek diledi.
Rubio, Küba kökenli, katolik bir Hıristiyan. Kipa takması gibi bir zorunluluğu yok. Zaten her Yahudi de kipa takmıyor. Ama dünyanın gözü önünde kipa takıp, katil Netanyahu ile Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti, oradan Mescid-i Aksa’nın altında devam eden kazıların olduğu
tünele girdi.
Netanyahu, “Rubio, ABD’nin desteğini göstermek için İsrail’i ziyaret etti” dedi.
Rubio’dan önceki ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da 7 Ekim’den sonra İsrail’e “Bir Yahudi olarak geldim” demişti.
ABD Başkanı Trump, 20 Ocak’ta görevi devraldı. Bu arada Netanyahu, Beyaz Saray’da üç kez ağırlandı. Netanyahu bu ay içinde dördüncü kez Beyaz Saray’ı ziyaret edecek. Netanyahu’nun Beyaz Saray’da kalış süresi neredeyse Trump’a yaklaştı. Bu dünyaya bir mesaj.
Tüm bunları niçin yazdım?
Şimdi biz kalkıp bu Amerika’dan Gazze’de ateşkesi sağlamasını, adaletli olmasını bekleyeceğiz! Buna kargalar bile güler.
Sorun tek başına İsrail sorunu değil. Sorun aynı zamanda ABD sorunu. Gazze’de ABD-İsrail ortak yapımı bir katliamı izliyoruz.
Sorun sadece soykırımcı Netanyahu değil. Sorun aynı zamanda Trump sorunu.
Önceden ABD, İsrail’in gücünün sınırlarını belirlerdi. Şimdi İsrail, ABD’nin ne yapacağını tayin ediyor.
Önceden ABD başkanları, İsrail başbakanlarına ayar verirdi. Şimdi İsrail Başbakanı, Amerikan başkanlarının konumunu belirliyor. Piramit dersine döndü. İsrail amir, ABD memur.”
Aleviliğin hukuk ve adalet anlayışının dönüşümü nasıl gerçekleşti?-İsmail Pehlivan (halktv.com.tr)
“Günümüzde Alevi toplumunun geleneksel inanç ve toplumsal yapısı sistemli iç ve dış stratejilerle dönüştürülerek, iç hukuk sisteminin (ikrar, musahiplik, görgü cemi, düşkünlük) işlevsiz bir hal almasına neden olmuştur. Geçmişte devletin resmi mahkemelerinden uzak duran ve kendi iç adalet mekanizmalarını işleten Aleviler, bugün bambaşka bir sosyal gerçeklikle karşı karşıya kalmıştır. Geleneksel Alevi hukukunu temsil eden kurum olan Ocak Sistemi’nin erozyonu sosyal denetimin zayıflamasına yol açmıştır. Kent yaşamında bu kurumun hayat bulacak koşullardan mahrum olması, Alevilerin inanç ve sosyal yaşamında büyük değişimlere neden olmuştur.
Alevilik’te Görgü Cemi, Cem’de rızalık ilkeleriyle buluşan canların birbirleriyle helalleşmesini, varsa küskünlüklerin giderilmesini ve manevi hesaplaşmaların yapılmasını sağlayan önemli bir ritüeldir. Bu cemler, Alevi inancının temel ahlak kurallarını oluşturan “eline, beline, diline; işine, aşına, eşine; özüne, sözüne, gözüne sahip olma” ilkelerinin toplumsal düzeyde uygulanış biçimi olarak görülür. Görgü Cemi, sadece bireysel bir arınma değil, aynı zamanda toplumsal bir düzenleme işlevi de görürdü. Cem’e giren her can, diğer canların tanıklığında, kendi vicdanı ve inancı doğrultusunda sorgulanırdı. Bu sorgulama, sorunların, hataların ve olumsuz davranışların ortaya dökülerek çözüme kavuşturulmasını sağlardı.
Kentleşmede Görgü Cemi’nin işlev kaybı, Alevilerin birbirine yabancılaşmasını tetikledi. Kırsal Alevi topluluklarında, Cemevi ve Dedeler, bir tür mahkeme işlevi görüyordu. Topluluk içinde yaşanan anlaşmazlıklar (mülkiyet, aile içi sorunlar, kavgalar vb.) Görgü Cemi divanı tarafından sorgulamalarla ele alınıyordu. Dede, hem bir yargıç, hem de arabulucu olarak sorunları çözüyor, toplumsal huzuru sağlıyordu. Kentleşme ile birlikte bu toplumsal denetim mekanizması işlevsiz hale geldi. Bireyselleşen kent yaşamı, topluluğun birey üzerindeki denetim etkisini olanaksız kıldı; Anadolu Aleviliği’nin geleneksel kurallarının geçerliliğini yitirmesine yol açtı.”
MHP ile “paralel yapı” gerilimi-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Gerilim” demem yerinde mi, tartışılır.
Cumhur İttifakı içinde Ak Parti – MHP, ya da Erdoğan – bahçeli ilişkileri mutlu – mesut ilerliyor görüntüsündeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Devlet Bahçeli arasında zaman zaman yarım saatlik görüşmeler oluyor, saygılı görüntüler sergileniyor ve özellikle Bahçeli’nin “Cumhur İttifakı’nın gücü”ne ilişkin sözleri medyaya yansıyordu.
Ancak son hafta, özellikle Emniyet’teki tayinlerin ardından Bahçeli dahil pek çok MHP noktasından “paralel yapı uyarıları” geldi. Bazılarında “15 Temmuz’dan ibret alınmadı mı?” gibi sert sorgulamalar vardı.
Emniyet ve Yargı’da FETÖ yapılanmasının tasfiyesinden sonra başka yapılanmalar olduğu iddiası öteden beri vardı. Daha çok iktidarın Ak Parti kanadının Gülen grubu yerine farklı dini grupları ikame ettiği iddiaları oluyordu.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de büyük tasfiye olmuş, her kademede yeni kadrolar oluşturulmuştu.
Bütün bu yapılanmalar “nötr” nitelikte miydi, böyle bir “nötrlük” Türkiye için tasavvur edilebilir miydi, yoksa birileri tasfiye olurken, yerlerini yine renkleri – çizgileri belli, ama iktidar iradesinin sırtını dayamakta beis görmeyeceği çevreler mi dolduracaktı?
Sonuçta iktidarın iki ana belirleyeni Ak Parti ve MHP, lider olarak da Erdoğan ve Bahçeli vardı.
Onların siyaset anlayışının bu kadrolaşmalarda belirleyici olması da tabii idi.
Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı ve Yargı gibi stratejik – hassas devlet kurumlarındaki yapılanmalar…
Devlet Bahçeli ısrarla, Cumhur İttifakı içinde bulunmakla birlikte “İktidar”dan bir beklentileri olmadığını söylemekteydi. O zaman TSK, Emniyet ve Yargı’daki yeni kadro oluşumları tamamen Erdoğan inisiyatifinde mi gerçekleşmekteydi?
Son itirazlar, MHP’nin devlet içindeki kadro oluşumlarını gözetim altında tuttuğunu gösteriyor.
Emniyet’teki tayinler bir patlama zemini oluşturmuş görünüyor.”
Hukuk ve Adanalı gençler-Fikri Sağlar (BirGün)
“Mutlak Butlan davası ertelendikten sonra beklenen oldu. CHP’yi karıştırmak adına” Pazar günü yapılacak 22. Olağanüstü Kurultayına da “taş konulmak” istendiği haberleri etrafı sardı. Nereden anladık, Ak ve Kara Troller klavye başına geçerek asılsız haber yayınına başladılar. İçeriden dışarıdan beslenen yandaşlarıyla yaklaşık 900’e yakın Kurultay delegesinin noter kanalıyla verdikleri imzayı yok sayarak, toplanacak olan Olağanüstü Kurultayı baltalamaya çalışıyorlar. Yaratılan bu tantana üzerine olağanüstü kurultayın yapılmaması için ilçe seçim kurullarına başvuru yapan delegeler olmuş ve daha da olacakmış. Yapılan beyhude bir arsızlık. Çünkü bu Kurultay durdurulamaz.
Nedenini, “Siyasi Partilere bakan Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ve önceki YARSAV Başkanı” Ömer Faruk Eminağaoğlu’n görüşleriyle aktaralım. Eminağaoğlu diyor ki; “CHP Tüzüğüne göre “Olağanüstü kurultay çağrısını yapabilmek için delege tamsayısının en az %50+1 imzası gerekiyor. Noter huzurunda yapılan çağrı gündeminde güvenoyu ve seçim talebinde olabilmeli” Ayrıca Tüzük, delege imzalarının 15 gün içinde toplanması ve 15 günden sonra 7 gün içinde ilgili ilçe seçim kuruluna verilmesi, aksi takdirde 15 günden sonra verilen imzalardan vazgeçmelerin sonuçsuz olduğunu belirtiliyor. (Md 48/3)”
Eminağaoğlu devamla; “Yeterli sayıda imzanın toplanması ve toplanan imzanın genel merkeze teslimi demek, delege imzaları ile bir “TOPLU KARAR” alınmış olması, bu kararın da daha ilk gün alınması anlamına geliyor. Bu yenilik doğurucu bir karar olduğu, böylece sonuç gerçekleştiği için partiyi ve herkesi bağlıyor. Bağlayıcı bu durum ilk gün ortaya çıkınca, 15 gün beklemek gerekmiyor. (AYM, 2004/2 E, Sayfa 3) Dolayısıyla BAŞLAYAN OLAĞANÜSTÜ KURULTAY SÜRECİ DURDURULAMAZ.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: