Niye üyelerin önüne sandık konulmadı?-Zülal Kalkandelen (Cumhuriyet)
“Cumhurbaşkanı adayını belirlemek için bütün ülkede, hatta yurtdışında bile üyelerinin önüne sandık koyan, üye olmayanlar için de dayanışma sandıkları kuran CHP, neden Türkiye’nin geleceği için hayati bir önem taşıyan açılım süreci ile ilgili komisyona katılma konusunda aynısını yapmadı?
Bu soruyu ilgililere yöneltmek zorundayız.
Üstelik eski CHP Milletvekili Dursun Çiçek’in önce cumhurbaşkanlığı aday adaylığı için imza kampanyası başlatıp sonra çekilmesi ve İmamoğlu’nun tek aday olarak kalması yani sonucun önceden belli olması da önseçimin yapılmasını engellememişti.
CHP’nin açılım komisyonuna katılmasına tabandan büyük bir tepki olmasına karşın, bu yöntem gündeme bile getirilmedi. Çünkü CHP yönetimi, bu konudaki kararı üyelerinin belirlemesini sağlasaydı, görünen o ki katılım reddedilirdi. Ama bu yolla iktidar kanadından gelebilecek saldırılar kolaylıkla etkisizleştirilirdi. Katılımın onaylanması durumunda da partinin kendi tabanından gelebilecek eleştirilere güçlü bir yanıt olurdu.
Şimdi CHP yönetimi, tabanının tepkisine kulak vermediği için yoğun bir tepkiyle karşı karşıya. Milletvekilleri, televizyon kanallarını dolaşıp yasal zemini olmayan komisyonda yer alma nedenlerini anlatıp halkı ikna etmeye çalışıyor. Özgür Özel, kaygı duyanlara “Bana güvenin” diyor ama hem kendisinin genel başkanlığı üstlendiğinden beri DEM politikalarına yakın duruşu, Rudaw’a ve farklı medya organlarına verdiği röportajlarda parti ilkelerine ters söylemleri, hem de komisyonda görevlendirdiği milletvekili isimleri bunu engelliyor.
Güvenilen olasılıklar!
Parti içindeki kanatlar arasında Kılıçdaroğlu’na yakın grubu en azından bu konuda karşıya almamak için de gereken yapılmış ve İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı komisyon üyeleri arasına alınmış. O da televizyonlarda sanki Bahçeli açılımı Erdoğan’dan bağımsız başlatmış gibi konuşuyor; AKP ile MHP’nin komisyonda her zaman aynı yönde düşünmeyebileceklerini, DEM’in de bazı durumlarda CHP gibi hareket edebileceğini söylüyor.”
Akdeniz jeopolitiği kökten değişiyor-İhsan Aktaş (Yeni Şafak)
“Son on yıla baktığımızda, Türkiye diplomasi ve güvenlik alanında ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır. Ancak bugün geldiğimiz noktada, kendi bölgesinde hem güvenliği hem de diplomasiyi organize eden bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu dönüşüm, sadece dış politika başarılarıyla değil, aynı zamanda kurumsal kapasite ve siyasal kararlılıkla ortaya konmuş bir devlet refleksidir.
Bir ülkenin yalnızca on yıl gibi kısa bir sürede bu denli devrimsel bir dönüşüm yaşaması, tarihsel olarak istisnai bir durumdur. Türkiye’nin bu baş döndürücü süreci yönetme becerisi, büyük ölçüde jeopolitik okuma yeteneği, stratejik sabrı ve kurumsal mukavemetine dayanmaktadır. Bu tempo, bu siyasi çeviklik ve bu milli irade, kolay kolay başka bir millete nasip olmaz.
Suriye İç Savaşı başladığında, Türkiye ile ABD arasındaki çıkar ayrışması derinleşmiş, bunun sonucunda ABD, Türkiye’den hava savunma sistemlerini çekmişti. Böylece Türkiye, Suriye kaynaklı tehditlere -İran, Rusya, rejim unsurları ve terör örgütleri- karşı savunmasız bırakılmıştı. Dahası, bu kriz ortamı Türkiye’nin içine taşınmış; FETÖ, DEAŞ ve PKK/PYD gibi farklı motivasyonlara sahip üç terör örgütü aynı anda Türkiye’ye yönelmişti. Özellikle FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi, sadece bir güvenlik tehdidi değil, aynı zamanda bir devletin bekasına kasteden yapısal bir saldırıydı.
Bu olağanüstü güvenlik tehdidi karşısında Türkiye, sert gücünü sahaya sürerek kendi güvenliğini sınır ötesinde kurmaya başladı. Bu çerçevede Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Afrin ve Barış Pınarı harekâtları birer önleyici güvenlik doktrininin sahadaki tezahürü olarak gerçekleşti. Türkiye, aynı zamanda Libya’da devlet otoritesinin çökmesine engel olarak uluslararası meşruiyeti destekledi. Azerbaycan-Ermenistan savaşında ise, kardeş Azerbaycan’ın yanında durarak sadece Karabağ meselesinin çözümüne değil, Kafkasya jeopolitiğinin yeniden şekillenmesine de katkı sundu. Bugün Ermenistan’ın bile rasyonel adımlar atması, bu dönüşümün etkisini açıkça ortaya koymaktadır.
Ukrayna-Rusya savaşında Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın tutarlı siyaseti ve stratejik tarafsızlık yaklaşımı dikkat çekmiştir. Türkiye hem Ukrayna’nın egemenliğini savunmuş hem de Rusya ile iletişim kanallarını açık tutarak, kriz yönetiminde anahtar bir aktör haline gelmiştir. İstanbul, bugün hâlâ bir barış umudunun konuşulabileceği yegâne diplomatik zemindir.”
Uçkuruna düşkün ABD Başkanı Trump ve Epstein skandalı-Mehmet Ali Çiçekdağ (T24)
“Amerikan siyasi hayatı seks skandallarına hiç de yabancı değildir. Ben ABD’de yaşarken kamuoyunun ve medyanın ABD Başkanı Bill Clinton’la Monica Lewinsky arasındaki cinsel ilişkinin boyutlarını, neyin cinsel ilişki sayılıp neyin sayılmayacağını uzun süre tartışmasından sıkıldığımı hatırlıyorum.
Clinton çoğu evli erkek gibi eşi Hillary‘den korktuğu için yalan söyledi. Ancak bunu Senato komitesi önündeki yeminli ifadesi sırasında yaptığı için başı belaya girdi ve hakkında Temsilciler Meclisi tarafından azil işlemi başlatıldı. Senato’daki Demokrat çoğunluk sayesinde kovulmaktan paçayı kurtardı.
Tabii daha önceki nesillerin zamanında işlerin daha gizli yapıldığını, örneğin basının Jack ve Robert Kennedy kardeşlerin Marilyn Monroe ile olan maceralarını görmezden geldiğini biliyoruz. Franklin Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt’in lezbiyen olduğu ve 19. yüzyıl başkanlarından James Buchanan’ın Başkan yardımcısı William Rufus King ile eşcinsel bir beraberlik yaşadığı da bilinen ama fazla dillendirilmeyen gerçeklerdir.
Donald Trump‘ın herhalde Kennedy’nin yanı sıra en uçkuruna düşkün ABD başkanı olduğu şüphe götürmez. Başkanlığı döneminde en az 25 kadın onu cinsel tecavüz ve tacizle suçladı.
Seçim kampanyası fonlarını beraber olduğu seks işçisi Stormy Daniels‘e sus payı vermek için kullandı ve bu arada çok sayıda yasayı çiğnedi. Kamuoyu kadının TV’de yayınlanan ifadelerinden Trump’ın cinsel organının değişik şeklini ve neye benzediğini öğrenmek zorunda kaldı.
New York Eyalet Mahkemesi Donald Trump’ı tam 34 evrakta sahtecilik suçundan suçlu bulup mahkum etti. Bunların arasında Stormy Daniels’e verilen 130 bin dolar sus payının gizlenmesi de vardı. Kısmetli ve teflonla kaplanmış Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi üzerine davaların çoğu düştü.
İslam Dünyası’nın kayıp yılları-Fehmi Koru (Karar)
“Yüzyıllar boyu, Batı coğrafyasında, kendilerini yoketme amaçlı saldırılara –‘pogrom’ deniliyor- maruz bırakılmış, 1940’larda Almanya’da Hitler’in kitle kıyımında –holokost– insanlarını kaybetmiş, 1960’lara kadar ABD’de önemli okullara çocuklarını ancak yüzde 10 kontenjanla sokabilen Yahudilerin, ondan sonraki 75 yıl içerisinde tabloyu tersine çevirebildiklerini biliyoruz.
Hem bir devletleri oldu Yahudilerin -İsrail- hem de yaşadıkları ülkelerde tercih edilen bireyler haline dönüştüler.
Dünya tarihinin son 75 yılı Yahudilerin güç ve saygınlık kazanmak için çabalama dönemi sayılabilir.
Netanyahu, başbakanı olduğu İsrail’de, dünya halklarının gözlerinin içine baka baka, Filistinlilere karşı kitle kıyımı başlatabildi; nasıl olsa cezalandırılmayacağı bilinciyle bunu hâlâ sürdürüyor da.
Peki aynı 75 yıl içerisinde İslam Dünyası ne idi, ne hale geldi?
Yaşım gereği 75 yılın bizzat tanığıyım.
İlk gençlik yıllarım İslam coğrafyasının bağımsızlık mücadelesini izleyerek geçti.
Savaştan yıkılarak çıkan Avrupa ülkeleri, kalkınma hamlelerinde kullanmak üzere yabancı işçi ihtiyaçlarını, başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman ülkelerden karşıladılar.
Avrupalılar Müslümanlar ile böylece yeniden tanışmaya başladı.
[İlk tanışıklık, Batı karanlık çağlarında, din adına savaşlar -Haçlı savaşları- ile uzak coğrafyalarda yağma peşinde koşarken, Müslümanlar hem Doğu’da hem de Batı’da -Endülüs’te- bilimde, mühendislikte, felsefede, sosyolojide çağ atladıklarında, yani farklı bir zeminde, gerçekleşmişti.]
Sıklıkla İslam’ı seçen Avrupalı gençler haberleriyle karşılaşılıyordu gazetelerde, 1960’lar ve 1970’lerde…
Heyecanın yerini tedirginliğe bırakması fazla sürmedi.
Bağımsızlık kazanan ülkelerin pek çoğu diktatörlükler altındaydı.
Onların halklarına reva gördükleri muameleler ve halkların pasifliği, dışarıdan bakanlarda olumsuz bir genel kanaat oluşturdu.
Filistin sorunu, savaşlarla, FKÖ eylemleriyle dünya gündemini işgal etmeye başladı.
Daha sonraları da, Batılıların gözünde ‘Müslüman=terörist’ denklemini doğuracak eylemler sahneye konuldu.
New York’ta ikiz kuleler ile Pentagon’a, İngiltere’de metroya, Fransa’da karikatür dergisine, Belçika’da eğlence yerleri ile AVM’lere saldırılarla gündeme geldi Müslümanlar…
Bilimsel alanda adı geçen pek az Müslüman oldu aynı dönemde; 2 milyarlık İslam Dünyası’ndan sadece 15 kişi değişik alanlarda Nobel öldülü alabilirken, nüfusları 20 milyonu bulmayan Yahudiler ise değişik alanlarda 216 Nobel ile ödüllendirildi.”
Hukuksuzluğa ‘tanık’ olun-Timur Soykan (BirGün)
“‘Tutuklama istisnai bir tedbirdir.’ İktidar mensupları dahil herkesin dilinde bu hukuk ilkesi var. Ama uygulamada ‘tutuklama’ bir cezalandırma yöntemine dönüştürüldü. Üstelik hukuksuz, haksız, hiçbir delil olmadan tutuklayarak bu ceza sistemi işletiliyor.
Bunun çok çarpıcı hatta absürt örneğini geçen hafta Çağlayan Adliyesi’nde gazeteci, yazar, insan hakları aktivisti Ercüment Akdeniz’in duruşmasında yaşadık. Akdeniz 5,5 aydır tutuklu. Sadece “Bazı tanıklar dinlenmedi” denilerek Akdeniz’in tutukluluğuna devam kararı verildi. Üstelik kararda dinlenilmediği yazan tanıklardan biri ölmüştü.
Boşuna absürt demiyorum.
Ercüment Akdeniz, 18 Şubat günü saat 05.00’de evden çıkmış, işine gidiyordu. Polis aracına alınıp 30 dakika bekletildi, saati gelince evinin basılacağı söylendi. Evinin anahtarı olduğunu, evde avukatının olduğunu söyledi. Ama kapı levye ile açıldı, evine götürülerek yere yatırıldı ve kelepçelendi.
Akdeniz, Hakların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik operasyonda tutuklandı. HDK, sol partilerle DEM Parti’nin bir araya geldiği bir birlik. Yasal bir yapılanma ve faaliyetlerine devam ediyor. Genel Merkezi İstanbul Beyoğlu’nda, internet sitesi var. Ercüment Akdeniz’in duruşmasında HDK Eş Sözcü Meral Danış Beştaş izleyici sıralarındaydı. HDK operasyonunda tutuklanan 28 kişi tahliye edilmişti, sadece iki tutuklu kalmıştı.
Ercüment Akdeniz, ifadelerinde ısrarla Emek Parti üyesi ve eski genel başkanı olduğunu anlatıyor ama ‘PKK-KCK üyesi olmak’la suçlanıyor. Tape kayıtlarında ‘örgüt’ demesi illegal örgütmüş gibi gösteriliyor. Oysa Emek Partisi örgütünden bahsedildiği çok açık.
Dosyaya 13-14 yıl öncesinin tape kayıtları konulmuştu. Bunlar soruluyordu. Bu tapelerde hiçbir suç unsuru yok ama bir insan 14 yıl önceki konuşmasını hatırlayabilir mi?
Üstelik bu iddianameye konulan 14 tape kaydının 13’ünde Ercüment Akdeniz, Emek Partisi yöneticileri ya da üyeleriyle görüşmüştü. Bir tapede ise Hayat TV’nin sunucusu ile konuşması vardı. Tapede adı geçen 25 kişiden 24’ü de Emek Parti üyesiydi, biri ise sendika başkanıydı.
Tapelerde geçen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kısaltması SBKP, iddianameye MLKP olarak yazıldı.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: