Kimlik çatışmaları, seçici algılar ve yalanların tekrar edilmesi…
Türkiye’de siyaset, bugün zihinlerde süregelen bir mücadele alanına dönüşmüştür. Artık yalnızca fikirler değil, kimlikler çatışmaktadır.
Konuşamıyoruz çünkü dinlemiyoruz
Sosyal medyada hakarete uğramadan üç paylaşım yapmak mümkün mü? Aile ortamlarında bile belirli siyasi konular açıldığında gerginlikler kaçınılmaz oluyor. Siyasi tartışmalar, yapıcı fikir alışverişinden çok kimlik temelli çatışmalara dönüşmüştür.
Kutuplaşmanın kökleri yalnızca politik değil, aynı zamanda nöropsikolojik düzeydedir. Bu gerçek, toplumun kendisiyle yeniden, bilinçli ve empatik bir biçimde konuşmayı öğrenmesini zorunlu kılmaktadır.
Peki, nöropsikolojik süreçlerle sosyal dinamiklerin kesişiminde şekillenen bu kutuplaşma, nasıl oldu da gündelik hayatımızın olağan parçası haline geldi?
Karşımızdaki insan yerine tehdit algısı
Sosyal psikolojide dehumanization (insanlıktan çıkarma) olarak tanımlanan bu süreç, siyasi rakiplerin “düşman” olarak kodlanmasına neden olmaktadır (Haslam, 2006). Türkiye’de siyasal dil, karşıt görüştekileri bir muhatap olmaktan çıkarıp, tehlike ya da düşman figürüne dönüştürmüştür.
Siyasi söylem örnekleri:
- “CHP’liler vatan haini”
- “AKP’liler demokrasi karşıtı”
Bu tür genellemeler, yalnızca siyasal ötekileştirme değil, aynı zamanda derin bir psikolojik dışlama mekanizmasını da temsil etmektedir. Haslam (2006), bu retoriğin bireylerin karşısındakini “tehdit” ya da “zararlı organizma” olarak algılamasına zemin hazırladığını belirtmektedir.
Bu bağlamda tribalism (kabilecilik) içgüdüsü devreye girer: “Biz iyiyiz, onlar kötüdür.” Böyle bir ortamda diyalog imkânsız hale gelmekte; karşı taraf, dinlenmesi gereken bir ses değil, susturulması gereken bir tehdit olarak görülmektedir.
Bloom (2022) ise siyasi rakiplerin “moral enemy” (ahlaki düşman) olarak kodlandığında, beynin bu rakiplere zarar verme fikrine karşı daha az tepki verdiğini göstermiştir. Bu durum, düşmanlaştırmanın nöropsikolojik temellerini ortaya koymaktadır.
“Benim gerçeğim daha doğru”
Günümüzde gerçek kavramı nesnel bir zemin olmaktan çıkmış, yerini kişisel inançlar ve algılara bırakmıştır. Aynı veri ya da olay, farklı perspektiflerden bambaşka anlamlara dönüşebilmektedir. Bu durum yalnızca iletişim sorununu değil, bilişsel yanlılıkların toplumsal izdüşümünü de ortaya koymaktadır.
A) Seçici Algı (Confirmation Bias)
Türkiye’de ekonomik veriler ya da mahkeme kararları, farklı siyasi cephelerde tamamen farklı hikâyelere dönüşmektedir. Nickerson (1998), “İnsanlar, kendi inançlarını teyit eden bilgileri seçer, gerçeği değil” diyerek bu durumu açıklamaktadır.
B) Straw Man Safsatası
Tartışmalarda en tehlikeli taktiklerden biri, karşı tarafın görüşünü kasıtlı olarak çarpıtmaktır.
Örneğin:
“Asgari ücret enflasyona göre artırılmalıdır” diyen bir kişi, “Ekonomiyi batırmaya çalışıyor!” diye haksızca suçlanabilmektedir. Oysa burada temel talep, yaşam maliyetine uygun adil ücret artışıdır.
“Yalan yeterince tekrarlanırsa gerçekleşebilir”
Siyasette belirli sloganların yıllarca ısrarla tekrarlanması boşuna değildir. Çünkü tekrar, siyasi propagandanın en etkili silahlarından biridir. Hasher ve arkadaşlarının (1977) tanımladığı “illusory truth effect” (İlüzyonik Gerçeklik Etkisi), bir iddianın beynimizde “doğru” olarak kabul edilmesinin tekrar sayısıyla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
Siyasi slogan örnekleri:
- “Dış güçler Türkiye’yi bölmek istiyor.”
- “Onlar milli değil.”
- “Bu ülkeyi sadece biz kurtarırız.”
Oxford Üniversitesi’nin (2023) araştırması, siyasi sloganların en az yedi kez tekrarlandığında inandırıcılığının %40’tan fazla arttığını ortaya koymuştur. IPSOS’un Türkiye verileri ise seçmenlerin %68’inin karşıt görüştekileri ülkenin sorunlarının kaynağı olarak gördüğünü göstermektedir.
“Vatan” ve “din” kavramları mantığı gölgeliyor
Siyasi ve toplumsal tartışmaların en kırılgan anları, “vatan”, “bayrak”, “din” ve “ahlak” gibi kutsal sembollerin devreye girdiği anlardır. Bu kavramlar insan beyninde yalnızca sembol değil, aynı zamanda güçlü duygusal tetikleyicilerdir.
Tartışmanın merkezinde artık mantık ve rasyonalite değil, aidiyet ve kimlik duygusu vardır. Bu semboller:
- Zihinsel savunma mekanizmasını harekete geçirir
- Mantık devreden çıkar
- Karşıt görüşler adeta duvara çarpar
Kavga etmeden konuşabilir miyiz?
Evet, ancak önce kendi zihinsel reflekslerimizi fark etmekle başlar:
- “Ben yanılıyor olabilirim” diyebilmek: Hakikatin tek sahibi olmadığımızı kabul etmek, gerçek diyalog için vazgeçilmez bir adımdır.
- Veriye değil kişiye odaklanmamak: “Siz hep böylesiniz!” gibi genellemelerden kaçınıp, “Bu veriye ne diyorsunuz?” sorusunu sormak tartışmayı yapıcı hale getirir.
- Algoritmik yankı odalarından çıkmak: Sadece kendi görüşümüzü yansıtan sosyal medya ve haber kaynakları, gerçeklikten çok yankımızı besler. Farklı sesleri bilinçli olarak takip etmek, zihinsel esnekliği artırır.
Sonuç: Tartışmayı yeniden öğrenmeliyiz
Türkiye’de siyasi tartışmaların kavgaya dönüşmesi, yalnızca liderlerin diliyle açıklanamaz. Bu, toplumsal belleğe işlenmiş derin bir psikolojik örüntüdür. Ancak farkındalık ve bilinçli çabayla değiştirilebilir.
Unutmayalım:
Kavgada kazanan yoktur; sadece birlikte kaybedenler vardır.
Görsel: Misha Gordin/Volakis Gallery
Kaynakça
- Bloom, P. (2022). The Neuroscience of Moral Outrage and Political Polarization. [Dergi adı ve sayfa bilgisi eklenecek].
- Haslam, N. (2006). Dehumanization: An Integrative Review. Personality and Social Psychology Review, 10(3), 252–264.
- Hasher, L., Goldstein, D., & Toppino, T. (1977). Frequency and the Conference of Referential Validity. Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 16(1), 107–112.
- Nickerson, R. S. (1998). Confirmation Bias: A Ubiquitous Phenomenon in Many Guises. Review of General Psychology, 2(2), 175–220.
- Oxford Üniversitesi. (2023). The Impact of Political Slogan Repetition on Public Belief Formation [Araştırma Raporu].
- IPSOS Türkiye. (2023). Türkiye’de Siyasal Kutuplaşma ve Algı Araştırması
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: