Atatürk’ün dünya barışını koruma formülü-Sinan Meydan (Cumhuriyet)
“Şuna da kaniim ki, eğer devamlı sulh (barış) isteniyorsa kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek beynelmilel (uluslararası) tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı, açlık ve tazyikin (baskının) yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.” (Atatürk, 1935)
Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken, güneyimizde İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları devam ediyordu ki, birden bire İsrail-İran Savaşı başladı. İsrail’in doğal müttefiki ABD’nin İran’a saldırması ve İran’ın da bu saldırıya karşılık vermesi üzerine insanlar birbirine, “Bu ateş bize de sıçrar mı?”, “III. Dünya Savaşı çıkar mı?” diye sormaya başladı. Ben bu yazıyı kaleme alırken “ateşkes” ilan edildi. Peki ya barış? Bugün emperyalist, faşist, saldırgan, diktatör, hatta yarı şizofren liderlerin dünyasında“gerçek barış” hiç ulaşılamaz bir hayal sanki…
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde barışa kafa yoranların, günümüzün yaşayan liderlerinden çok, düşünceleriyle yaşayan Mustafa Kemal Atatürk’ten alabilecekleri çok önemli dersler var.
Emperyalist işgale ve kapitalist sömürüye karşı direnen Mustafa Kemal Atatürk için “barış” demek her şeyden önce “tam bağımsızlık” demektir. Çünkü emperyalist işgalin, kapitalist sömürünün devam ettiği yerde gerçek barışın sağlanması olanaksızdır. Bu nedenledir ki Atatürk, önce Kurtuluş Savaşı sırasında, sonra da Lozan Görüşmeleri sürecinde Türkiye’yi tam bağımsızlığa kavuşturmayacak “sahte barış” tekliflerini (Sevr Antlaşması’nı ve yumuşatılmış Sevr’leri) reddetmiş, ısrarla “tam bağımsızlığı sağlayacak gerçek barış” için direnmiştir. Örneğin, Lozan Görüşmeleri sırasında İtilaf devletlerinin kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmaması üzerine 30 Ocak 1923’te İzmir’de, “Barış istiyoruz dediğim zaman bilinmelidir ki, bağımsızlık ve hâkimiyet istiyorum” demişti. (ATABE, C.15 s.43) 2 Şubat 1923’te yine İzmir’de “Arkadaşlar, barış istiyoruz; fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın anlamı budur…” demişti. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, -ATABE-, C.15, s.86-87)”
Konum Savaşları: Uçtan uça füze yağarken WhatsApp’ta yazışmak-Ersin Çelik (Yeni Şafak)
“İsrail-İran savaşı 12. gününde, Amerikan tiyatrosuna dönüşerek durdu.
Öyle ya da böyle Tahran’dan Tel Aviv’e düşen füzelerin bir korku imparatorluğunu yıktığını gördük. Soluğu sığınaklarda alan İsraillilerin nasıl yalnızlaştığını ve onlar için üzülecek, ateşkes isteyecek sivil inisiyatiflerin dahi olmadığını tecrübe ettik. Bu arada, iki yıldır bölgesindeki kol ve kanatları kırılan İran, bir nebze de olsa itibar kazandı. Coğrafyamızdaki denklemin nasıl değişeceğini hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Lakin bu “savaşın” burada bitmediği aşikâr. Suriye’den sonra İran’ı da vuran İsrail’in füzeleri sınırlarımıza doğru geliyor. Hedefin Türkiye olduğu ise bariz. Çünkü İsrail’in arzımevut topraklarından vazgeçmeyeceğini biliyoruz. On iki günlük karşılıklı füze atışlarında Tahran ve Tel Aviv’de evler, kamu binaları, stratejik tesisler, askerî birlikler vurulurken; geride kalan savaşın çok farklı, dünyanın geri kalanını ilgilendiren izleri de oluştu.
Cebimizde taşıdığımız telefonlar ve internet bağlantısı olan tüm cihazlar, hepimizi bir İsrail füzesinin açık hedefi haline getirebilir! İsrail-İran savaşının ilk gününde Tahran’da isabet alan evleri ve öldürülen üst düzey yetkilileri hatırlayalım. İsrail füzeleri, 13 Haziran’da İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı, bazı üst düzey komutanlar ile 9 nükleer bilim insanını direkt hedef almıştı. Yani bu isimlere nokta atışı suikastlar düzenlenmişti.
O sabah ajanslara düşen bir fotoğraf var. Füzelerden biri, Tahran’da site içerisindeki 12 katlı bir apartmanın 5., 6., 7., 8., 9. katlarına isabet etmişti. Daha çok 8. katı isabet almış adeta direkt odalara saplanmıştı. İşte o evde İran’ın nükleer sanayisine önemli katkılarda bulunduğu belirtilen Dr. İsar Tabatabai yaşıyor ve füzeli suikast sonucu eşi ile öldürülmüşlerdi. Böyle onlarca önemli ismi birkaç saat içinde belki eş zamanlı katletti İsrail.
Peki ama nasıl, maktullerin yattıkları odalara kadar hesaplanarak işlenmişti Tahran suikastları?
Ortada iki ihtimal var. İkisi de sarsıcı.
Birincisi: Hedef alınan isimlerin telefonlarına önceden casus yazılımlar yüklenmişti ve bu yazılımlara güdümlü füzeler atıldı.
İkincisi: Yine cep telefonları üzerinden ama yazılım yüklemeye gerek duymadan, İsrail, WhatsApp gibi anlık konum bildiren uygulamalar üzerinden hedefleri vurdu.”
Borca karşılık zeytin ve altın-Çiğdem Toker (T24)
“Zeytinlikleri, kömür santralleri için kıyıma açan kanun teklifi, bu hafta TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecekti. Ancak biraz ertelendiğini öğrendik. Teklifin, en geç gelecek hafta TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek yasalaşması bekleniyor.
AKP’nin hazırladığı ve içinde maden şirketi olan iktidar vekillerin de imzası bulunan kanun teklifinin getireceği bazı maddeleri aktaralım:
– Kısada ÇED olarak bilinen Çevresel Etki Değerlendirme kararları, altyapı ve maden projeleri için kilit önemde. Bu teklif adeta “süper izin” mekanizması getirerek, maden şirketlerinin “ÇED gerekli değildir” kararı beklenmeden projeye başlamasının önünü açıyor. Ve ÇED kararı olmadan da ihale, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı için başvurulabilmesini mümkün kılıyor.
– Zeytinlik sahalarda elektrik üretimine yönelik madenciliğe izin veriliyor. Buradaki “incelik” Aralık 2022’de büyük tepkiler sonucu geri çekilmiş görünen ama tekrar edilen düzenleme ile koordinat listesi verilmesi.
Kanun teklifine eklenen koordinat listesi ile Yatağan ile Yeniköy-Kemerköy Termik Santralleri ve Kömür Madenleri için zeytin ağaçları taşınabilecek veya yeni zeytinlik tesis edilecek.
-MAPEG, ilgili kurumdan üç ay içinde izin görüşü alamazsa “izin verilmiş” sayılacak (zımni onay).
– Yeni getirilen “Stratejik ve Kritik Maden” tanımıyla, bu tip madenler için acele kamulaştırma ve zorunlu stok imkânı da düzenleniyor. Yasada sayılmayan bu madenleri Bakanlık belirleyecek. Stok miktarlarına Cumhurbaşkanı karar verecek.
– Enerji tesislerinin arazi kullanımlarına uygulanan yüzde 85 oranındaki indirim teşviki 2030’a kadar uzatılacak.
– Enerji Bakanlığı imar planlarını onaylayabilecek, yapı ruhsatı ve çalışma izni verebilecek.
Kaçak santrallere (yapı ruhsatı ve/veya yapı kullanma izinsiz çalıştırılanlar) imar affı getiriliyor. Bu işletmelere belli şartlar altında Üretim Tesisi Uygunluk Belgesi verilecek. Eski cezalar ve yıkım kararları uygulanmayacak.”
Müjde! Hainler ülkeden kaçıyor!-İbrahim Kahveci (Karar)
“Mandacı iktisatçılar…
Bedenleri burada ama fikirleri dışarıda olanlar…
Dış güçlerin aparatları…
Vs vs
2017 yılından beri yazdığım bir konudur: Türkiye önce Venezuela olacak; sonra Arjantin.
Venezuela’da ne olmuştu? Emperyalizme karşı mücadele söylemi ile iktidara gelen Chavez vardı. Askerler darbe girişiminde bulundu ve Venezuela Halkı askeri darbeyi sokaklara çıkıp püskürttü.
Sonra Chavez referandumlarla yetkileri kendinde toplamaya başladı.
İşte burada sıkışan bir ORTA SINIF vardı. Ne askeri darbeyi onaylıyorlardı ne de Chavez’in darbe bahanesi ile tüm yetkileri kendinde toplayan Anayasa değişikliklerini…
İşte bu Orta Sınıf dediğimiz beyaz yakalı okumuş kesim hain ilan edildi.
TABAN SINIF bu sürece kurtuluş mücadelesi olarak bakıyor ve iyi eğitimli Venezuela’ları dış güçlerin ajanları olarak görüyorlardı.
Nitekim 4,8 milyon civarında kişi Venezuela’dan göç etti. Ülke nüfusunun 33 milyon olduğunu düşündüğünüze bu göç oranı oldukça yüksektir.
Ve böylece Venezuela gerçek bağımsızlığa ulaştı!
Chavez ölünce yerine kamyon şoförü Maduro geçti ve hiçbir şekilde seçim kaybetmez oldu.
Nasıl seçimse…
Ülke adeta fakirlikten kırıldı ve millet açlıktan zayıfladı. Yoksulluk ve yokluk Dünya petrol gücünün 6. Ülkesini bile mahvetti. Varlık içinde yokluk çeken bir Venezuela oluştu.
Venezuela sonrası Samsun örneğini de vermeliyim. Samsun doğudan vasıfsız göç alıp Batı’ya okumuşlarını göç veren bir ilimizdir. Samsun 80’li yıllarda Türkiye’nin 7. büyük iliydi. Ve Samsun büyüdü ama emsallerinden daha az büyüdü. Şimdi Türkiye’nin 7. büyük ili değil 17. büyük iline düştü.
Samsun aynı zamanda yaşanması çok zor olan, suç oranının yüksek olduğu bir ildir. Çünkü eğitimliler azalmış ve medeniyetini yitirmiş bir il olmuştu. İzmir’den sonra 2. büyük fuar Samsun’daydı ama şimdi ne fuarı ne kültürü kaldı. Uyuşturucusundan vurgununa yaşanması çok zor bir ile dönüştü.
Kısaca BEYİN GÖÇÜ olan bir yerde medeniyet çöker; oralar yaşanmaz hale dönüşür.
İlk anda “giderlerse gitsinler” demek işin en kolayıdır. ‘Okudular da ne oldu’ dersiniz; ‘okumuşlar mı herşeyi biliyor’ diyeceksiniz. Veya benzer şeyleri…
Ama sıkışınca “şu doktor daha iyiymiş” diye iyi doktor arayanlar da yine bu aynı kesimdir. Veya şu avukat daha iyiymiş diyenler de…
Her neyse…
Son 3 yılda ülkemizden net şekilde 282 bin 220 kişi çekip gitti.“
Sular ısındı-Kaan Sezyum (BirGün)
“Nasılsınız sevgili vatandaşlar? Havalar ısındı, yaz geldi, haliyle sular da ısındı. Tabii biz suların ısındığı verisini sayısını bilmediğimiz danışmanlardan alıyoruz. O da güzel bir lüks. Koskoca sarayın danışmanları su sıcaklığı tespiti yapıyor ülkedeki çeşitli meslek grupları için. Mesela gazeteciler için sular uzun süredir sıcacık. Öğrenciler için sular sıcak, emekliler için sular sıcak, avukatlar için sular sıcak, seçilmiş belediyeler için sular sıcak… Liste uzar gider. Sular sıcak, girince de iyice insanın içini bunaltıyor. O yüzden daha serin bölgelere transfer ediliyor ülkenin gazetecileri, ya da bir noktada gazeteciye dönüşen bireyleri ve diğer istenmeyenleri.
Bizim modern zamanlarımızda gazeteci olmak ya çok kolay ya da çok külfetli haliyle. Çok değerli örnekler gibi, amiral gemilerinin koruyucu kedicikleri gibi de gazetecilik pratiği yapabilirsiniz. Keşke ben de zamanında yandaşlık başvurumu yapsaydım da başka bir gücün yandaşlığına geçseydim. Şimdi evde beş parasız, akşam ne alıp ne yiyeceğim derdinde olmaz, turizm bakanımla, Yunan adalarında lüks yatlarda yatçılık yapar, öve öve bitiremediğim iktidarın tereyağlı ballı ekmeğinden bir lokma alır, yazılarımı satır satır yazar, çayla beraber mideye indirirdim. Şimdi düzgün bir bal almaya kalksanız kaç paradır kim bilir? Artık bal almıyorum, masraf oluyor. Hatta bal etiketiyle göz göze gelmeye bile korkuyorum.
Geçenlerde yarım çeyrek karpuz aldım hayatımda ilk defa. Taşıması çok kolaydı, yanına bir de beyaz peynir alayım dedim, param yetmedi ne yalan söyleyeyim. “Çeyrek kessene ondan da usta” dedim. Çeyreği bile büyük para olmuş, keşke ondan da yarım çeyrek alsaydım…”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: