Şehit askerlerin tahlilleri ne söylüyor?-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Milletler yaşamdan öğrendikçe gelişir. Çöküş dönemlerinde ise ancak ölüm öğreticidir.
İskenderun’da deniz er eğitim alayında iki askerin şehit olmasına dair yeni bilgiler ve belgeler var.
Şöyle anlatayım…
Kaynaklara göre, askerler İskenderun’da hastaneye getirildiğinde zehirlendiklerinden şüphelenmişler. Askerlerde yoğun iç kanama olması da bu kanıyı güçlendirmiş. Böcek ilacı ya da fare zehiri şüphesi bile olmuş. Acil müdahale de bu tespite göre yapılmış.
Gelgelelim…
Askerlerden ikisi şehit oldu. Beşi yaşıyor. Yaşayan erler tedavi için GATA’ya getirildi. Şu an bilinçleri yerinde. Anlattıklarına göre dört saat güneş altında tutulmuşlar. Su içmek isteyene izin verilmemiş. Spor yapamaz raporu olanların raporu umursanmamış. Sonunda bayılanlar olunca iş ciddiye binmiş. Ambulans çağrılmış. Haliyle yaşayan askerlerin anlatımları güneşte tutulma sonucu ölümü doğruluyor.
Konuyu araştırırken bazı kaynaklarla konuştum. Şehit Hayrullah Halit Karaman ve şehit Semih Erdoğan’ın hastaneye getirildiğinde yapılan tahlil sonuçlarını benimle paylaştılar.
Çok sayıda satırda, kan değerlerinin olması gerekenden farklı olduğu görülüyordu. Elbette uzmanı olmadığım sonuçları yorumlamam mümkün değildi. Bunun için tanıdığım doktorlara başvurdum. Tahlilleri okumalarını istedim. Yaptıkları yorumları not aldım. Biraz teknik. Ancak sonunda daha anlaşılır dille söyleyeceğim.
Hayrullah Halit Karaman’ın değerleri için şunu söylediler: “Kişide elektrolidler düşmüş. Na ve Cl düşüklüğü ter, ishal, kusma yoluyla vücuttan kaybedilmiş olabilir. Olay bazında değerlendirildiğinde sıcakta-terleme yoluyla kaybedildiği düşünülebilir. Serum fizyolojik sıvılarla (Na ve Cl içerirler) zamanında yerine konulamadığı, eksikliğin karşılanamadığı düşünülebilir. Kalp, pankreas, kan pıhtılaşması, tam kan hücreleri, böbrekler, karaciğer fonksiyonlarında bozulma var. Laktat ancak çok derin düzeyde bozulmalar değil, klinik anlamda. Özellikle kişinin yaşı-gençliği dikkate alındığında kolay tolere edilebilecek düzeyde bozulmalar olduğu dikkat çekici. Laktat düzeyinde belirlenen hafif artış, organ ve yaşamsal sistemlerdeki perfüzyon=kanlanma yetersizliğini gösteriyor.“
Sis perdeleri dağılıyor-Aydın Ünal (Yeni Şafak)
“Bir dostum aradı, “Cengiz Çandar’ın yazısını okudun mu?” dedi. Belki 20 yıl olmuştur en son bir Cengiz Çandar yazısı okuyalı; ismi bende eski Türkiye’yi çağrıştırıyor. Yine de açıp okumaya başladım. Çandar, Suriye Kürtlerinin ve Dürzilerin İsrail’in piyonu olduğu söyleminin gerçeklerin ters yüz edilmesi olduğunu, Suriye Devrimi’ni ABD’nin yaptığını yazıyor. Süveyda’da bir Dürzi katliamı yaşandığı, Lazkiye’de Alevi katliamı yapıldığı satırlarına gelince okumayı bıraktım. Cengiz Çandar’ın yaşını araştırdım, 76 olmuş. Değişen bir şey yok.
Abdullah Öcalan’ın son İmralı görüşmelerinin tutanakları sosyal medyaya sızdı. Öcalan da çok yaşlandı ve tutanaklardaki ifadelerden sağlığının artık pek yerinde olmadığı anlaşılıyor. Cümleleri düzgün, kavramlar yerli yerinde, öyle ya da böyle bir mantık örgüsü var ancak satır aralarından müthiş bir megalomani fışkırıyor. İsrail’i kendisinin durdurduğunu, İsrail’in oyununu kendisinin bozduğunu, Demirel’in de ifade ettiği gibi kendisinin son Kürt isyancı olduğunu, Ortadoğu’ya barışı sadece kendisinin getirebileceğini söylüyor. Hatta Marks’ın sosyalizm teorisini yarım bıraktığını, onu kendisinin, revize edeceğini, tamamlayacağını da belirtiyor.
Şu an DEM Parti’den Milletvekili olan Cengiz Çandar’ın yazdıklarının tersine Abdullah Öcalan “Kandil İran’ın, SDG ise İsrail’in etkisindedir” diyor. Bir başka yerde Kandil’in elinde 800 km menzilli füze olduğunu, bunu ya İran’dan ya da İsrail’den almış olabileceğini söylüyor.”
Büyükelçi Barrack’ın aforizmaları ve Mazlum Abdi’ye dikilen gömlek-Cansu Çamlıbel (T24)
“Temmuz ayında birkaç hafta ülke gündemine ara verip döndükten sonra fark ediyorum ki son haftalarda neyi nasıl tartışacağımıza yön veren biri olmuş; Amerika Bileşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi Thomas J. Barrack. Maşallah Sayın Büyükelçi, daha Türkiye’ye adımını atmadan başladığı ‘Ortadoğu aforizmaları’ serisini el arttırarak devam ettirmekte bir beis görmüyor. Bir de açıklamaları hep zaman ayarlı; verdiği söyleşileri izlerken Türkiye içindeki ya da Suriye’deki ve hatta İsrail-İran-Hamas hattındaki gelişmelerin aslında bir süre sonra nereye evrileceğine dair anahtarlar bıraktığı izlenimine kapılmamız doğal.
Oysa ben Barrack’ın üç aylık sahne performansının, Washington kulislerinden aldığım bilgiler ve ABD’nin Trump’a rağmen devam eden dış politika öncelikleri üzerinden sağlamasını yapınca şunu görüyorum; Barrack aslında mütemadiyen sis bombası atıyor. Hem dikkatleri bir alana çekiyor hem de o alanda ülkesinin asıl gündemini perdeleyecek kafa karışıklığını yaratıyor.
Malumunuz, Thomas Barrack Ankara’ya 5 Mayıs 2025 tarihinde ‘ABD’nin Türkiye Büyükelçisi’ olarak ayak bastı, hatta ABD Senatosu’ndan görev onayını da bu sıfat için aldı. Ancak Ankara’ya gelişinden sadece iki hafta sonra öğrendik ki yolda görev alanı genişlemiş ve yakın dostu ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilciği şapkasını da takıvermişti. Zaten o gün bugündür mesaisinin büyük bölümünü Ankara’dan ziyade Riyad, Şam ve Beyrut’ta yaptı. Geçen haftayı da Paris’te Esad sonrası Suriye’nin iki başat aktörü olan HTŞ ile YPG’nin arasını bulmaya çalışarak geçirdi. Zira HTŞ öncülüğünde kurulan Geçici Şam Yönetimi’nin tüm Suriye’yi barış içinde yönetme iddiası bahar aylarındaki Alevi katliamlarının ardından son haftalarda Süveyda’da Dürzileri hedef alan operasyonlarla birlikte epey sakatlandı. Batı bloğu şu aşamada Aralık 2024’ten beri yatırım yaptığı ve kendince bir noktaya getirdiği Ahmed El Şara liderliğindeki geçici hükümeti gözden çıkarma niyetinde olmadığı için ‘yarı tehdit yarı teşvik’ diplomasisiyle durumu kontrol altına almaya çalışıyor.
Yol arkadaşı, fikirdaşı ve bir süredir patronu olan Donald Trump gibi Thomas Barrack da aslen bir iş insanı olduğu için diplomatik pazarlıkların kalbine ticari çıkarları ve ortaklıkları yerleştirmeyi iyi biliyor. Barrack 1 Ağustos’ta X hesabından yaptığı paylaşımla bakın kaç tuşa aynı anda basıverdi:
“Suriye için hayati önem taşıyan doğal gaz girişimine tam finansman desteği sağlayan Katar’a içten teşekkürlerimi sunarım. 2 Ağustos itibarıyla Azerbaycan’da tedarik edilip Türkiye üzerinden dağıtılacak olan doğal gaz, 5 milyon eve 800 MV enerji sağlayacak. Katar ortaklık ve dostlukta liderliğini dikkat çekici bir şekilde gösterdi.”
