Antik çağlarda bir kentin yerleşim yeri seçilirken en temel ölçütlerden biri, yakın çevrede temiz ve bol içme suyunun bulunmasıydı (F. Sulas, K. French, V. Scarborough 2020).
Su; içme, tarım, hamam, mutfak ve çeşmelerdeki günlük gereksinimleri karşılarken geniş anlamda toplumsal sürekliliği de güvence altına alıyordu. Antik dünyada suyun sürekliliği, kentin refahını, siyasi ve askeri gücünü gösteren bir ölçüttü. Özellikle kuşatma dönemlerinde yeterli su rezervine sahip olmak, bir kentin aylarca direnebilmesini sağlayan stratejik bir etkendi.
Bu bağlamda, Antalya yakınlarındaki Termessos antik kenti ilginç bir su yönetim örneği sunmaktadır. 1.150 metre yükseklikte sarp kayalıklar üzerine kurulu bu kentte, yağmur sularının depolandığı geçişli sarnıçlar bulunuyordu. Engebeli topografyadaki ilginç sarnıç mimarisi, su arzını mevsimsellikten bağımsız hale getirerek kente uzun süreli kuşatmalara karşı büyük bir avantaj sağlamıştı..
Nitekim Milattan Önce (M.Ö) 333’te Büyük İskender’in kenti ele geçirme girişiminin sonuçsuz kalmasının önemli nedenlerinden biri Termessos’un güçlü su rezervleriydi. Son kazı bulguları, Termessos sarnıçlarının 10.000 metreküp su depolama kapasitesi olduğunu gösteriyor (Çelik 2021).
Benzer bir durum, M.Ö. 305’te gerçekleşen Rodos Kuşatması’nda da yaşanmıştı. Kentin yer altı sarnıç ağı ve kuyuları, aylar süren kuşatmaya direnebilmesini sağlamıştı.
Sarnıçların iç yüzeyi kireç, kum, seramik parçacıkları ve tuğla tozu karışımından oluşan su sızdırmaz özel bir harçla kaplanıyordu. Bu harç, yüzey dayanımını artırmak için organik katkılarla güçlendiriliyordu; arkeolojik bulgular yumurta akı ve incir sütü gibi maddelerin kullanıldığını ortaya koyuyor.
Antik Çağ’da sarnıç bakımı, suyun hijyenini sağlamak ve yapıyı korumak için rutin bir işlemdi. Bu nedenle sarnıçlar genellikle sonbaharda tümüyle boşaltılır, dibe çöken tortu birikimi ve diğer maddeler temizlenirdi. İç yüzeyler onarılıp kireçle dezenfekte edildikten sonra yeniden suya açılırdı.
Biriktirilen su, içme amacıyla kullanılmadan önce sarnıç dışında genellikle kireç taşı kullanılarak filtreleme ve çökeltme işleminden geçirilirdi. Ayrıca, dezenfekte etmek ve suyun tat kalitesini artırmak amacıyla ekşi şarap sirkesi katıldığı da biliniyor. Bu yöntemler, dönemin su arıtma tekniğinin gelişmişliğini yansıtması açısından önemlidir.
Suyu sarnıçta depolamanın en önemli avantajı, mevsimsel dalgalanmalara karşın suyun sürekliliğini sağlamak ve yağmur suyu hasadı sayesinde taşınabilir su kaynaklarına bağımlılığı azaltmaktı.
Roma mühendisliği
Roma dönemine gelindiğinde, su yönetimine ilişkin dağınık uygulamalar sistematik bir mühendislik disiplinine dönüşmüştü. Bu disiplinin en görünür unsuru olan su kemerleri, uzak kaynaklardan getirilen temiz suyu sarnıçlara, hamamlara, villalara, saraylara ve çeşmelere düzenli olarak ulaştırıyordu. Bu kurumsallaşmanın nasıl tasarlanıp işletildiği ise dönemin yönetsel kayıtlarında anlatılmıştır.
Bu kayıtların en güvenilir tanıklarından biri, M.S. 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nda Su İşleri Sorumlusu olarak görev yapan Sextus Julius Frontinus’tur. “Roma Şehrinin Suları Üzerine” adlı eserinde, Roma kentlerinde su taşıma ve dağıtım ağlarının planlanması, işletimi ve denetimine ilişkin ayrıntıları aktarır.
Eserinde ayrıca, suyun farklı kurumsal kullanıcılara tahsisini ve kaçak kullanımı engellemek için alınan önlemleri detaylı biçimde ele alır. Ona göre su, kentin damarlarındaki kan gibidir; su altyapısı ise hem halk sağlığının hem de kamusal düzenin temelini oluşturur.
Romalıların su altyapısındaki ustalığı, salt teknik bir başarı değil, kent yaşamını örgütleyen bir kamusal kurumdu. Bugün İtalya’nın pek çok kentinde görülen sokak çeşmeleri, Roma’dan günümüze uzanan su yolları, şebeke hatları ve bakım kültürünün yaşayan uzantısı.
Anadolu’da ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde daha da gelişen ve kurumsallaşan çeşme kültürü ne yazık ki aşırı kentleşmeyle büyük ölçüde kesintiye uğradı. İçilebilir su sağlayan sokak ve vakıf çeşmeleri, modern su şebeke sistemine entegre edilemediği için birçoğu kullanılmaz hale geldi.
Roma mühendisliğinin en çarpıcı yönlerinden biri, su kemerlerinde kullanılan yüzde 0,1–yüzde 0,3 oranındaki hassas eğim tekniğiydi. Bu düşük eğim, suyun sabit bir hızla akmasını, basınç düşüşünü ve borularda hava kabarcığı oluşumunu engelleyerek sistemin sorunsuz çalışmasını sağlıyordu.
Bu sayede su, basınç dengesini yitirmeden onlarca kilometre boyunca doğal akışla ilerleyerek toplama merkezlerine ulaşıyordu. Yalın, etkili ve standart çözümlerle geliştirilen bu anlayış, antik dünyadan günümüze adeta bir “su mimarisi” geleneği oluşturdu.
Antalya’daki Aspendos antik yerleşimi, görkemli tiyatrosuyla olduğu kadar Marcus Aurelius (161–180) döneminde inşa edilen su kemeriyle de tanıtılmayı hak etmektedir. Yaklaşık 16 kilometre uzaklıktaki kaynaktan su getiren bu sistem, Çandır Deresi vadisinden geçerken yükseklik farklarının yarattığı basıncı dengeleyici özel bir düzenekle donatılmıştı.
Benzer biçimde, Bergama Akropolü’ne 48-55 kilometre uzaklıktaki kaynaklardan su taşıyan kemer sistemi, Roma mühendisliğinin etkileyici örneklerindendir. Su yolunun burada bu denli uzun olmasının nedeni, su kaynağının Akropol’den daha yüksek bir konumda bulunması zorunluluğuydu.
Bergama’nın yer çekimi ilkesine dayalı olarak işleyen sistemi, basıncı koruyan ters sifon (inverse siphon) tekniği sayesinde engebeli arazileri aşarak kent sakinlerine kesintisiz su akışı sağlıyordu.
Roma döneminde İstanbul’a su taşıyan Valens Su Kemerleri (Bozdoğan Kemeri), bu geleneğin en büyük ölçekli örneklerinden biri. Trakya’dan, ünlü gladyatör Spartaküs’ün memleketi Istranca Dağları’ndan başlayan ve İmparator Valens tarafından 368’de tamamlanan hat toplamda yaklaşık 250 kilometre uzunluğundaydı.

Bozdoğan Kemeri. Fotoğraf: kulturportali.gov.tr
II. Theodosius döneminde eklenen yeni hatlarla 426 kilometre gibi muhteşem bir uzunluğa ulaşan sistem, antik dünyanın bilinen en uzun su ağı olarak kayıtlara geçmiş. Bu devasa ağ yapısı, Roma mühendisliğinin hidrolik alandaki en sofistike başarılarından biri olarak değerlendiriliyor.
Şimdilerde kuraklık ile sel döngüsü arasına sıkıştığımız bir dönemde, antik çağın su yönetim uygulamaları ve yapıları sürdürülebilirlik için güçlü bir esin kaynağı olabilir. Geçmişin bilgeliğini modern teknikle buluşturup kaynak kullanımını daha verimli kılarak yarına yatırım yapan çözümler geliştirmek zorundayız.
Yağmur suyu hasadı, sarnıçlar, su kemeri ağları, taşkın ovası yönetimi ve çok kaynaklı tedarik gibi uygulamalar günümüzde akıllı sensörlerle entegre edilebilir. Bu bütüncül yaklaşım, iklim uyumlu ve dirençli bir su yönetimi kurmamıza yardımcı olabilir.
Fotoğraf: Roma döneminden kalma bir su kemeri. minube.net
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: