Tavuk dönerin ilçemize gelmesi benim lise yıllarıma rastlar. Herhâlde lise ikideydim.
Okulu hiç sevmiyordum. Öğretmenlerin kravatlı olmasına bile gıcık oluyordum. Ben sadece resim yapmak istiyordum. Öyle de oluyordu zaten. Derslerde ben kara kalem ile çiziyordum ha bire. Ben resme bu kadar tutkuluydum ama lisemizde resim öğretmeni yoktu. İngilizce dersine kimyacı giriyordu. İngilizceye giren resim dersine haydi haydi girer. Resim dersine giren kimyacı sormuştu: “Kimya mı anlatayım yoksa İngilizce mi?” Biz de havamız olsun diye İngilizce istedik ama kimyacının İngilizcesi ne kadar kötüydü anlatamam. O sıralarda Mahmut Tuncer’in bir türküsü vardı. “Ayem sori de ne sori” diye.
Biz de hoca ne soruyor bilemeden dalgamızı geçiyorduk. Benim işim resim tabii. Kara kalem çalışıyorum ama esasen boya alacak paramız yok. Babam memur ama nasıl küçük bir memur anlatamam. Hani işe gitmese kimse “Nerde bu adam?” demeyecek. O kadar ufak memur. Ama babamın da kravatı var. Okul bize de kravatı mecbur yapmış. Ama ben kravat cebinde adamım. İdarecilere rastlarsam takıyorum o kadar. Benimle beraber bir de ikiz bacılarım var. Üç çocuklu, anneleri ev hanımı, babası bir devlet dairesinde ufak memur kıt kanaat geçiniyoruz. İşte bu vadide seyreden hayatımıza bir yumruk gibi girdi tavuk döner. Ben yer yemez çarpıldım. Bu nasıl bir tat? Şimdilerde tavuk dönere neler katıyorlar. O zaman sadece tavuk eti ve domates var. Yanında ayran olursa ben bayılıyorum.
Param olsa da ben de alsam diye bağırmak istiyorum. Babamın cebinden çıkan para tavuk dönere yetmiyor. Simit yedikçe ağlayasım geliyor. Dört günlük simit paramı biriktirip tavuk döner alıyorum. Bu arada bizim sınıfın pasaklı kızlarından biri akıl verdi. “Milletin resmini yap karşılığında sana tavuk döner alsınlar. Para isteme, sanatçının parayla işi olmaz.” Laf açılmışken söylemek isterim. Böyle akıllar veren kızlar ecik de güzel olsa ben de belki birini severim. Bu kızlar yakası yağalı, saçı kepekli, belikleri çarpık, kekilleri kırpık kızlar. Ele avuca gelir bir tane kız olmaz mı koca lisede?
Neyse ben kızın verdiği akla uyup teneffüslerde vatandaşın resmini yapıp karşılığında döner almak için yırtınıyorum. Ama bizim lisede para talebede yok. Kimse resmini yaptırmak istemiyor. Ben de hocaların resmini yapayım bana döner alsınlar istedim. Hemen hepsinin resmini yaptım. Ama kuru bir “teşekkür” ile yetindiler. Elleri ceplerine gitmedi. Bu arada tavuk döner rüyalarıma giriyor. Anlatması zor…
Benim lisedeki bütün derslerimin kötü olmasına ne anam ne babam karışıyor. Zaten bizim ikiz kızların dersleri de kötü. Ama babam için okul gün içinde mecbur yapılan bir iş. Çok umursamaya gerek yok. Çünkü babam çok zor okumuş. Sürünmüş resmen. Bize nasihati şuydu:
“Siz sürünmeyin, kafanıza göre takılın işte. Ne güzel gidip oturacağınız bir yer var. Liseye kadar oturun veya okuyun artık size kalmış. Liseden sonra bakarız.”
Şöyle bir baba olabilir mi? Bizimki öyle bir babaydı işte. Annemde hiç okuma yazma yoktu. “Ümmi” idi kendisi. Harfler ona bir anlam ifade etmiyordu. Annem gibi olmayı ne çok isterdim. “Benim resmim bana yeter harflere gerek yok!” demişliğim vardır. Lise iki bitti. Tüm dersler bütünlemeye kaldı. Ben yaz tatili başlamadan tüm arkadaşlarımın artık defterlerini topluyorum. Yarısı kullanılmış diğer yarısı boş olan sayısız defter topluyorum. Bunlara resim yapacağım. Yoksa resim defteri almaya gücüm yetmiyordu. Bu arada tavuk döner takvimi tuttum. Bir dönem içerisinde yani toplam dört ay gibi bir zamanda sadece dört kere tavuk döner yiyebilmişim.
Düşün o kadar canım çekiyor ama sadece ayda bir kere alabiliyorum. Yaz tatilinde çalışan arkadaşlarım vardı. Babam bizim çalışmamızı hiç istemedi. Şimdi hakkını yemeyelim. “Gezin, tozun bu yaşınızın kıymetini bilin.” dedi. Ama benim boş gezdikçe canım tavuk döner çekiyor. Artık dayanamadım. Tavuk dönerciye gittim.
– Çırak lazım mı?
– Sen mi çırak olacaksın?
– Evet ne varmış?
– Oğlum boyun boyumu aşmış şu saatten sonra ne çıraklığı?
– Ama ben para istemiyorum. Sadece günde iki porsiyon tavuk döner ver. Birini öğlen yerim, birini akşam yerim. Beş kuruş istemem yani
Bu zalim pazarlığa dönerci kolay razı oldu. Ve ben doksanlı yıllarını yaşayan Türkiye’de tavuk dönere karşı beleşe çalışan bir adam oldum. Evdekilere, “İşe girdim…” dedim. Sanki müsteşar olmuşum, o kadar sevindi ev halkı. İkiz bacılarımdan biri sordu: “…ne kadar verecekler?” “Parası çok değil.” dedim, yalan söyledim. Allah’ım tavuk döner uğruna yalancı da oldum!
Ailece şöyle bir plan yaptık. Güya dönerci bana üç ay çalışma karşılığında para verecek. Ben de o parayı alıp dershaneye vereceğim. Böylece üniversiteye hazırlığa başlamış olacağım. Plan böyle ama aslı yok, astarı yok. Ben dönercide karın tokluğuna çalıştım tam üç ay. Bütünlemeleri zor geçtik. Yaz bitti. Hani dershane parası biriktirecektim?
Kıvrandım yalanım ortaya çıkacak diye ama sonra dedim ki “Allah bana öyle bir ana baba vermiş ki ne kıvranıyorsam sanki!”. Haklı çıktım. Anamla babama bir sofra başında durumu anlattım.
– Ben üç ay boyunca hiç para almadım. Karın tokluğuna çalıştım. Üç ay sadece tavuk döner yedim.
– Oğlum biz anladıydık zaten. Baban senden gizli gidip konuştuydu. Bu dönerci nasıl bir adam bilmek istediydik ama “Madem tavuk dönere razı oğlan elleme çalışsın.” dedik. Zaten konuşmasak bile atletindeki ter kokusu değiştiydi oğlum. Tavuk kokuyordu terin. Ben anladıydım.
Hikâye burada bitiyor zannediyordum ama bitmemiş. Ben lise sonda dershaneye gidemedim. Liseyi zar zor bitirdim malum. Elimde sayfalar dolusu resim dışında bir şey yoktu. Ha bir de dönerci artık ahbabımdı ve bana yarı parasına veriyordu dönerleri. Bir gün babam beni çağırdı:
– Oğlum lise bitince bakarız dediydim ya hep sana. İşte lise bitti. Sen bıkmadan tavuk döner yedin de söyle bakalım ne belledin? Mesela tavuğu nerden alıyorlar, döneri nasıl diziyorlar, ateşi ne kadar yakıyorlar, döneri nasıl kesiyorlar biliyor musun?
Ben kendimi bir yokladım hepsini biliyorum. Hem de gözüm kapalı yapacak kadar. Çünkü dönercinin işi olduğunda bana bırakırdı dükkânı ve ben her işi yapardım.
– Baba ben hem yedim hem belledim. Dönercilik kolay iş.
– Bak bizim bir fikrimiz var. Annenin bilezikleri vardı. Kötü gün için sakladıydık. Ama sana bir ekmek kapısı açmanın da yekûn miktarda sevabı var dedik. Benim de aklıma yattı. Sana bir ufak dükkân açsak, sen de tavuk döner satsan nasıl olur?
Meğer babam da ne akıllar varmış. Tamam dedim. Dükkân tutuldu. Döner tezgâha kondu. İlk döneri kendime kestim. Ecik tuzlu olmuştu ya yavaş yavaş düzene girer dedik ve hakikaten öyle oldu. Benim dönercime bir de ad koyduk. “Ressamın Yeri” dedik.
Döner işi tuttu ama çok çalışıyorum. Benim eski ustam erken kapatırdı dükkânı, ben gece yarısına kadar açık tutuyorum. Gece müşterisi ecik kafası güzel oluyor ama gündüzden daha çok müşterim var. Bu arada dükkânın adı ressam ama ben resim yapmayı bıraktım.
Meğer ben okuldan sıkıldığım için resim yapıyormuşum. Dönerci oldum tastamam. Bacılarımı okuttum. Dükkânı satın aldım. Ev kirasından da kurtulduk. Hasılı dönerci bereketli oldu. Bizi feraha çıkardı.
Şimdi söyleyin bakalım bu tavuk döner sevilmez mi?
Fotoğraf: lezzet.com.tr
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: