Anneannem Melek Tokgöz küçükken annesi Suadiye’de yazlık ev tutarmış. (*)
Dalyan‘da oturup Suadiye’ye yazlığa gitmek ne demekse… Çok uzun yıllar devam etmiş bu alışkanlık. Oralara geldiğimde hep hiç tanımadığım nenemle çocuk yaşındaki anneannemi görecek gibi olurum. Zamana inat dimdik duran köşkler, kokusu sokakları saran yaseminler, dalları bahçelerden taşan dutlar, mürdüm erikleri de hep onlardan selam eder gibi…
Nedense en çok ilk yazı severim ben; mayıs sonu, haziran başı. Şimdiler işte, şu aralar. Sabah akşamın serin, gündüz güneşinin ılık olduğu günler. Hep bir Çağan Irmak filmi sahnesi gibi; sephia rengi (kırmızımsı kahverengi), nostaljik, çocukluğu anımsatan hem biraz hüzünlü hem gülümseten. Biten ama bitmemiş gibi hissettiren…
Benim çocukluğum da bu yaşımdan durup bakınca böyle. Hayatın hoyratlığı hiç değmemiş gibi. Masum, temiz, komik ama ayakları sımsıkı yere basan. Hani Yeşilçam filmlerinde hafif göbekli ve şapkalı, açık renk keten gömlekli tonton amcalar vardır. Ayaklarında kırık beyaz çorapla giydikleri deri sandaletler olur.
Şimdilerde yeniden moda olan, bir zamanların en büyük eğlencesi gramofonlar mesela… Valslar, tangolar, hafif Batı müziği parçaları, klasik Türk müziği ezgileri… kapayın gözünüzü, ılık yaz meltemiyle sesi gelir kulağınıza… vapur yanaşır mesela, Prinkipo’ya (Büyükada). Komşularını selamlayan şapkalarını tuta tuta iner içinden insanlar. Dizleriyle bilekleri arasında biten puantiyeli etekleri uçuşur rüzgârda gencecik Elenilerin, Rachellerin, Ayşelerin… beyaz eldivenli elleriyle yakalamaya çalışırlar. Splendid’in balkonunda oturdukça gözümün önüne hep bu manzara gelir iskeleye vapur yanaştıkça. Geçen yaz birkaç gün kalmıştım da, 48 numaralı odayı vermişlerdi.

Çok severim 48 sayısını. Otelin salonunda bir portre; paşa dedeme benziyor. O da Büyükadalıydı. Acaba o da gelip oturmuş mudur bu salonda, bu balkonda? Seyretmiş midir belki o zaman cılız olan çınar ağacını, bakmış mıdır uzaktan Bostancı’ya? Yoksa Ada hep bir sürgün yeri mi olmuştur onun için? Artık mazi olan faytonlarla gezmiş midir Ada’yı baştan başa? Komşusu Şakir Paşa‘yla acı bir kahve içmiş midir hiç acaba?
Akşam oldu…
Mayısın son günü bugün. Rüzgârla beraber bahçedeki yaseminin kokusu dolduruyor odayı. Şimdi, şu anda burnuma geliyor mis gibi. En sevdiğim ay başlıyor. Canım Haziran. Ne kışın sert soğuğu ne yazın deli sıcağı. Ömrümün 45. haziranı. Daha kaç tane var acaba? Kaç ıhlamur ağacı, kaç martı sesi, kaç limonlu dondurma tadı, kaç denize ilk giriş heyecanı? Bir çocuk telaşıyla geliyor yeni ay. Çünkü daha hiçbir şey bitmedi. Çünkü deniz hâlâ serin, çünkü martılar hâlâ telaşlı, çünkü dalından yediğim dutlar hâlâ tatlı, çünkü anneannem hiç tanımadığım nenemle paşa dedem hâlâ hatıramda.
Didem Boy
(*) Melek Tokgöz, Atatürk’ün sahnede izlediği ilk Türk kadın ses sanatçısıydı.
Manşet fotoğrafı: Göztepe Rukiye Sultan Köşkü-Foursquare
Splendid Oteli fotoğrafı: hotels.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: