‘AK Partililer yeni parti kuracak’-Orhan Bursalı (Cumhuriyet)
“Komik bir başlık bugün için değil mi? Bugün hiçbir AKP’linin veya parti içindeki ekiplerden birinin böyle bir işe soyunacağını düşünmek şüphesiz abesle iştigal etmektir. İktidarı kaybetmeleri halinde böyle iddialar gündeme gelir mi, bilemem.
Ama AKP liderleri yeni bir parti kurmayı düşündüler. Peki ne zaman?
Yıl 2008’in 18 Mayıs’ına giderseniz, NTV’nin bu haberi “AK Partililer yeni parti kuracak” başlığıyla servis ettiğini görürsünüz…
Başsavcılık “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde AKP’yi kapatma davası açmıştı. Başsavcılık ayrıca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılmasını da istemiş ve iddianameyi 14 Mart 2008’de Anayasa Mahkemesi’ne sunmuştu. AYM 31 Mart 2008’de iddianameyi kabul etmiş, 16 Haziran’da da AKP savunmasını vermiş, AYM ise 30 Temmuz’da kararını açıklamıştı. 6’ya 5 kapatma reddedilmiş ancak 11 üyeden 10’u para cezası verilmesini kabul etmişti.
14 Mart-30 Temmuz arası AKP’nin en sıkıntılı dönemi olmuştu. 3.5 ay dokuz doğuran bir parti.
Partinin kapatılmasını ve lider kadrosunun 5 yıl siyasetten yasaklanmasını bekliyorlardı. Gerçekleşseydi AKP darbe alırdı. Fakat AKP yükseliş dönemindeydi ve bu kapatmanın muhalefetin işine pek yarayacağı söylenemezdi. Hem ilk seçimde bu kez mağduriyet nedeniyle de çok yüksek oranda kazanabilirlerdi. Zaten bu kapatma girişimi AKP’nin yıldızını iyice parlattı. Kapatma, türban vb. sürekli kendilerine oy taşıyan mekanizmalar oldu.
Bu bekleyiş süreci içinde AKP yeni bir parti kurmayı gündeme aldı. Seçimler 2007’de olmuş ve AKP puanını yüzde 12 artırarak yüzde 46’yı geçmişti.
AKP’li bakan ve yetkililer Reuters’a yaptıkları açıklamada, yeni bir parti kurmak için çalışmalara başladıklarını söylüyorlardı. 71 kişiye yasak gelirse yeni bir seçime de gidilecekti.”
Selahattin Yılmaz soruşturması Ülkü Ocakları’na mı gidiyor?-Tolga Şardan (T24)
“MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “ülküdaşım” diyerek savunduğu suç örgütü lideri Selahattin Yılmaz’ın da yer aldığı soruşturma dosyası, hafta sonunda dikkat çekici boyuta evrildi.
Ülkenin en stratejik kurumlarından Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKE) önceki Yönetim Kurulu Başkanı İsmet Sayhan gözaltına alındı.
Eski MKE Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı hakkındaki iddia vahim ötesi: Casusluk!
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmada, Ankara’da gözaltına alınan, evinde ve iş yerinde arama yapılarak İstanbul’a getirilen Sayhan, aynı zamanda avukat.
Bu gelişmeyi şu an için kenara koyalım ve geçen salı günkü Büyüteç’te gündeme taşıdığım “AKP’de ‘turnusol’ operasyonlar” başlıklı yazıdaki bilgilerin üzerinden devam edelim beraberce.
Suç örgütü lideri olduğu iddia edilen Selahattin Yılmaz’ın bürokrasideki bağlantıları malum… Gerek Trabzonlu olması gerekse Alaaddin Çakıcı başta olmak üzere bilinen suç örgütü liderleriyle yakınlığı sebebiyle üniformalı/üniformasız pek çok üst düzey kamu personeliyle teması var.
Yanı sıra özellikle MHP camiasında temaslarının bulunduğu biliniyor. Hatta, “ağabeyi” Alaaddin Çakıcı’yla birlikte MHP Genel Başkanı Bahçeli’yi ziyaret edip fotoğraf çektirdi.
Yılmaz’ın gözaltına alınış sebebi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonlarda itirafçı konumundaki iş insanı Aziz İhsan Aktaş’a yönelik suikast girişimi iddiasıydı. Beraberinde Ankaralı iki avukat Semra Ilık ve Cem Duman’la birlikte kurdukları iddia edilen suç örgütü soruşturmasında İstanbul’da tutuklandı.
Tutuklanmasıyla birlikte Yılmaz ve bağlantılarıyla ilgili epeyce bilgi kamuoyuna yansıdı. Burada eksik kalan bölümü tamamlamak da bu satırların yazarına düştü.
Çok sayıda iddia var. Yılmaz’ın Ankara’daki suç örgütü faaliyetleri sebebiyle tutuklanan Ayhan Bora Kaplan’ın cezaevine girmesiyle boşalan “gayri meşru piyasaya” yani yeraltı dünyasına hâkim olmak amacıyla işlerini başkente taşıdığı iddialar arasında.
Piyasanın boşluğu kaldırmayacağı, mutlaka bir sahibinin ortaya çıkacağı sürekli söylenir.
İddiaya göre Yılmaz, Ankara’da ofis kurdu, buradan işlerini yönetmeye başladı.
Yeri gelmişken söyleyeyim; özellikle İstanbul merkezli hiçbir yeraltı dünyası grubu, Ankara’da yerleşik düzen kurmayı tercih etmez. Ankara’daki işlerini kentte irtibatlı olduğu taşeronlar aracılığıyla yürütür.
Ancak kural bazen bozuluyor. Yukarıda linkini bıraktığım Büyüteç’te aktardığım üzere, İstanbul’da “yeni düzene” geçilmesinden olsa gerek, Yılmaz işlerini Ankara’ya taşıdı. Ayhan Bora Kaplan’dan arda kalan “verimli boş alan” varlığı iştah kabarttı. İddiaya göre bu alanın Yılmaz’a tahsisiyle ilgili kapalı kapılar ardında pazarlıklar çoktan yapılmıştı bile.”
Bugün FETÖ yargısı yok, kim var?-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Türkiye’de bir “darbeci gelenek” vardı. Asker içinde çalışıyordu. Ak Parti iktidara geldiğinde bu geleneğin hamleleri oldu. Ergenekon, Balyoz vs operasyonları bu geleneği tasfiyeye yönelik çabalardı. İktidar bu dönemde gözü kara bir gruptan istifade etti. FETÖ’nün Emniyet’teki ve Yargıdaki unsurlarından.
İktidarın hem Emniyet’te hem Yargı’da bu unsurların yapıp ettiklerinden haberdar olmadığını söylemesi mümkün değil.
Ancak operasyonların hangi boyutuna karşı ne hissettiği tartışmalı. 2012 mayısında Başbakan Erdoğan şunları söyleyecekti: “Böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur.”
Bu ifadelerin içinde Erdoğan’ın hem operasyonları onayladığı hem de bazı aşırılıklardan rahatsız olduğu anlaşılıyor. “Ülke boğulur” ifadesi, evet, ona ait.
Erdoğan yine o günlerde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasından da rahatsız olur, açık açık “Terör örgütü başı” diye suçlanmasına değil ama, “Tutuklu yargılanması”na itiraz eder.
Davaların bir hayli ilerlediği ve FETÖ’nün iktidara yönelik hamleler yapmaya başladığı günlerde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bir gazete yazısında “Kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranlar” gibi bir ifade kullanır. Böylece “Kumpas” sözcüğü bir tür yargı jargonu haline gelir.
Akdoğan sonraki açıklamalarında aslında “vesayetçi geleneğe karşı gerçekleştirilen yargı süreçlerini” önemli bulduğunu, “kumpas” tanımlamasının bütün davaları kumpas diye nitelediği anlamına gelmediğini, ancak FETÖ’nün, kendi çıkarlarını öne alarak orduda tasfiyeler gerçekleştirdiğini ve süreci “murdar ettiği”ni söyleyecektir.
Belli ki iktidar bir yere kadar FETÖ’nun Emniyet ve Yargı’daki uzantıları ile birlikte hareket etmiş, ama zaman içinde o yapı, kendi oyununu oynamaya yönelmiştir. Bu süreç 15 Temmuz’a kadar devam edecektir.
Bir akşam CNN Türk’teki bir programda Emre Cemil Ayvalı isimli bir kişi, “kumpas” tartışmalarının hızlandığı bir anda şöyle bir cümle kullanacaktır:
“FETÖ ile AK Parti bürokraside geçmişte kol kola girdiyse, bunu da farklı darbecileri tasfiye etmek için yaptı.”
“Bir tarafta, çok açık söylüyorum, darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı, bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldık.”
Ayvalı AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı ünvanını taşıyordu ve bu sözler Akdoğan’ın “Kumpas” tanımlamasından çok daha büyük ses getirecekti.
“Birilerini tasfiye için” FETÖ ile iş birliğinin itirafı idi bu.”
Gizli İsrailciler ortaya çıkacak-Yahya Bostan (Yeni Şafak)
“Geçtiğimiz günlerde ilginç bir haber radarıma takıldı. İsrail medyasına yansıyan bilgi şöyle: “İsrail Diaspora Bakanlığı, Katar ve Türkiye’ye karşı bir kampanya başlatmayı planlıyor.” Peki, kampanyanın ne olacağına ilişkin bir detay var mı? Yok. Ama bu öyle bir gelişme ki… Gizli İsrailcileri açığa çıkaracak… Nasılını anlatacağım. Ama önce tabloyu ortaya koyalım.
Bir. İsrail küresel algı savaşını kaybetti. Yalnızlaştı. ABD ve birkaç ülke dışında destek çıkan yok. Netanyahu, artık Batı başkentlerinde bile “aklını yitirmiş lider” olarak tanımlanıyor. Netanyahu ve ekibi “ABD’yi yanımızda tutsak yeter” diyor. Tel Aviv’in ABD’li siyasetçileri etkilemek için on milyonlarca dolarlık gizli kampanya yürüttüğü ortaya çıkmıştı. Bu kampanya yine Diaspora Bakanlığı imzası taşıyordu.
İki. Türkiye için “değerli yalnızlık” günleri geride kaldı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı denklemi değiştirdi. Brüksel, Ankara’yı güvenlik mimarisinin paydaşı görüyor. (Macron dedi ki.. “Fransa’nın Türkiye ile iddialı ikili gündem üzerinde çalışmaya hazır olduğunu Erdoğan’a ilettim.”) Washington’ın, Biden döneminde başlayan “Ankara’yla stratejik ve bölgesel konuşmalarının ”Trump döneminde Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Afrika’da somutlaştığı görülüyor. Bu da Suudi Arabistan merkezli Arab News analizidir: İsrail’in Gazze’den sonra daha büyük bir tehdit haline gelmesi ile Arap dünyası Türkiye’ye yakınlaşmaya başladı.
Üç. Şam’da rejim değişikliği bölgesel denklemi değiştirdi. İran’ın gerilemesi üzerine İsrail, Türkiye ile rekabete giriyor. Bölgede “tek söz sahibi” olmak istiyor. Türkiye ile sorun yaşadığı iki konu var. Birincisi Gazze. İki devletli çözüm tartışmasını ısrarla gündemde tutan ve bunun New York Bildirisiyle kurumsallaşmasına katkı sunan Ankara’dır. Ülkelerin art arta “Filistin’i tanıyacağız” açıklaması Tel Aviv için mevzi kaybıdır. İkincisi Suriye. İsrail Suriye’yi bölmeye çalışıyor. Bu konuda karşısındaki en büyük engel, Türkiye’dir.
Genel tablonun alt kırılımları çeşitlendirilebilir. Ancak özellikle bu son iki madde, bizi daha çok ilgilendiriyor. Çünkü İsrail’in ateş edeceği noktalar burasıdır.”
Küresel piyasalarda hazan mevsimi-Hayri Kozanoğlu (BirGün)
“Yazın sonu yaklaşır, tatilin bitişiyle ruhlara bir hüzün çökerken küresel ekonomide de endişeler artıyor. Çünkü başta ABD, küresel hisse senedi piyasalarındaki şişkinlik iyice belirgin hale gelmiş durumda. Tatil dönüşleri borsalarda yeni pozisyonların alındığı, portföylerin yeniden gözden geçirildiği bir kavşak olduğu için, bu dönemlerde krizlere, sarsıntılara daha sık rastlanır. O nedenle küresel piyasalarda gergin bir bekleyişin egemen olduğu söylenebilir.
1980’lerin başından, o zamanın FED Başkanı Paul Volcker’in kronik enflasyona karşı yüksek faiz politikası uyguladığı dönemden beri yakından izlenen, merkez bankacılarının zirvesi kabul edilen Jackson Hole toplantısı geçen hafta gerçekleşti. FED Başkanı Jay Powell “güvercin” olarak nitelenebilecek, faizlerin eylül toplantısında inebileceği şeklinde yorumlanan bir konuşma yaptı. Mayıs ayında görev süresi dolacak Powell’ın ısrarla düşük faiz isteyen Trump’ın şerrinden korunmak için mi, yoksa ekonomideki yavaşlama sinyallerini gerçekten önemsemesi nedeniyle mi böyle bir söylem tutturduğu açık değil. Ama vurgusu, Trump’ın dayattığı gümrük vergilerinin enflasyon artırıcı etkisinin, işgücü piyasalarındaki gevşemeyle, yani yeterince yeni istihdam yaratılamaması dinamiğiyle dengelendiği şeklinde. Enflasyona ilişkin kaygısını da, fiyat artışları karşısında ücret taleplerinin de yükselebileceği şeklinde, “işçi sınıfı” karşıtı bir söylemle dile getiriyor.
Genellikle ekonomilerde çalkantılı dönemler, bir bahanenin birikmiş tüm kriz dinamiklerini zincirleme harekete geçirmesiyle gerçekleşir. İçinde bulunduğumuz küresel konjonktür bu risk potansiyelini fazlasıyla içinde barındırıyor.
Bunlardan birisi, gerek kamunun gerekse özel sektörün borçlarının birçok ülkede çok korkutucu düzeylere ulaşması. Trump’ın “büyük güzel bütçesi”, zenginlerden vergi almaktan kaçındığı için özellikle büyük açıklara gebe. Bu da önümüzdeki dönemlerde hem borçların daha da artacağı hem de faizlerin yüksek seyredeceği anlamına geliyor. Trump’ın gözdesi, en son FED yönetim kuruluna atadığı Stephen Miran’ın mevcut devlet tahvillerinin zorla uzun vadelilerle değiştirilebileceği, ek vergilendirilebileceği şeklinde “uçuk” görüşleri de yatırımcıları ABD kağıtlarından uzaklaştırarak borçlanma maliyetlerini artırıyor. Japonya gibi ABD tahvillerinin önde gelen yatırımcısının “ticaret savaşları” sırasında Trump tarafından cezalandırılması da bu piyasalardaki gerginliği tırmandırıyor.”
Reel sektör güveni yeniden ‘iyimser’ alanda-Naki Bakır (Dünya)
“Reel Sektör Güven Endeksi ağustosta 1,7 puan artışla 100,6 değerini alarak üç ay aradan sonra yeniden iyimser düzeye geldi. Hizmet Sektörü Güven Endeksi yüzde 1,1 artışla 111,1, Perakende Ticaret Güven Endeksi yüzde 0,8 artışla 108,8’e yükseldi.
Küresel ve ulusal ekonomiyi olumsuz etkileyen iç ve dış şok gelişmelerin etkisiyle üretici sektörlerde yaşanan sert güven kaybı ağustos itibarıyla önemli oranda toparlandı.
Reel sektörün (imalat sanayii) güven düzeyi üç ay sonra 100 baz puanı aşarak ağustosta yeniden “iyimser” alana geçerken, hizmetler ve perakende ticarette de güven artışı devam etti. Reel sektörde geleceğe yönelik iyimserlik artarken, ağustosta son beş yılın en düşük kapasite kullanımı görüldü. Üretici sektörlerdeki genel güven artışının istisnası olarak inşaat sektöründe ise güven kaybı devam etti.
Merkez Bankası’nın imalat sanayinde faaliyet gösteren 1.832 iş yerinin yanıtlarının ağırlıklandırılıp toplulaştırılmasıyla elde ettiği İktisadi Yönelim Anketi’nin ağustos ayı sonuçlarına göre hesapladığı mevsimsellikten arındırılmış Reel Kesim Güven Endeksi aylık bazda 1,7 puan artarak 100,6’ya çıktı. Endeks değerinin 100’den büyük olması genel olarak ekonomik iyimserliği, 100’ün altında olması ise kötümserliği ifade ediyor. Ağustostaki artışla birlikte reel sektörün güveni üç ay aradan sonra grafikte yeniden iyimser bölgeye geçmiş oldu.
Anket sorularına ait yayılma endekslerine göre, son üç aydaki toplam sipariş miktarı, genel gidişat, mevcut mamul mal stoku ve gelecek üç aydaki ihracat sipariş miktarına ilişkin değerlendirmeler Reel Kesim Güven Endeksini artış; sabit sermaye yatırım harcaması, mevcut toplam sipariş miktarı, gelecek üç aydaki üretim hacmi ve gelecek üç aydaki toplam istihdama ilişkin değerlendirmeler ise azalış yönünde etkiledi. Reel Sektör Güven Endeksi, her ayın 1-15’inci günleri arasında anketle derlenen yanıtlara göre oluşturuluyor. Söz konusu endeksin 19 Mart’ta başlayan İBB operasyonları öncesi durumu yansıtan mart ayı değeri 103,2 düzeyindeydi.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: