Yazar/sanatçı/şair mektuplaşmaları, sadece iki kişi arasındaki özel bir bağı göstermesi bakımından değil, aynı zamanda entelektüel bir kesimin bir parçası oldukları topluma, ülkeye, coğrafyaya bakışını da gösteren, onların dünyayla kurdukları bağa ışık tutan belgeler olarak görülebilir.
Her bir sanatçı, şair, entelektüel gerek mektuplaştığı kişiler gerekse mektuplarında dile getirdikleriyle birçok şeyi kayda almış, geleceğe ve başkalarına miras bırakmış olur. Öte taraftan, bazı mektuplar vardır ki sadece kişisel olarak değil; aynı zamanda edebiyat tarihine, bir dönemin ruhuna ve iki düşünsel dünyanın birbirine nasıl değdiğine dair de çok şey söyler.
Tezer Özlü ile Ferit Edgü arasında geçen mektuplaşmalar da tam olarak böyledir.
Yıllara yayılan, yaşama, yazıya, yalnızlığa, kadın olmaya, hastalığa, melankoliye, yazarlık bilincine dair pek çok meselenin içtenlikle konuşulduğu bu mektuplar, artık yalnızca bu iki kişinin birbirine değil, aynı zamanda bütün ötekilere, topluma, kamuya yönelik de notlar olarak görülebilir. “Her Şeyin Sonundayım: Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmaları” (Sel Yayıncılık, 2014), işte tam da bu açıdan oldukça kıymetli ve anlamlıdır.
Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ye gönderdiği mektuplar, kendisinin edebiyata dair içerisinde barındırdığı duyarlılığı bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkarır. Özlü’nün kitaplarında nasıl bastırılmış duygular, toplum dışına itilmiş karakterler ve kendini gerçekleştirme arzusu açıkça ön plandaysa söz konusu bu mektuplarda da benzer bir anlatım vardır.
Özlü, yazdığı her satırda kendi benliğini, zaman zaman da kırılganlığını açığa vurur. Bu mektuplar bir tür iç dökme biçimi olmaktan ziyade, yazı aracılığıyla kendini hem anlamaya hem de dönüştürmeye çalışan bir yazarın belgeleri olarak görülebilir.
Tezer Özlü’ye nazaran Ferit Edgü’yse mektuplarında daha kontrollü, daha serinkanlı bir hava sergiler; dili titiz ve düşünsel bir tavırla örülmüş gibidir. Aralarındaki bu üslup farkı bu iki yazarın yazıya ve dünyaya bakışlarını da belirgin bir şekilde ortaya koyar.
Tezer Özlü’nün edebiyata, daha da geniş bir çerçevede yazıya olan yaklaşımı çoğu zaman duygusal bir değer taşır; yazmak onun için yaşamla baş etmenin bir yolu olarak belirir. Yazı, onun için bir tür terapi değil, varoluş biçimidir. Bu yüzden mektuplarında sıklıkla yaşama katlanamamak, yabancılaşmak, uzaklaşmak ve kaçmak gibi temalar ön plana çıkar. Yazar, içindeki acıyı gizlemek yerine kelimelere dökerek bir tür dışavurum gerçekleştirir. Bu da onun metinlerini sahici ve sarsıcı kılar. Yazdıklarıyla yalnızca bireysel bir arayışa değil, aynı zamanda kolektif bir kadınlık deneyimine de dokunur.
Edgü’yse yazıyı daha çok bir biçim meselesi olarak görür. Onun için yazmak, yalnızca anlatmak değil, anlatıyı inşa etmek, kelimelerle düşünceyi işlemek anlamına gelir. Özlü ile Edgü arasındaki bu belirgin farklılık yazarların mektuplarında da kendini belli eder.
İki kişi arasındaki özel/kişisel mektuplaşmaların yayımlanması şüphesiz beraberinde birçok tartışmayı da sürükler. Bu kimi zaman iki tarafın kimi zamansa bir tarafın rızasıyla gerçekleşir. Vefatının ardından mektupları, günlükleri, notları yayımlanan birçok yazardan, şair ve entelektüelden de söz edilebilir. Benzer bir durum bu iki yazar arasındaki mektuplaşmada da görülür.
Mektuplaşmalardan anlaşılacağı/hissedileceği üzere bir tarafta hemen her şeyi gizli ve “mahrem” tutmak isteyen bir yazar, diğer taraftaysa dile gelmiş olanı, yazıya geçirileni okurla buluşturmaya rıza gösteren bir benlik vardır. Söz gelimi Edgü’ye göre mektuplar, iki kişi arasında kalması gereken özel alanlardır. Her yazarın bir “mahrem odası” vardır ve bazı şeyler orada saklı kalmalıdır. Belki de yazının bu kadar ticarileştiği ve mahremiyet sınırlarının bu denli buharlaştığı, ihlal edildiği bir çağda Edgü’nün yaklaşımı ayrıksı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
Öte taraftan, tüm bunlara rağmen söz konusu mektuplar artık yalnızca bir arşiv malzemesi değil; edebî ve düşünsel bir diyalog olarak da büyük bir anlam taşır. Bu yüzden yayımlanmış olmaları yazının/edebiyatın toplumsal işlevi açısından büyük bir değer taşır ve okurlara iki entelektüelin bilincine, arzularına, birçok konudaki düşüncelerine dair ışık tutar.
Mektup, edebiyatın yalnızca kitaplarla sınırlı bir üretim alanı olmadığını gösteren en önemli formlardan biridir. Öyle ki birçok yazarın mektuplarında alabildiğine yalın ve çıplak bir şekilde kendisini görünür kıldığı, benliğinin başka yüzlerini/yönlerini de ortaya çıkardığı fark edilebilir.
Form, genel olarak yayınlanmak üzere yazılmadığı için burada beliren samimiyet yazar/kişi tarafından herhangi bir süzgeçten geçirilmeden kendini gösterir. Bu da mektubun tanıklığını çok daha değerli kılar. Ferit Edgü’nün mektuplarında onun yaşamla olan mücadelesini, gündelik hayatla yazarlığı arasındaki gelgitlerini, şehir değişimlerini, dostluklarını ve yalnızlığını açıkça görebiliriz.
Mektuplar bir zaman kaydı tutar, hem bireyin hem de dönemin ruh hâlini belgelendirir. Ferit Edgü, mektuplarında yalnızca Tezer Özlü ile değil, aynı zamanda kendiyle de yoğun bir şekilde konuşur. Özlü’nün duyguya yaslanan ifadelerinin karşısında Edgü daha çok düşünceye dayanır. Bu nedenle mektuplar sadece bir tür karşılıklı yazışma değil, aynı zamanda karşılıklı iki yazı biçiminin çatışması ve uzlaşması gibi de değerlendirilebilir.
Bu durum söz konusu yazışmaları mektup formu içerisinde Türk edebiyatının önemli örneklerinden birisi hâline getirir; çünkü burada iki bireyin yalnızca kişisel dostlukları değil, edebiyat anlayışları da karşı karşıya gelir. Özlü’nün yaşamı, Edgü’nünse dili ve formu merkeze alan yazısı zaman içerisinde bir tür edebiyat tartışmasına da dönüşür. Bu, birbirini takip eden mektup dizisi içerisinde takip edilebilir.
(Büşra Tan Ezik, tdk.gov.tr)
Yazının devamını okumak için tıklayın
Tezer Özlü fotoğraf: söylentidergi.com
Ferit Edgü fotoğraf: bianet.org
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: