Seve seve değil soya soya büyüyen sistem-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Tarih, insan deneyimlerinin toplamından daha fazla bir şeydir.
Sahi biz musibetlerden öğreniyor muyuz? Yoksa nasihatler gibi onları da kulak arkası mı ediyoruz?
Çok değil, aylar önce “yenidoğan çetesi”ni konuştuk. Konu yalnız bebekler değildi. Sağlığın nasıl “sektör” olduğunu, insan yaşamının para için nasıl şekilden şekle sokulduğunu, “hasta olma”nın tedaviyle değil, maliyetle karşılandığını gördük. En çok da “Neden denetlenmiyor” sorusunu sorduk.
Önce tavrımı söyleyeyim. Sağlığın bir insan hakkı olduğunu düşünüyorum. Zorunlu bir kamu hizmeti olması taraftarıyım. Haliyle niteliği yüksek tutarak devletleştirmeden yanayım. Bunun için de iktidardaki partilerin değil, düzenin değişmesi gerektiğinin farkındayım. Hadi diyelim bu düzende bile devlet bu bozuk sistemin agresif denetleyicisi olmalı. Dünyanın en piyasalaşmış rejimlerinde bile böyle.
Konuya geleyim…
Biliyorsunuz, Türkiye’de sağlık sistemi özel ile kamu arasında bir işbirliği ile yönetiliyor. Ancak hemen her skandalda gördüğümüz gibi “devletin malı deniz” felsefesi burada da işliyor.
Diyelim anlaşmalı bir özel hastaneye gidiyorsunuz. SGK’lisiniz. Tedavinizin bir kısmını ya da tamamını SGK karşılıyor. Elbette gerçek “deniz” değil. SGK, sizin emeğinizden biriken primlerle oluşturulan bütçe sayesinde bunu yapıyor. SGK’nin 900 milyar lirayı aşan harcamaları içerisinde kimilerine göre milyarlarca liralık bir “sahte provizyon” kaçağı var. Yani “olmayan hasta varmış gibi” kurulan sistemle, milletin parası kimi özellere aktarılıyor.”
“Uçuruma doğru dolu dizgin”-Gökhan Özcan (Yeni Şafak)
“Vaktiyle doğruluğundan kesin şekilde emin olduğunuz şeyler hakkında bugün hâlâ aynı yerinizi koruyor musunuz?
Ben pek azı için bunu söyleyebilirim. Geri kalan meselelerde fikrim epeyce ve çoğu zaman esastan değişmiş durumda. Dün düşündüklerimin bugün tamamen tersini düşündüğüm meseleler de var. Oysa neredeyse her zaman her konuda bulunduğumuz noktayı gerçeğin nihai noktası olarak kabul etmek gibi bir hal üzereyiz çoğumuz. Böyle olunca yanılmak kaderimiz oluyor kaçınılmaz olarak. Öyle, çünkü zamanın bir yerinde kendi hayatımızın getirilerinin, kendi edindiğimiz tecrübelerin hayatın bütünü için doğru fikirler verdiğine inandırıyoruz kendimizi. Sonra varlığından belki haberdar bile olmadığımız değişkenler bütün tabloyu değiştiriyor ve biz geçerliliğini yitirmiş keskin kanaatlerimizle ortada öylece kalakalıyoruz. Herhangi bir meselede bu türden acele fikirlere kapılmanın tolere edilebilir bir yanı olabilir; ancak hayatın doğrularını ve yanlışlarını belirlemede bu acele fikirlerin bizi sürükleyebileceği yerlerden gerçekten endişe etmeliyiz. Her insanın böyle dramatik yanlışlara düşmemek için birikimi, çapı, münderecatı ne olursa olsun mutlaka fikirlerinin değişmez kaidelerle sağlamasını almaya ihtiyacı var.
Gai Eaton (Müslüman adıyla Sidi Hasan Abdullah Abdülhamid), ‘Tanrı’yı Hatırlamak’ isimli kitabında kadim ahlak kaideleri ile etik kriterleri arasındaki temel farkı çarpıcı şekilde şöyle özetliyor: “Etik denilen şey, insanların şu anda ne hissettiklerine göre şekillenen bir sistemdir. Halbuki insanların duyguları devamlı olarak değişmektedir. Bundan birkaç yıl önce tasavvur bile edilmeyen bir şey bugün herkes tarafından kabul görebilmekte; bugün insanların tiksinerek baktığı şeylerse bir süre sonra kabul görmeye başlayabilecek. Dine dayanan ahlak, revaçta olan fikirlere göre değişmeyen birtakım sınırlar koyar. Etik felsefesi ise neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verecek kriterlere sahip olamadığı için, revaçta olan fikirler tarafından yönetilir.”
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır-Mehmet Y. Yılmaz
“Kemal Kılıçdaroğlu, 27 Kasım 2021 günü sosyal medyada yayınladığı bir videoda şunu söylüyordu:
“Nefsine yenilen sorumsuz liderler ve iktidarlarının yapamadığını ben yapmak istiyorum. Hayatımın bu aşamasında neyleyim ben sarayları, paraları? Ben nefsimi körelteli çok uzun yıllar oldu. Tek bir muradım var benim, o da milletimin gelecekte bana dua etmesidir, o kadar.”
Konuşmanın dekoru Kılıçdaroğlu ailesinin mutfağıydı.
Henüz cumhurbaşkanı adaylığını açıklamamıştı. Altılı Masa’nın nafile toplantılarıyla bir yandan milleti, bir yandan da partisini oyalıyordu.
O tarihte doğru söylemediğini, aslında “nefsine yenilebilen” bir kişi olduğunu öğrenmemize daha 13 ay vardı.
Seçimden sonra da bu tablo iyice netleşti.
Önce “partiyi güvenli limana kadar götüreceğim” diye ayak sürüdü.
Şimdi de AKP yargısının vereceği kayyım kararını heyecanla bekliyor.
Bekliyor ki AKP yargısı kendisini tekrar CHP’nin başına geçirsin, o da partiyi “güvenli limana kadar” götürsün!
İsmail Saymaz’ın yazdığına göre CHP’nin il başkanlarından birine “benim gelmemin ne zararı var size” demiş.
Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının, CHP’nin yeni yönetimiyle kat ettiği mesafeden ve toplumla kurduğu dinamik ilişkiden rahatsız oldukları da anlaşılıyor.
Yine İsmail Saymaz’ın yazdığına göre Ekrem İmamoğlu’na karşı yapılan yargı darbesinden sonra düzenlenen mitinglerden de memnun değilmiş.
CHP’nin, Türkiye’nin en büyük seçim çevresinde en yakın rakibinden 1 milyon fazla oy alarak seçilen bir belediye başkanını savunmasının neyinden memnun değil acaba?
Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın bir gazeteci arkadaşım, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının yanlış olduğunu savunduğumda bana şunu söylemişti:
“O hesabını yapmıştır, kazanamayacağı bir seçime girmez. Böyle yaparsa insan içine çıkamayacağını bilir.”
Görüyoruz ki böyle bir “bilgelik” durumu da söz konusu değil.”
Bu çağda harita böyle değişiyor-Ali Bayramoğlu (Karar)
““Dünyanın çivisi çıktı” sözü tam da bugünlere uygun.
Yaşanan bir Ortadoğu savaşı… Daha ötesi, büyük bir siyasi eksen savaşı…
Netanyahu, Gazze’yi insansız hâle getirdi; çoluk çocuk katletti, katletmeye devam ediyor. Hamas’ın ve Hizbullah’ın belini kırdı. Suriye’yi, Lübnan’ı bombalıyor. Tehdit olarak gördüğü İran’a saldırıyor. Nükleer tesislerini yok etmek, rejimini değiştirmek, bölgedeki etkisini iyice geriletmek istiyor. Esasen, Ortadoğu dengelerini değiştirip asli güç hâline geldiğini tescil etmenin peşinde.
Bu politikayı tek başına yürütmediği de ortada.
ABD ve Avrupa’nın üç önemli ülkesi; Almanya (doğrudan), İngiltere ve Fransa (dolaylı olarak) Netanyahu’nun arkasında. Gücünün yetmediği yerde, askeri saldırı işini Trump’un ABD’si üstleniyor. Almanya Başbakanı Merz, açık açık “pis işlerimizi İsrail görüyor” diyebiliyor. Suudi Arabistan ise, radikal İslami örgütlerin ve baş düşmanı İran’ın belinin kırılmasından memnun.
Devlet şiddeti ve keyfiliğin önü alabildiğine açık. Bölgede isteyen ülke, istediği ülkeye saldırabiliyor. Savaş teknolojisi, uzak ülkeler arasındaki çatışmaları mümkün kılıyor. Bir füze ve drone cehennemi yaşanıyor.
Bu işin bir yanı. Ama vahim bir yanı. Güvensizliği artıran, milliyetçiliği ve güçlü iktidarları besleyen, güven arayışını onlara yönelten, faydayı her şeyin önüne koyan bir tablo bu.
İşin diğer tarafı ise hem dünya hem bölge siyaseti, hem de Türkiye bakımından son derece önemli.
Bu bakımdan en önemli sonuç, şüphesiz ki İran’ın 1979’dan itibaren Ortadoğu üzerinde kurduğu kısmi hegemonyanın kırılmasıdır.”
Muhalefet dediğin iktidarı devirmez!-Yaşar Aydın (BirGün)
“Türkiye’nin son seçimde birinci partisi olan CHP, ilginç bir tartışmanın içerisinde. Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğunu kaybettiği kurultayla ilgili başlayan süreç başka bir noktaya doğru evriliyor.
Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun mahkeme kararının sonucundan sonra genel başkanlık koltuğuna geçmekte sakınca görmeyeceğine dair açıklamasının kamuoyuyla paylaşılmasından sonra tartışma daha da büyüdü.
Burada mahkemenin tavrı, Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı ya da CHP genel merkezinin duruşu üzerinden kulis yazmanın gereği olduğunu düşünmüyorum. Gündemi bu ölçüde meşgul etmeyi hak eden bir konu değil. Çok açık ki ortada iktidar tarafından organize edilen siyasi bir operasyon var. Aslında CHP’nin 30 Haziran tarihinde görülecek davası İBB operasyonlarının devamı olarak görülmeli. Bu, muhalefetin dizayn edilme girişiminin bir parçasından başka bir şey değil.
CHP Genel başkanı Özgür Özel’le salı günü yaptığımız söyleşide meseleyi partiyi hareketsiz kılacak bir sürecin parçası olarak gördüğünü söylemişti. Özel, “Mahkemeden partimiz aleyhine bir karar çıkmazı imkânsız. Ama sür git bir tartışmanın içerisinde olmamız isteniyor” değerlendirmesinde bulunmuştu. Özgür Özel, özellikle mahkeme konusunda rahat gözüküyor ama Kılıçdaroğlu etrafında dönen tartışamadan rahatsız olduğunu da saklamıyor. Bununla birlikte CHP genel merkezinde tüm yöneticilerin mahkeme konusunda Genel Başkan Özel kadar rahat olmadığını da söylemek gerekir.
Mahkeme sürecinin ve onunla yaşanan tartışmanın asıl incelenmesi gereken tarafı meselenin CHP’nin nasıl bir muhalefet çizgisi izlemesi gerektiği konusu etrafına kümelenmesi.
Özellikle yandaş medya, yaşananları ve olası sonuçları muhalefet çizgisinde bir değişiklik beklentisi olarak sunuyor. En çok kullanılan kalıpların “sokaktan çekilmek, kavgacı olmayan dil” olması tesadüf değil.
Açık ki iktidar bloğu, kendisini garantiye almak için uydurduğu iç cephenin tahkimatı sırasında CHP’nin bugün izlediği muhalefet çizgisinden çok hoşnut değil. Tekrar eski günlere dönmek istiyor. Üstelik kendisi bugün izlediği rotada hiçbir değişiklik yapmadan bunun gerçekleşmesini istiyor. Majestelerinin muhalefeti diye özetlenecek dizayn için tüm düğmelere aynı anda basıldı.”
Basketbolun efendisi!-Ünal Özüak (Hürriyet)
“Her şeyde olduğu gibi basketbolda da tesadüfe yer yok. Profesyonel basketbolun gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi… Başarı, bütçeyle doğru orantılı olarak geliyor. Saadet gibi şampiyonluk da kıt kanaat sağlanamıyor. Fenerbahçe Beko, Avrupa şampiyonluğundan sonra Süper Lig şampiyonluğunu da doğru finansal yatırımının karşılığını alarak bileğinin hakkıyla kazandı.
İkili oyunlar sonrasında oluşan hücumlara karşı yapılan üç sayı savunmalarının etkinliğinin neticeyi belirlediği bir maç daha izledik. İlk 4 dakikayı sayısız geçen Fenerbahçe, bu süreçte 13-0’lık seri yakalayan Beşiktaş’a daha sonra 9-0’lık bir seriyle reaksiyon vererek oyuna ortak oldu.
Melli’nin jeneriklik üçlüğüyle birinci periyodu 21-18 önde kapatan sarı lacivertliler, üstünlüğünü maç sonuna dek bırakmadı. Beşiktaş, yıldız oyuncularının kapasitelerini zorladığı maçta güçlü rakibine ancak ilk 20 dakika dayanabildi. Eşyanın tabiatına uygun olarak ikinci yarıda kenardan katkı alamayan ve uzun süre oyunda kalan kemik rotasyonu yorulan siyah beyazlıların dayanıklılığı sonlandı. Fenerbahçe de rakibinin bu dezavantajını iyi değerlendirip sayı farkını açtı.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: