Günümüzün hızlı tempolu dünyasında Carpe Diem, bireyleri şimdiki ana odaklanmaya ve ertelemenin karşısında durmaya davet eder.
Bu yönüyle, köklü Hint düşünce sistemlerinden Vedanta Felsefesinin “anın değerini bilme” öğretisiyle paralellik gösterir. Vedanta öğretisi, bireyleri yaşamın geçiciliğiyle yüzleşmeye ve her bir anı değerini bilerek yaşamaya yönlendirir. Buna göre, geçmiş ile gelecek arasında sıkışan şimdiki zamanı bilinçli yaşamak her iki yaklaşımın da ortak çağrısıdır.
Tarihin farklı dönemlerinde farklı biçimlerde yorumlanan Carpe Diem kavramı, Batı düşüncesinde ilk olarak Milattan Önce (M.Ö.) 23 yılında Romalı şair Horatius’un eseri Odes’te karşımıza çıkar. Latincede “günü yakala”, “anı yaşa” veya “şimdi’yi fark et” gibi anlamlara gelen bu tanım, antik çağlardan günümüze uzanan ve anın değerini vurgulayan güçlü bir felsefi yönelim başlangıcını simgeler.
Ancak, yaşamın karmaşık ve yorucu akışı çoğu zaman içgüdülerimizin ötesinde saklı duran o derin yön pusulasını işlevsizleştirebilir. Bu durumda, varış noktamız belirsizleşir ve hangi yolda ilerlememiz gerektiği konusunda kararsız kalabiliriz.
Farkındalıktan yoksun bir şekilde geçmişin anılarından geleceğin hayallerine savrulduğumuz bir yolculukta, şimdiki zamanın paha biçilmez değerini kolayca gözden kaçırabiliriz. İşte bu nedenle, gerçek yaşamın ne geçmişte ne de gelecekte, yalnızca şu anda ve burada, her nefesimizde bizimle olduğunu hatırlamak önemlidir.
İnsanın sosyal yanı güçlü bir canlı oluşu, yaşamın çoğu zaman dalgın bir akışta sürüp gitmesinin nedenlerinden biridir. Hiçbirimiz sosyal etkileşimden yalıtılmış bir yaşam süremeyiz. Hatta tam tersine, varlığımızı başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler üzerinden tanımlar ve anlamlandırırız. Bu yüzden de çevreden gelen etkilerle zamanla kendi yaşam amacımızdan uzaklaşabiliyoruz.
Yaşamın çoğu zaman farkındalıktan yoksun biçimde akmasının önemli nedenlerinden biri, insanın özünde sosyal bir canlı olmasıdır. Sosyal etkileşimden kopuk bir yaşam sürdürmemiz mümkün olmadığı gibi, varlığımızı da büyük ölçüde başkalarıyla kurduğumuz bağlar üzerinden anlamlandırırız. Ve ne yazık ki, bu durum çevremizden gelen çeşitli sosyal etkilerle kendi özgün yaşam amacımızdan uzaklaşmamıza yol açabilir.
İşte tam bu noktada Carpe Diem çağrısı devreye girer ve bireyin gündelik akış içinde aralar vermesini, iç sesini duymasını ve öz benliğiyle bağlantı kurmasını önerir. Zamanın sessizce akıp gidişi karşısında bilinçli olarak verilen bu soluklanmalar; bireyin yaşam amacını yeniden hatırlamasına, zihinsel açıklık kazanmasına ve öz motivasyonunu tazelemesine olanak sağlar.
1989 yapımı Ölü Ozanlar Derneği filmi, bu kadim önermeyi modern zamanların izleyicisine ilham verici bir biçimde taşıdı. Filmdeki karakterlerin Carpe Diem felsefesini yaşamlarına entegre edişi, kavramın özellikle genç kuşaklar arasında yaygınlaşmasına katkıda bulundu.
Ardından 1990’ların kişisel gelişim kitapları ve günümüzde sosyal medya akımları, “anı yaşa” vurgusunu popüler kültürün sloganlarından biri haline getirdi. Ne var ki bu popülerleşme, kavramı çoğu zaman “eğlen, keyfine bak, gerisini düşünme” gibi sığ bir düzeye indirgedi.
Carpe Diem, anlık tutkuları doyurmanın peşinden sürüklenmekten ziyade varlığımızın değişmeyen özüyle doğrudan bağ kurduğumuz “şimdi”yi algılamaktır. Bu algı, zamansal akışın ötesindeki zamansız özle bütünleşmenin potansiyelini yansıtır.
Nörobilimsel araştırmalar, düzenli meditasyon ve farkındalık uygulamalarının beynin “şimdi”ye odaklanan bölgelerini güçlendirdiğini ve zamanın çizgisel bölünmüşlüğünü azalttığını gösteriyor.
Böylece asıl amaç, fiziksel deneyimlerin ötesine geçerek bilinçli varoluşu deneyimlemeyi öne çıkarır. “Şimdi”, yalnızca geçmişle gelecek arasında bir duraklama değil, gerçekliğin tüm boyutlarının kendini gösterdiği canlı bir varoluş deneyimidir.
Geçmişin öfkesine, pişmanlıklarına ve özlemlerine tutunmak ya da kurban olmuşluk psikolojisinde takılıp kalmak, zihni sürekli geriye çeker. Buna paralel olarak geleceğe ilişkin kurgular ve kaygılar onu potansiyel olasılıklar arasına hapseder. Her iki durumda da zihin, yaşanan anı tam olarak deneyimleme yetisini daraltır.
Vedanta felsefesine göre, ne geçmişin yükü ne de geleceğin beklentileri gerçektir; bunlar yalnızca bilincimizi perdeleyen bir yanılgılar zinciridir. Tek gerçeklik şimdiki andır. Bu anı tüm açıklığıyla deneyimlemek için öncelikle bu yanıltıcı bağları zihnimizden özgür bırakarak onlardan arınmalıyız.
Vedantik öğretilerde, bir anın gerçek doğasının göz açıp kapama süresi kadar kısa bir zaman dilimine denk düştüğü anlatılır. Bu, şimdiki anın hem geçiciliğini hem de içinde barındırdığı sınırsız derinliği kavramamız için güçlü bir metafor olarak sunulur.
“Anı yakalamak”, tüm varlığımızla “şimdi ve burada” olduğumuzu hissetmekle mümkündür. Vedanta’da “praṇayama” olarak bilinen ve “nefes enerjisi kontrolü” anlamına gelen egzersizler, öz benliğimizle şimdi kurduğumuz bağı güçlendirir.
Bu etkili yöntem, bizi o an geçmişin gölgelerinden, geleceğin beklentilerinden yalıtır ve şimdide olmaya çağırır. Böylece düşüncelerin yarattığı içsel gürültü hafifler ve dikkatimizi bütünüyle anın özgün deneyimine yöneltebiliriz.
Bu odaklanma sayesinde zamanın akışını kesintisizce duyumsar ve içsel özgürlüğün kapısını aralarız. Burada kastedilen özgürlüğün kaynağı ne düşünmek ne de düşlemektir, her ikisini de aşarak varlığımızın sessiz derinliklerinde saklı bütüncül benliği kavramaktır.
Bu berraklık derinleştikçe, gelip geçici arayışların peşinden sürüklenmek yerine evrendeki yerimizi kavramaya başlarız. Böylece kişi, zihinsel gürültüden uzaklaşıp kendilik bilincini genişletir. Bu süreç yalnızca bireysel bir içe dönüş değildir, aynı zamanda varoluşun anlamını kavrama yoluculuğudur.
İçsel yolculuğun kalıcı olması ise, günlük yaşamda atılacak somut adımlarla desteklenen dinamik bir süreç gerektirir. İlk basamak, özgün doğamızı ve sosyal rollerimizi net biçimde tanımlayarak “Ben kimim?” sorusunu dürüstçe yanıtlamaktır. Farkındalık derinleştikçe dünyevi etiketler önemsizleşir ve böylelikle “anı yakalama” eylemi bilinçli bir varoluş deneyimine evrilir.
Gözlemlediğim kadarıyla “Carpe Diem” ifadesinin kültürel bağlamı değişken: Batı’da çoğu zaman tüketim odaklı bir keyif çağrısı iken, Vedanta ve öteki Dharma geleneklerinde zamanın bilgece yaşanması ve iç huzurun kalıcılaşması anlamına gelir.
Son tahlilde, Vedanta’nın “öz benlik” merkezli penceresinden bakıldığında Carpe Diem, geçici bir keyif anı değil, varoluşla kurduğumuz bağın farkındalığıdır. Her nefes, bu farkındalığı yeniden duyumsamak için bir çağrıdır ve bu çağrıya kulak vermekse sadece bize bağlıdır.
Olga Ocaklı PhD
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: