Rock tarihinin en iyi albümü sorulduğunda her müzikseverin farklı bir yanıtı olabilir.
Yine de genel geçer bir liste oluşturmaya kalksak ve örneğin Pink Floyd’un “The Dark Side of the Moon”unu, Beatles’ın “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band”ını, Led Zeppelin’in “Led Zeppelin IV”ünü, Nirvana’nın “Nevermind”ını, Metallica ve The Doors’un aynı adı taşıyan albümleriyle Fleetwood Mac’in “Rumours”ını koysak herhalde çok itiraz eden olmaz.
Pek çok alt kategorisi bulunan rock müzikte bir de “konsept albüm” olarak adlandırılan bir kavram var. Bu albümler tek bir konuyu işliyor ve şarkılar bir şekilde birbirine bağlı oluyor. Yaratıcılık gerektiren bu tarzda konu seçimi başarısız olursa albümün başarıya ulaşma şans da pek kalmıyor.
İşte, hafta içinde “Progressive rock” tarihinin en önemli albümlerinden “The Lamb Lies Down on Broadway”in piyasaya çıkmasının 50. yılıydı.
İki yıl önce büyük bir turneyle 54 yıllık müzik serüvenini noktalayan Genesis’in 18 Kasım 1974 tarihinde çıkardığı konsept albüm grubun en önemli çalışmalarından. Yıl dönümü nedeniyle Genesis’in Instagram hesabından konuyla ilgili paylaşımlar yapıldı. Hatta 50. yıl nedeniyle albümün özel bir baskısı da çıktı.
O dönemde Genesis beş kişiden oluşuyordu: Davulda Phil Collins, gitarlarda Steve Hackett ve Michael Rutherford, klavyede Tony Banks ve solist Peter Gabriel.
“Konsept” yani tek bir konuyu anlatan albümlerin modasının geçmeye başladığı bir dönemde Genesis riskli bir kararla, hem de double bir konsept albüm çıkarma kararı alır. Rutherford Antoine de Saint-Exupéry’nin “Küçük Prens” kitabından esinlenmeyi önerse de grubun lideri konumundaki Gabriel bu fikre karşı çıkar ve onun yerine o dönemin ünlü “Batı Yakası Hikayesi” müzikalinden yola çıkmak için ısrar eder. Gabriel’in şarkıların sözlerini kendi yazmak için de kararlı olması hem ortaya garip ve gergin bir durum çıkarır hem de Genesis için sonun başlangıcı olur.
Gabriel bir odada tek başına şarkıların sözlerini yazar, başka bir odada kalan dörtlü müzikleri besteler.
Albüm New York’a gelen eski çete üyesi Porto Rikolu bir gencin ünlü Broadway’de bir kuzuyla karşılaşmasıyla başlıyor. Adı müzikle özdeşleşen ünlü Broadway Caddesi ve oradaki bir kuzunun varlığı dinleyenlerin nasıl bir gerçeküstü öyküyle karşılaşacaklarının ilk ipucunu verir zaten. Aslında kuzunun özel bir anlamı yoktur, belki sadece Broadway gibi bir yerde kuzu görmenin olanaksızlığına vurgu yapmak için seçilmiştir. Gencin adı İngilizcedeki “real” (gerçek) kelimesini çağrıştırır şekilde Rael’dir. Bütün albüm Rael’in görünüşte kardeşini ama gerçekte kişiliğini bulma yolculuğunu, karşılaştığı ilginç, garip ve gerçeküstü olayları anlatır.
Genesis bir İngiliz topluluğu olmasına rağmen albüm seri katil Caryl Chessman’dan Klu Klux Klan’a pek çok Amerikan sembolleriyle doludur. Rael’in gerçeküstü yolculuğunda dönemin popüler Meksika Western filmi El Topo’dan esinlenmeler de vardır, İsviçreli psikiyatr Carl Jung’a göndermeler de. Terlikli adamlardan oluşan koloniler de vardır, çocukların kanını emen canavarlar da. Romantik denilebilecek şarkılar da vardır, “hard rock”ın kıyısında dolaşanlar da. Kısacası sonuçta, “Progressive rock” türünün sofistike şarkılar, şiirsel sözler, hayali kahramanlar, müzikte yapılan denemeler gibi önemli unsurlarını bir araya getirmeyi başarmış bir albüm yaratılmıştır.
“The Lamb Lies Down on Broadway”in 18 Kasım 1974’de piyasaya çıkması ve hemen ardından başlayan turne Genesis içindeki gerilimi bitirmek yerine daha da büyütür. Bunun en önemli nedeni dikkat çekmesini seven ve nasıl dikkat çekileceğini iyi bilen Gabriel’in şovları, makyajları ve kıyafetleriyle sürekli ilgi odağı olmasıdır.
Collins’in sonradan söylediği gibi, yeni albümü tanıtmak için çıkılan turne Gabriel’in şovuna dönüşmüş ve o muhteşem şarkılar geri planda kalmıştır. Ama Gabriel’in bakış açısıyla, artık Genesis’te yapacak bir şeyi kalmamıştır, kendi kanatlarıyla uçma zamanıdır. Böylece turnenin ardından gruptan ayrılır. Ama sonradan Gabriel, Genesis döneminde en çok bu albümle gurur duyduğunu söyler.
1977’de onu Hackett izler ve o tarihten sonra Genesis yola üç kişi devam eder. İki yıl önce yapılan “The Last Domino?” turu, Collins’in sağlık sorunları nedeniyle büyük olasılıkla Genesis’in hayranlarıyla vedalaşması olur. Üç kişilik Genesis’in “progressive rock”tan popa yani ticari müziğe geçip geçmediği ise grubun hayranları arasında günümüzde bile devam eden bitmek bilmez bir tartışmadır.
Müzik severlerin oylarıyla belirlenen Ranker’ın “tüm zamanların en çılgın albümleri” listesinde “The Lamb Lies Down on Broadway” hâlâ dördüncü sırada bulunuyor. Birinci sırada ise Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon” albümü var.
Diğer yandan, objektiflik adına şunu da söylemek gerekiyor: Her ne kadar “Lamb…” kült bir albüm olsa da, Genesis hayranlarının çoğu grubun en önemli albümü olarak “Selling England By the Pound”u kabul ediyor ki geçen yıl da onun piyasaya çıkışının 50. yılıydı.
Karmaşık, farklı anlamlarda yorumlanabilecek ve hatta ana dili İngilizce olanlara bile “ne demek istiyorlar!” diye kafalarını duvara vurduran sözlerle yazılan albümün illüstrasyonu halini seyretmek iyi bir fikir olabilir:
https://www.youtube.com/playlistlist=PLM0HdXDD28KdbODJtDPSZ0oka3G8CuGfv
Görsel: musicalbrick.com