2691 yabancıya sahte rapor ve dekontla vatandaşlık satıldı-İsmail Saymaz (halktv.com.tr)
“Türkiye, sahte diploma skandalını konuşuyor.
Sahte kimlik ve belgelerle e-imza üreten şebeke, ücret karşılığı üniversiteler ve kamu kuruluşlarının dijital alt yapılarına sızarak, kimilerine mezuniyet kaydı oluşturdu, kimilerinin notunu yükseltti, kimilerine ise doçentlik için diploma düzenledi.
400 akademisyenin usulsüz şekilde atandığı iddiası ise İletişim Başkanlığı tarafından yalanlanıyor.
Şimdi, bu skandala bir başka sahtecilik ekleniyor.
Bir müteahhit liderliğindeki şebeke 2019-2023 yılları arasında e-imza, sahte banka dekontu ya da gerçekdışı değerleme raporları düzenleyerek, proje aşamasındaki konutları muvazaalı bir şekilde satıp yabancılara Türk vatandaşlığı dağıttı.
Detaylara geleceğim.
Önce arka planını anlatayım.
İlk operasyon: 870 yabancı
Geçen sene CİMER’e yapılan ihbar doğrultusunda İstanbul’da 146 taşınmazın muvazaalı ve usulsüz şekilde satılarak, 870 yabancıya vatandaşlık verildiği saptandı. 41 şüpheli gözaltına alınıyor, 15’i tutuklandı. Bakırköy 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılırken, savcılık başka şehirlerde taşınmaz satılıp satılmadığını araştırdı.
Ve ikinci dalga operasyon geldi.
87 şüpheliye daha iddianame düzenlendi.
Bunlardan 35’i tutuklu, 17’si ise firari.
481 sayfalık iddianameye göre bu şebekenin lideri, Zer Group Yönetim Kurulu Başkanı Muammer C.
Oğlu Ozan C. de babasıyla birlikte hareket ediyor.
Şirketinin adı, OC Group İnşaat.”
Sistem çürümüş ki nasıl çürümüş-Mustafa Karaalioğlu (Karar)
“Bir devletin devlet olabilmesi için birçok unsurun bir araya gelmesi lazım ama denetim ve şeffaflık yoksa gerisini saymanın manası yok. Kamu kurumları, milletin vergisiyle, millet adına işleri yürütürler. Kutsal veya dokunulmaz değildirler. Yaptıklarında bir hikmet falan yoktur. Devlet tabelası altında faaliyet gösteriyor olmaları onları milletten; yani sokaktaki vatandaştan asla üstün kılmaz. Her şeyin en iyisini onlar bilmezler ve hatta çoğu zaman konunun uzmanları ve hatta sıradan insanlar birçok şeyi onlardan daha iyi bilir. Devlet kurumları yani kamu kuruluşları sadece vatandaşa hizmet etmek için vardır ve istisnasız her türlü denetime tabi olmak zorundadırlar.
Şimdi skandal olarak patlayan sahte diploma meselesinin yıllardır sessiz sedasız gelişip büyümesi en başta sistemin körlüğünün eseridir. Sahte diplomalar verimli çalışamayan, koordinasyonu kaybetmiş ve denetim endişesi taşımayan bir devlet düzeninin sonucudur. Liyakatsiz ve ehliyetsiz adamlar para karşılığında en gözde mesleklerin diplomalarını almaya tevessül etmişler çünkü onlara bu imkanı veren, bu yolu açan ahlaken kendileri gibi çökmüş başka insanlar vardı. Bu bir felaket… Daha felaket olanı ise böyle bir organizasyonu göremeyen veya görmezden gelen körleşmiş bir sistemin varlığıdır.
Herhangi bir diploma herhangi bir meslekte belki dört/beş yere gönderilirken bu yerlerin hiçbirisi olanları fark etmemiş, fark etse bile belki örtbas etmiş. Bu düzen aylarca senelerce devam etmiş… Sahte diplomaları dağıtan örgüt, devletin bütün dijital altyapısına elini kolunu sallayarak girmiş, en güvenli olması gereken veri tabanları hallaç pamuğu gibi atılmış, o kurumların ruhu bile duymamış. Ne denetleyen var, ne veri güvenliğini önemseyen, ne de bütün bunları ihmal edeni hesaba çeken…
Diplomayı satan ve alan bu cesareti nereden buluyor? Nereden bulacak… Denetimsizlikten, sahipsizlikten, laçkalıktan ve çürümüşlükten… Onların gözünde devlet denilen yapı tam da böyle davranılabilecek sahipsiz kurumlar bütünü. Kimler neler yapmadı ki değil mi? Belediye çalışanları öbek öbek gri pasaportları alıp iltica etmedi mi? Ya da onlarca kişinin öldüğü tren kazaları, otel yangınları, iş kazaları sorumluların yanına kâr kalmadı mı? Hiçbirinde tek bir siyasi isim, genel müdür seviyesinde tek bir sorumlu; bırakın yargılanmayı görevinden alındı mı? Kazalarda, katliamlarda olmayan devlet ciddiyeti diplomada mı olacaktı! 128 milyar dolar rezervi yakanların yanına yaptığı kâr kalmış bu memlekette. Kapısına, “Bu tesis bizim tarafımızdan denetlenmektedir” tabelası asan bakanlık, 78 kişinin yanarak öldüğü oteli tanımıyor.”
Cambaz ipten düşmek üzere-Yaşar Aydın (BirGün)
“Kamu işçileri protokolü, Saray’ın odalarında hazırlanıp konfederasyon başkanlarının eline tutuşturuldu. Koltukta kalmalarını iktidara borçlu olan sendika ağaları, her bir maddesi işçiye ihanet olan bu belgeyi imzalamakta tereddüt etmedi.
Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla önce grev yasaklandı, ardından Türk-İş Başkanı Ergün Atalay Beştepe’ye çağrıldı; ertesi gün de Bakan Işıkhan’la protokol imzalandı. Arada bir yerde Türk-İş Başkanı Atalay, “İşçiler karar verecek.” dese de birkaç saat sonra asıl kararı kimin verdiği ortaya çıktı.
Tüm günahı Atalay’a yüklemeyelim çünkü Beştepe’de tam olarak ne yaşandığını bilmiyoruz. Bu ülke Millî Savunma Bakanı’nın yanına Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nü alıp askerî helikopterle yeniden adaylığı konuşulan eski cumhurbaşkanına ziyaretini de yaşadı. O yüzden Atalay’ın Beştepe’de geçirdiği saatler önemli. Ama bu durum protokolün işçi sınıfına yapılan en büyük kumpaslardan biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Rejimin bu meseleye verdiği öneme bakarak tek korkanın Türk-İş Başkanı Atalay olmadığını söyleyebiliriz. Belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tedirginliği, Atalay’la kıyaslanamayacak kadar güçlüydü. Erdoğan, 600 bin işçinin eyleme geçmesinin kendisi için ne anlama geleceğinin farkındaydı ve o yüzden de buna izin vermedi.
Erdoğan ve Bahçeli ikilisi, büyük oranda ABD Başkanı Trump’ın da ittirmesiyle yeni bir yola girdi. Trump bir yandan ikiliye kılavuzluk ederken, diğer yandan da yeni yol arkadaşları buldu. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin kolaylaştırıcılığıyla Öcalan devreye sokuldu. Böylece Erdoğan’ın bölgede “Türk-Kürt-Arap ittifakı” diye söz ettiği konunun, ülke içindeki siyasî temsili de gerçekleşmiş olacaktı.
Oluşturulan bu yapıyla birlikte başlatılan sürecin de birçok şeyin ilacı olacağı düşünüldü. Ama en azından şimdiye kadar böyle bir sonuç vermediği açık. Üçlü yapı, ne istenilen etkiyi yarattı ne de iktidara beklediği gücü kattı. Tam tersi, başlatılan süreç bir anlamda iktidarı, güvenlik ağı olmadan ip üstünde yürüyen cambaza dönüştürdü. En küçük dış etkenle yere çakılma ihtimali dünden daha yüksek hale geldi. O yüzden iktidar, ülkede tam bir sessizlik istiyor.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: