Birinci bölümünü Cuma günü yayınladığımız söyleşinin ikinci bölümü:
-Şu anda nasıl bakıyorsun?
-Ateist değilim çünkü evrende böyle bir şey var mı yok mu bilmiyorum.
-Bilinemezcisin yani.
-Evet agnostiğim… Yarın öbür gün solucan deliklerinden evrenin başka yerlerine gidebiliriz belki, tüm evreni gezeriz, hallaç pamuğu gibi atarız, bakarız “aaa tanrı yokmuş” deriz. Ama o zaman da sormaya başlarız bu evrenle sınırlı mı yoksa başka evrenler de var mı diye.
-Benim çok merak ettiğim bir şey var. İnanan birine sormayı çok isterdim, izin verirsen sana sormak istiyorum. Evrenin tahmin edilen genişliğinin yüz milyar ışık yılı olduğu belirtiliyor. Kilometreye vurduğun zaman ne eder? Bir ışık yılı yaklaşık on trilyon kilometre desek, on trilyon kere yüz milyar gibi akıl almaz bir rakama ulaşıyoruz. Yani bu bizim şu andaki teknolojimizle sonsuz demek. İnananlar diyor ki evreni Tanrı yarattı, ben de merak ediyorum bu kadar sonsuz bir şey nasıl “yaratılmış” olur?
-Aslında sonsuz değil belki sonsuz yanında bu çok küçük bir şey.
-Anladım da nasıl bir güçtür ki o sonsuz bir şeyi yaratabiliyor? Bunu hayallerine nasıl sığdırabiliyorlar?
-İnsanın aklî kapasitesi bellidir. Örneğin insan aklı sonsuzluğu düşünemiyor, hayal edemiyor. Sonsuz ne demek onu bile düşünemiyor. Güneşin büyüklüğünü bile kafamızda düşünemeyiz. İnsan aklı sınırlı olduğu için hiçbir zaman anlayamaz.
-O zaman bilinemez demeleri gerekmiyor mu? Demiyor ve onu bir yaratıcıya bağlıyorlar.
-İşte cahil insan her şeyin bir cevabının olduğunu ya da her şeyi bildiğini zanneder, aslında cehalet budur bence. Cehalet her şeyi bilmektir. Cahil kabullenemez bilmediğini.
-O zaman da bir şeye bağlamak zorundadır diyorsun?
-Bir şeye bağlamak, bir cevabını vermek zorundadır. Aslında onlar için her şeyin cevabı Allah. Oysa ben yaratıcının var olup olmadığını cevaplamak zorunda değilim.
-Evet değiliz...
-Zaten hem mecbur değilim hem de imkanlarım kısıtlı.
-Böyle bir mecburiyeti niye hissederler ki?
-Doğarken bunu bildiğini düşünerek yetiştirilmişler de ondan. Daha çocukken bile bunu bildiğini düşünüyor. Bildiğinin mutlak doğru olduğunu düşünüyor. İnsanlar ideolojisiz yetişse hiçbir sorun olmayacak. Ama sorun insanların ideolojiyle büyümesi. Anne babasının, çevresinin belirlediği ideolojiyle büyümesi dolayısıyla böyle düşündüğünü sanıyorum.
-Tabii ben mantığa vurmaya çalışıyorum ama mantığa vurulamayacak bir şey bu aslında.
-Mantığa şöyle vurulabilir, onun içinde yetişmiş, böyle bilmiş, ona bu anlatılmış, bunu görmüş başka bir şey görmemiş.
-Ama sen yanlışları görmüşsün mesela...
-Çok az insan yapıyor bunu. Ya başına kötü bir şey gelecek ya da çok zengin olacak, dünyada her yeri gezip görecek, başka kültürler tanıyacak, başka dinler görecek…
-Yine de aynı davranıyorlar, al bak Arap emirlikleri, Suudi Arabistan’daki zenginler bu dediklerinin tümünü yapıyorlar ama yine de inanıyorlar. Hiç sorgulama yapmıyorlar.
-Az çıkar işte. Aslında şans veya şanssızlık.
-Sen bu duruma gelince diğer dinlere bakışında değişiklik oldu mu?
-Diğer dinler bana hâlâ çok ilkel geliyor. Çünkü İslamiyet hem sosyal…
-Örneğin Yahudilik.
-Yook, Yahudilik ilkel diyemem, ritüelleri falan İslamiyet’e çok yakın. Birbirine en yakın iki din diyebilirim.
-Aslında İslamiyet Yahudilik’e yakın dememiz gerekiyor, o önce çünkü.
– Evet İslamiyet Yahudilik’e yakın.
-O zaman Hristiyanlık’a da ilkel demiyorsun...
-Hristiyanlık çok ilkel. İsa’nın sonuçta bir devlet kurma şansı olmamış, bir topluluk yönetme şansı olmamış. Sosyal hayata dair söyleyeceği pek bir şey yok Hristiyanlığın, siyasal hayata ilişkin söyleyeceği pek bir şey yok.
-Kitabı bile sonradan yazılmış.
-Evet, kitabı da havariler tarafından yazılmış. Yani ortada bir sistem yok. Paganlıktan almış bir kısmını onları devam ettirmişler…
-Yahudilik de Sümerlerden çok şey almış ona bakarsan. Babil sürgünü sırasında…
-Almış ama benim söylemek istediğim bir devlet kuramadığı için peygamberleri, dinlerini bir sisteme oturtamamışlar.
-Kurumsallaşamamışlar mı?
-Hah, çok güzel söyledin kurumsallaşamamışlar.
-Şimdi bu halinle kendini daha rahat mı hissediyorsun? Feraha ermiş gibi mi hissediyorsun yoksa bazı soruların yine de yanıtlanması mı gerekiyor?
-Yok dedim ya her şeyi bilemeyiz. Bazen kendimi şanslı hissediyorum bazen şanssız. Topluma ayak uyduramıyorum, bu yönden şanssızım. Mesela annemle, babamla konuşurken sinir harbi yaşıyorum, abilerimle, ablalarımla konuşurken hep sinir harbi. Uzaklaştım onlardan zaten çünkü katlanamıyorum bazı şeylerine. O topluma katlanamıyorum, Kaş’a kaçtım geldim. Tamam doğal güzelliği, şehirden kaçma olayları da var ama bu da var işin içinde benim için. Aileye, eşe, dosta da bir mesafe koyma var. Onların düşünceleri rahatsız ediyor beni, katlanamıyorum. Diğer taraftan şanslıyım, niye, çünkü hayatı onlar gibi kendim için cehenneme çevirmeyeceğim. Onlar hayatlarını cehenneme çevirmiş. Daha dünyadayken cehennemi yaşıyorlar. Öbür tarafta zaten bilmiyorlar nereye gideceklerini, cennete mi cehenneme mi, sürekli bir korku duyuyorlar, bir umut var ama korku da var. Bu korku ölene kadar onlarda hiç bitmeyecek. Kadınların ise çoğu perişan halde, erkek ne diyorsa, nasıl yönlendiriyorsa onu yapıyor, okumamış, hayatını idame ettirecek bir işi, bir mesleği de yok…
-Belki de onun için kızları okutmuyorlar, kadınlar erkeklere tabi olsun diye.
-Dinden sonraki yanıt bu olabilir. Ama dinen iyi bir mümin olmak, iyi bir kul olmak, sözüm ona kendisi iyi bir mümin ya, ailesi de iyi mümin olsun diye uğraşıyor erkek.
-Kız çocuklarını okutmamak bununla açıklanabilir mi?
-Önce Allah’a yalakalık yapmak…
-Allah okutma mı diyor kızları?
– Tabii canım, mesela ergenliğe giren bir kızın nikahının düştüğü erkeklerle yani evlenebilmesinin mümkün olduğu erkeklerle aynı ortamda bulunmaması gerekir.
-Peygamberin şöyle bir sözü var mı, “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diye.
-Ali’ye ait olduğunu söylerler o sözün.
-Çünkü böyle bir sözü edenin sonra da kızların okumasını yasaklaması çelişki yaratmıyor mu diye soruyordum kendi kendime?
-Zaten din baştan aşağı çelişkiler yumağıdır. Kuran da baştan aşağı çelişki. Diyorum ya başında “hiç okumaz mısınız” der. Mesela niye ayetler iniş sırasına göre değildir Kuran’da?
-İniş sırasına göre düzenlenseydi sence bir şey değişir miydi?
-Benim için değişir, Müslümanlar ayıkırdı olaya, çünkü ayetler yumuşaktan serte doğru gidiyor Kuran’da, Müslümanlar henüz kırk kişiye bile ulaşmamışken çok yumuşak söylemleri vardır ayetlerin, ondan sonra Medine’ye geçiyor, Mekke’yi fethediyor falan, bir bakıyorsun sonra gelen āyetler, “as, kes, Allah’ın düşmanlarını yok edene kadar savaş”. Şimdi bu bir sıraya girse bunu görürsün ama şimdiki gibi karman çormanken göremezsin. Bir Müslümanı etkilemenin bir yolu belki de, karman çorman olsun ki bunun farkına varamasın diyedir.
-Peki Kuran’ın özgün olduğuna inanıyor musun?
-Ortada bir tane Kuran var.
– Muhammed öldüğünde ortada yazılı bir Kuran yok*. Bunu ezberlemiş olanları, parça parça taşa kemiğe yazmış olanları çağırıyorlar ve topluca yazıya geçirme çabası başlıyor Ebu Bekir döneminde. Bu yazılanlar o adamların aklında kalan şeyler aslında. Muhammed’in o sözü gerçekten de öyle söyleyip söylemediğini bilmiyoruz. Çünkü Muhammed yaşarken Kuran’ı yazıya geçirtmemiş. O zaman nasıl oluyor da Kuran’ın özgünlüğüne inanıyorlar?
-Şöyle düşünüyor, diyor ki Muhammed son peygamber, bundan sonra peygamber gelmeyecek ve dünyanın evrenin falan yaratılmasının nedeni bizim Allah’a kulluk, ibadet etmemiz. Allah’a ibadet etmediğimiz zaman varlığımızın sebebi kalmamış oluyor diye düşünüyorlar. Buna bir sebep olmayınca evrenin varlığının bir sebebi kalmıyor. O zaman kıyamet kopmalı. Bu yüzden İslamiyet kıyamete kadar devam edecek zaten.
-Değişmediğine nasıl inanıyor?
-Şöyle inanıyor, değişseydi kıyamet kopardı zaten diyor.
-Ama Kuran’da böyle söylendiğini söyleyen bu adamlar. Allah böyle mi söyledi bilemeyiz. Onlar diyor ki Kuran’da Allah böyle söylemiş Muhammed’e. Ama söylemiş mi söylememiş mi bilmiyoruz çünkü Muhammed de ölmüş, doğrulatacak bir kaynak da yok yani.
-İslamiyet’te bilmiyoruz diye bir şey yok. Senin sorduğun soruyu soramaz zaten. Sorarsa dinden çıkar.
-İslamiyet’in böyle mantığa uymayan yönleri var…
-Hepsi baştan aşağı mantıksız zaten. Mesela benim takıldığım başka bir şeyi söyleyeyim. Şeytanla Allah arasında geçen olay. Şeytanın ibadet etmediği hiçbir yer kalmamış Allah’a yerde gökte, şeytan cin aslında, Allah onu ateşten yaratmış. Melekleri nurdan, insanı topraktan onu ateşten yaratmış Kuran’a göre. Şeytan cinlerin en büyüğü, en yüksek mertebede olanı, Allah melekleri ve Şeytanı çağırıyor yanına ve “ben topraktan insanı yaratacağım, ona secde edin” diyor. Melekler de Allah’a “biz sana bu kadar ibadet ederken sen gidip fitne fesat çıkaracak insanı mı yaratacaksın” diyorlar. Allah “siz bilmezsiniz ben bilirim” diyor. Onlar da bunun üzerine secde ediyor insana. Sonra Şeytana diyor “secde et insana” diye. Bir kez burada bir mantıksızlık var, sen yarattığını niye yarattığına secde ettiriyorsun? Bir de herkes gurur yapar değil mi? Diyelim ki bir yerde işe girdin, on yıl orada çalıştın her şeyi öğrendin, bir bakıyorsun senin üstüne eğitimsiz iş bilmeyen birini getiriyorlar, bir de diyorlar ki bunun emirlerine uyacaksın. İnsanın zoruna gitmez mi, demez mi arkadaş on yıldır burada çalışıyorum, e bu adamı aldın, benim gibi lise mezunu, mühendis falan da değil, niye benim üzerime adam getiriyorsun? Vazgeçtim her şeyden bari beraber olalım, aynı düzeyde olalım bari demez mi? Sen topraktan insanı yaratmışsın, Şeytana diyorsun ki “gel buna secde et”, e gururuna dokunmaz mı Şeytanın, benim gururuma dokunur mesela bu durum.
-Şeytanın gerekçesi ne secde etmemek için?
-Ben ateştenim onu topraktan yaratmışsın, ben ondan üstünüm diyor. Bir de yerde ve gökte ibadet etmediği yer kalmamış Şeytanın, Allah ne derse onu yapıyor. “Daha ne yapacağım diyor” yani. Allah da bunun üzerine diyor ki “sen kovulmuşlardansın”. Şeytan da diyor ki “o zaman bana mühlet ver insanları yolundan çıkarayım”. Allah da “kıyamete kadar sana mühlet verdim, senin yoluna gelenleri cehennemde yakacağım, seni de sonra cehennemde yakacağım” diyor ve huzurundan kovuyor. Şeytanın gidişi o gidiş. Mantıksızlık bir yerde iki yerde değil her yerde. Bir de şu var, kötülüğü Şeytan mı yarattı, bizzat Allah yaratmış. Melekleri yaratmış, cinleri yaratmış, herkes birbiriyle barış içinde yaşıyor, herkes ona secde ediyor, ibadet ediyor, sonra Allah kalkıyor insanı yaratıyor, kötü şeyi de iyi şeyi de içine koyuyor. Sonra insanı dünyaya gönderip “bana ibadet etmezsen seni sonsuza kadar yakacağım” diyor. İnsanların yaptığı tecavüzler de senin yüzünden, çocuk kesmeler de senin yüzünden, birbirine işkenceler de senin yüzünden. Şeytanın yüzünden değil ki. Bir de madem Şeytan secde etmeyi reddetmiş yok edersin Şeytanı olur biter. Ateist değilim ama mantıklı da değil bu olaylar.
-Bu söyleşi için çok teşekkür ederim.
Fotoğraf: diyanet.gov.tr
(*) Muhammed okuma yazma bilmiyordu. “vahiy meleği Cebrâil ilk defa yanına gelerek ona “oku” dedi. “Ben okuma bilmem” cevabını verince melek onu kavrayarak iyice sıktı ve bıraktı. Sonra yine “oku” dedi. Hz. Muhammed yine, “Ben okuma bilmem” deyince melek yeniden onu sıktı ve bıraktı. Aynı cevap üzerine Cebrâil kendisini üçüncü defa sıkıp bıraktıktan sonra, “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle öğretendir. O insana bilmediğini öğretti” meâlindeki âyetleri (el-Alak 96/1-5) okudu ve uzaklaşıp gitti.”
“Kur’an âyetlerinin Hz. Peygamber’in sağlığında bir araya getirilerek kitap şeklini aldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. O dönemde Kur’an’ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resûlullah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Ancak ramazan aylarında Resûl-i Ekrem ile Cebrâil’in o güne kadar inen ayetleri birbirlerine karşılıklı olarak okumaları (arza) uygulamasından (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6) Kur’an’ın bir kitap şeklini alma yolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde Zeyd b. Sâbit ile Übey b. Kâ‘b gibi sahâbîlerin bu okumaları yakından takip ettikleri belirtilmektedir (Müsned, V, 117; Hâkim, II, 225). Özellikle Resûl-i Ekrem’in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 5, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 7, “İʿtikâf”, 17, “Menâḳıb”, 25; Müslim, “Feżâʾil”, 50, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 98, 99; Nesâî, “Ṣıyâm”, 2). Hz. Peygamber’in sağlığında Kur’an’ın tamamını ezberleyenlerin sayısı konusunda farklı rivayetler vardır. Enes b. Mâlik’ten gelen bir rivayette bunların dört veya beş kişi olduğu ifade edilmişse de diğer rivayetlerden bu sayının onu aştığı anlaşılmaktadır (bk. HÂFIZ).
“Ancak Resûlullah’ın hayatının sonlarına doğru oluşan tertibe göre ezberler yapıldığı ve bazı şahsî nüshaların meydana getirildiği muhakkaktır.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/kuran)
1.Bölüm: