Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Günlük

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
Son güncelleme: 12 Eylül 2025 19:55
Medya Günlüğü
Paylaş
Paylaş

12 Eylül cuntasından bugüne ulaşan ruh-Işık Kansu (Cumhuriyet)

“12 Eylül 1980, yurt, can ve demokrasi kırımının günüdür.

General Kenan Evren’in liderliğinde gerçekleşen işbirlikçi darbe; 12 Mart muhtırasının devamı niteliğindedir ve bugün doruğa ulaşmış karşıdevrime doğrudan kaynaklık eder.

12 Eylül faşist cuntası, 1970’li yıllarda toplumsal muhalefetin giderek yükseldiği, demokratik istemlerin Bülent Ecevit’in liderliğindeki CHP’nin oy oranının artışına yerelde ve genelde büyük ölçüde yansıdığı bir dönemin hemen ardından gerçekleştirildi.

12 Eylül öncesinde Türkiye, gençliğin birbirine düşürülmesi, siyasetin istikrarsızlaştırılması yoluyla bilerek ve isteyerek darbeye sürüklendi. Başta aydınlar olmak üzere binlerce insanın sokaklarda katledildiği (1974-1980 arası öldürülen yurttaş sayısı 5 bin 388’dir. Bkz: Muzaffer İlhan Erdost- Kan ile Kardeş), CHP lideri Bülent Ecevit’in bile canına kastedilen girişimlerin gerçekleştiği bu süreçte ülkenin bağımsız davranabilme ve yönetilme yetisi zayıflatıldı.

Darbeye giden yolda; Kahramanmaraş katliamı, Çorum olayları gibi, toplumu bölerek çatışmaya sürükleyen kanlı kurgularda doğrudan dış ve iç kışkırtıcı odaklar vardı.

ahramanmaraş katliamı başlamadan önce, bu ile çok sayıda milli piyangocu kılığı altında ajan provokatör gelmişti ve olayları kışkırtanların başında ABD Büyükelçiliği’nde ikinci sekreter olarak çalışan Gene Cyristy olduğu çeşitli kaynaklarda gündeme getirilmişti. (Bkz: Muzaffer İlhan Erdost- Türkiye’nin Kararan Fotoğrafları)

Dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in, gazetemiz Cumhuriyet için yaptığımız söyleşide bize anlattığı bir ABD’li diplomatın girişimleri de bir başka örnektir:

Büyük bir Alevi-Sünni çatışmasına dönüştürülmek istenen Çorum olayları öncesinde, ABD Ankara Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Alexander Peck, Amasya ve Çorum’da incelemeler yapar. Konu, Hasan Fehmi Güneş’e, CHP’li Amasya Belediye Başkanı Gündüz Türem tarafından aktarılır. ABD’li Peck, belediye başkanına “Buraların demografik yapısı çok ilginç. Geziyorum bu bölgeyi, doğası çok güzel” dedikten sonra şu sorulara yanıt aramıştır:

“Burada bir çatışma çıkarsa nereden çıkar? AleviSünni çatışması mı çıkar, işçi-işveren çatışması mı çıkar? Kömür ocağında bir göçük olursa, çalışanlarla aileleri ile işveren arasında mı çatışma çıkar? Sağ-sol arasında mı çıkar? Nedir buradaki durum?” (Bkz: Cumhuriyet-25 Ocak 2013)

Aynı Peck, daha sonra Trabzon’a gider ve benzer çalışmalar yapar. Güneş’e göre, Peck, Amerika Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) ajanıdır.”

Diyarbakır-İstanbul hattında Merve bebeğin şüpheli ölümü: Yenidoğan skandalının merkezindeki hastanede neler yaşandı?-Tolga Şardan (T24)

“İstanbul’da geçen yıl patlak veren “yenidoğan skandalı” henüz belleklerdeki tazeliğini koruyor.

İki ayrı dosyanın birleşmesiyle yargılama halen devam ediyor. Mahkemenin yaptığı değerlendirmeler sonrasında cezaevinden tahliye ettiği sanıklar var.

Bu konuda yeni bir dosyaya ulaştım. Konunun merkezinde yine yenidoğan soruşturmasında yer alan hastaneler arasındaki Özel Şafak Hastanesi.

Okuduğum dosyada, yine bir bebek ölümü var. Ancak bu defa işin içeriği farklı.

Diyarbakır’da dünyaya gelen bir bebeğin “katarakt” ameliyatı olması gerektiğinin ifade edilmesiyle başlayan ve Sağlık Bakanlığı’na ait özel uçakla İstanbul’a götürülüp tedavi edilirken birden yaşama veda etmesiyle sonuçlanan bir süreç…

Detayları aktarayım vakit geçirmeden.

Merve bebek; 5 Ağustos 2016 günü, Münevver ve Veysi Baci çiftinin evladı olarak Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde dünyaya gözlerini açtı.

Henüz hastaneden taburcu olmamışken, doktorlar ameliyat nedeniyle tedavisi devam eden anne Münevver Baci’ye, Merve bebeğin gözünde “katarakt” bulunduğunu ve ameliyat için İstanbul’a gönderilmesi gerektiğini aktardı.

Tedavisi nedeniyle sağlık sorunu devam eden Münevver Baci, bebeğinin İstanbul’a gönderilmesine onay vermedi. Bunun üzerine hastane yönetimi, baba Veysi Baci’ye ulaşarak onay talebinde bulundu.

Baba Veysi Baci ise diğer evladının yaşadığı sağlık sorununun tedavisi için Batman’daydı. Merve bebeğin İstanbul’a gönderileceğinden haberdar olmasıyla birlikte Batman’dan yola çıkan Veysi Baci, Diyarbakır’daki hastaneye geldiğinde sürprizle karşılaştı.

Hastane yönetimi, babaya açıklama yapmak yerine doğrudan Diyarbakır Havaalanı’na gönderdi. Baba Baci, ne olduğunu anlamaya çalışırken, kızının İstanbul’a uçuş için bekleyen Sağlık Bakanlığı’na ait özel uçağa bindirildiğini gördü.

Baba Baci, kalkış hazırlıkları yapan uçağa yerleştirilen henüz 10 günlük bebeğini görmek istediğini söyledi. Ancak uçağa gidişin yasak olduğu belirtilen Baci’ye hiçbir açıklama yapılmadan görevliler tarafından uçuş öncesinde seyahat onayı alındı.

Baba Veysi Baci, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Merve bebek, Sağlık Bakanlığı personeli aracılığıyla İstanbul’a götürülerek o dönemde adı Özel Bağcılar Tekden Hastanesi’nde tedaviye alındı.

Bu arada hastanenin adı daha sonra Özel Şafak Hastanesi olarak değiştirildi ve geçen yıl ortaya çıkarılan yenidoğan soruşturması merkezinde yer aldı.

Doğum sonrasından hastaneden taburcu edilmeyen Merve bebeğe henüz kimlik çıkartılacak zaman bile olmamıştı. İstanbul’daki hastane yönetimi, Baci Ailesi’ne ulaşıp bebeğe kimlik kartı çıkartılması talep edildi.

Aile, henüz iki haftalık olmamış bebeğe kimlik kartı çıkartma işlemini yürütürken, acı haberi aldı maalesef.”

İşte Ankara’da konuşulan Suriye raporu-Uğur Ergan (halktv.com.tr)

“Neredeyse hemen her gün ayrı bir kuruluştan gelen anketler gösteriyor ki, CHP’ye yargı yoluyla yapılan siyasi operasyonlar, AKP-MHP iktidarındaki erimeyi durduramıyor. Aksine fark, ana muhalefet CHP lehine daha da açılıyor.

Bu durum karşısında sinirleri iyice bozulan AKP ve minik ortağının büyük umutlarla sarıldığı “Terörsüz Türkiye” projesinde de işler beklenildiği gibi gitmeyince, iktidarın siyasi agresifliği iyice artıyor.

Cumhur İttifakı ile projeyi birlikte yürüttükleri DEM Parti ve terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’dan son dönemde gelen farklı farklı açıklamalar da bunu net şekilde ortaya koyuyor.

Projenin ülke içinde inandırıcı bulunmamasının önemli nedenleri olarak, “CHP’ye yönelik birbiri ardına gelen operasyonlar; iktidarın her alanda antidemokratik uygulamaları; DEM tabanının Erdoğan ve Bahçeli’ye güven duymaması ve belki de en önemlisi iktidarın bu açılımı Kürt meselesinin çözümü için değil Erdoğan’ın ömür boyu Saray’da kalabilmesine yol açacak Anayasa değişikliğinde DEM’in ve Kürt seçmenin desteğini almak amacıyla yaptığı algısının toplumun her kesiminde kabul görmesi” sayılabilir.

“Terörsüz Türkiye” projesinin, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle ilgili doğrudan bağlantılı olduğunu daha önce yazmıştık. Ancak Suriye sahasından gelen bilgiler de iktidarın beklediği gibi değil.

Yazacaklarım devletin konuyla ilgilenen birimlerinin son dönemde Suriye sahasına ilişkin değerlendirmeleriyle ilgili. Elbette Suriye’de nelerin olup bittiğini değerlendirirken, her durumda İsrail faktörünü asla akıldan çıkarmamak gerektiğinin altını kalın şekilde çizmeyi unutmamamız gerekiyor.

İhtimaldir ki, Saray’ın da önüne gitmiş değerlendirme silsilesini en önemlisinden başlayarak sıralayalım:

ARTIK CENTCOM DEVREDE: Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’nin kuzeyi ile ilgili Washington’dan Türkiye’nin görüşlerine benzer açıklamaların gelmesi ve SDG’yi El Şara ile görüşmeye zorlayan tutumun nedeni, ilk başta iplerin ABD Dışişleri Bakanlığı’nın elinde olmasından kaynaklandı. Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın da iktidarı hoşnut eden açıklamalarının nedeni buydu. Ancak bundan rahatsız olan Pentagon devreye girdi ve ipleri yeniden eline aldı. Artık Suriye’nin kuzeyinde CENTCOM (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) devrede. (CENTCOM Komutanı Oramiral Brad Cooper’ın SDG’li Mazlum Abdi ile görüşüp, ABD’nin SDG’ye desteğinin süreceğini açıklaması bunun kanıtı.)”

Faizi tesettüre soktuk-Yusuf Ziya Cömert (Karar)

“Evet, ‘içtihat kapısı’ kapalı. Kimse ‘içtihat’ etiketini kullanarak din hakkında bir şey söyleyemez. Söylerse başına iş alır. Reformculuk, sapıklık gibi ithamlar tepesinden aşağı boca edilir.

Söylemeden yapacaksın. Kafanı aşağı eğip mırıldanacaksın. İçtihat miçtihat demeyeceksin.

Ecdadımız değişik dini güncelleme metotları bulmuşlar, tatbik etmişler. Dini eğer muktedir olan kim ise, onun işine gelecek şekilde güncellersen başın belaya girmiyor.

Ulemamız da bu konularda tecrübeli. Ve o engin tecrübe bir inkıtaa uğramadan bugünlere kadar ulaşmış.

Halkımızın değişen şartlara intibak kabiliyeti de fena değil.

“Muamele-i Şer’iye” tarihi bir örnek.

Para vakıfları üzerinden bir borç ilişkisine giriyorsunuz.

Diyelim vakıftan yüz lira borç alıyorsunuz.

Vakıf size yüz lirayı verirken yanı sıra kıymetsiz bir şeyi mesela bir kalemi size 10 liraya satıyor. Alınıp verilen eşyayı ve miktarları ben uyduruyorum. Ama ‘muamele’ böyle.

Vade dolduğunda borcunuz olan 100 lirayı ödüyorsunuz. Kalem için de 10 lira ödüyorsunuz. Böylece faizli işlem yapmamış oluyorsunuz.

Anadolu’nun bazı bölgelerinde bu işlem aynıyla uygulanıyor. Bana Siirtli esnaf dostlarım anlatmıştı. Muhtemelen başka bölgelerde de vardır.

Malum, biz faiz konusunda hassasız.

Hassastık.

“Nas” vardı, bizden ‘nas’sın dışında bir uygulama beklenemezdi.

Sonra ‘rasyonel’ ekonomiye geçtik, ‘nass’sı bıraktık.

Nas nesh mi edildi, ilga mı edildi doğru dürüst tartışamadık bile.

Neyin faiz olduğu ayrı bir konu şu anda girmeye niyetim yok.

Şu kadarını biliyorum, devletin cebimizden yürüttüğü para, ya da devletin cebimizdeki parayı emmesi faiz.

Bu sıralar faize faiz demiyoruz artık.

“Getiri” diye bir kelime bulduk.”

Beklenen faiz indirimi geldi-İbrahim Ünalmış (Dünya)

“Ağustos ayının sonu­na geldiğimizde Eylül ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında 300 baz puanlık bir faiz indirimine kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat eylül ayının ilk haf­tasında üç önemli gelişme yaşandı. Bunlardan ilki bü­yüme verileri oldu.

Türki­ye ekonomisi 2025 yılı ikin­ci çeyreğinde yıllık %4.8, çeyreklik olarak %1.6 büyümüştü. Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranını %4.5 olarak kabul edersek, ekonominin yıllık büyü­mesi esasen potansiyelin üzerin­deydi. Bir başka deyişle, toplam talep, dezenflasyon sürecine dü­şünüldüğü kadar katkı vermiyor­du. Bu durum Türkye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) son enflasyon raporunda yayınladığı çıktı açığı hesaplaması ile de çeli­şiyordu.

Hafta içerisindeki diğer bir ge­lişme ağustos ayı enflasyon veri­siydi. Aylık %1.75 olan TÜFE bek­lentisinin üzerinde, %2.04’lük bir enflasyon oranı ile karşılaştık. Gıda ve alkolsüz içecekler (aylık %3.02 artış) , tütün ve alkollü içe­cekler (aylık %6.04 artış), konut (aylık %2.66 artış) gibi kalemlerde beklentinin üzerinde gerçekleşen fiyat artışları gerçekleşti.

Fakat TCMB tarafından yayınla­nan aylık fiyat gelişmelerin rapo­runda enflasyonun ana eğiliminde ağustos ayında bozulma olmadığı, hatta çekirdek göstergelerde iyi­leşme olduğu iletişimi yapıldı. Bir başka deyişle, TCMB ağustos ayın­daki fiyat hareketlerini geçici gö­rüyor, ana eğilimde sorun olmadı­ğını söylüyordu. Başkan Karahan verdiği röportajda da bu yaklaşımı dile getirdi.

Hafta içerisinde yaşanan bir di­ğer gelişme CHP İstanbul İl Kong­resi ile ilgili süreçti. Finansal piya­salar tarafından beklenmeyen bu gelişme sonrasında ülke risk pri­mi CDS sınırlı bir artış (7 baz pu­an kadar) gösterdi. Hazine tahvili getiri eğrisinde ise hemen hemen tüm vadelerde 130 baz puanlık ar­tış oldu. Döviz rezervlerindeki de­ğişim son TCMB verilerine göre 5 milyar USD. Fakat bu dönemde altın fiyatlarında yaşanan artışlar döviz satışlarının olduğundan da­ha düşük olduğunu gösteriyor.

Kur etkisini dışladığımızda dö­viz satışının yaklaşık 8 milyar do­lar olduğu anlaşılıyor. Bireylerin döviz alımları 1 milyar USD olur­ken, şirketlerin döviz alımları 1.9 milyar USD seviyesinde. Yurt dı­şı yerleşikler hisse senedinde 520 milyon USD, tahvil tarafında 790 milyon dolar satış yapmışlar.

Eurobond tarafında ise 480 mil­yon dolarlık alım görülüyor. Bu ge­lişmeleri bir araya getirdiğimizde Mart ayına göre sınırlı bir etki ol­duğu gözlemleniyor.”

Nepal’in hikâyesi-L. Doğan Kılıç (BirGün)

Hafta başından beri dünyanın gözü Nepal’de. İzin günlerim ama ben de oldum olası meraklısıyımdır Nepal’in, biraz da o yüzden gözümü oraya çevirdim, izliyorum.

Hikâye yine sokaklarda yazılıyor. Avrupa’da da Asya’da da… Belki sokaklardakilerin yaş ortalaması farklı ama sokaklar baş kahramanı hikâyelerin.

Artık Nepal’e bakıp nereden çıktı bu Z-Kuşağı diyen yok. Onlara ilişkin ezberler bozulalı epey oldu.

Hiçbir şey birden olmuyor ve toplumları kontrol altında tutmak için baskı da bir yere kadar işe yarıyor. O yer neresiyse işte, orada korku duvarları yıkılıyor, sabır taşları çatlıyor, kemiğe dayanmış bıçaklar çekilip korkunun üstüne yürünüyor.

Pazartesi sabahı, çoğu üniversite ve hatta lise öğrencisi Nepalli, pankartlarla Katmandu’nun merkezi Maitighar meydanına geldiler. Festival havasında; müzik, şarkılar ve sloganlarla… Öğleden sonra hava değişti. Bir polis barikatı aşıldı, Parlamento’ya yönelindi, barışçıl başlayan yürüyüş şiddete dönüştü. Eylemin düzenleyicilerinden Hami Nepal, ölümler olunca katılımcılara evlerine dönmeleri çağrısı yaptı, Parlamento’yu basanların kendileriyle ilişkisi olmadığını, radikal grupların mitinge sızmış olabileceğini ima etti. Ancak protestolar artık kontrol edilemeyecek kadar büyümüştü.

Z-Kuşağı olarak “örgütlenen” Nepalli gençlerin 8 Eylül’de 30 kişinin öldüğü, 1000 kadarının da yaralandığı şiddetle de bastırılamayan isyanlarını başlatan ve bardağı taşıran son damla hükümetin soysal medya platformlarını yasaklamasıydı.

Ama o damladan önce biriken damlalar da var: Yoksulluk, yolsuzluk, kayırmacılık, işsizlik.

Nepal hükümetinin resmi verilerine göre; geçen yıl 741.000’den fazla Nepalli ülkeden ayrıldı. Keyif için değil; başta inşaat ve tarım işlerinde çalışmak ve eve üç beş Nepal Rupisi gönderebilmek için. Dünkü kura göre, 1 ABD dolarına karşı 141.50’si verilen Rupilerden.

30 milyon civarında nüfusu olan bir ülkeyi, 741.000 kişinin bir yılda iş ve aş peşinde terk etmesi yoksulluk, yolsuzluk, kayırmacılık ve işsizlik konusunda çok şey anlatsa gerek!”

Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

EtiketlendiMedya
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Önceki Makale Atatürk’ün vasiyetine ihanet
Sonraki Makale Özdemir-Bildirici polemiği

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

EditörGünlük

Schengen’de yeni sistem

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Bugünkü köşe yazıları

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

Gökyüzünden İHA yağıyor

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
GünlükManşet

“Menemen enflasyonu”

Medya Günlüğü
13 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?