Hekimler hiç beklenmedik zamanlarda ihtiyaç hissedilen kişilerdir.
İhtiyacı giderdilerse ne âlâ ama genellikle arkalarından şikâyet edilen kişilerdir de. Bu şikayetleri azaltmak için doktor kullanma kılavuzu hazırladım. Bu yazının bütününü okumanız sizden özel ricamdır.
-Sağlığınızla ilgili bir şikâyetiniz varsa, önce internete ya da arkadaşa değil, hemşireye ya da eczaneye de değil, bir hekime danışın ki sorununuz çetrefilleşip çözümü güçleşmesin.
-Başvurduğunuz hekimden memnun kalmadınızsa ya da sorununuz çözülemediyse başka bir hekime gidin. Olmadı başkasına da gidin. Gene de olmadıysa bir diğerine gidin. Ancak yanlış kapıları çalmayın.
-Öncelikle şunu hiç unutmamalısınız ki başvurduğunuz hekim teşhise sizin söylediklerinizle yürüyecektir. O nedenle örneğin “bende şu hastalık var” demeyin “benim şu şikâyetim var” deyin. Örneğin “böbreğim iltihaplandı” demeyin. “Belimin arka tarafında bir ağrı var” deyin. Ağrıyan böbrek mi ciğer mi dalak mı yoksa bambaşka bir şey mi diye keşfetmek doktorun işidir, siz onu yönlendirmeyin.
-Doktorun sorduğu hiçbir soruyu geçiştirmeyin, sabırla yanıtlayın. Soruyu anlamadıysanız karşı soru sorarak anlamaya çalışın. Cevabından emin değilseniz “herhalde şöyleydi” diye sallamayın ya da “böyle demem daha uygun olur” diye düşünerek işin aslını saptırmayın. Sadece emin olduğunuz şeyleri söyleyin ya da “ben şöyle bir şey hissediyorum” diye algıladıklarınızı aktarın.
-Şunu kesinlikle bilmelisiniz ki “tahlil ve tetkiklerden daha önemlisi sizin ağzınızdan çıkan sözlerdir” yani hastalığınızın oluş hikayesidir. Hastalığınızın hikayesinin doktorunuzun kafasında doğru şekillenmesi için, ne zaman başladı, nasıl gelişti, giderek azalıyor mu çoğalıyor mu, zaman zaman mı oluyor sürekli mi ve benzeri soruları, düşüne düşüne, gerçeğe en yakın biçimde yanıtlayın.
-Hekime “ben şu tetkiki yapmanızı istiyorum” demeyin. Bunun sakıncası sadece ona akıl vermeye kalktığınız için değildir. Hasta-hekim ilişkisi artık müşteri memnuniyetine indirgendiği için (!) isteğiniz muhtemelen karşılanır. Ancak bu durumda gereksiz incelemelere maruz kalacak da siz olursunuz.
İnternetten öğrendikleriniz ya da benzer durumda olduğunu söyleyen kişilerin önerileriyle hareket etmekten kaçının. İstediğiniz tetkikin gerekli olduğunu siz nereden bileceksiniz ki, doktor musunuz? Hiç kusura bakmayın da “evet biraz öyleyim” diyenler halt yiyenlerdir. Bırakın neyi nasıl tetkik edeceğini doktor düşünsün.
Daha çok tetkik yapılması daha doğru teşhis sağlar sanmayın. Doktor en doğru teşhisi siz daha şikayetinizi anlatırken koymuş olabilir. Ne kadar çok tetkik isterse o kadar teşhis koyamamış demektir. Bu cümleyi dilerseniz bir daha okuyun…
-Muayene olurken yanınızda bir yakınınızın olmasına dikkat edin. Özel görüşmek istiyorsanız ya da yalnız gitmişseniz hemşirenin de odada kalmasını isteyin. Bu isteğiniz konusunda hiçbir utanma/sıkılma yaşamayın çünkü bu en doğal hakkınızdır. Hekimlerin arasında da ahlaktan nasibini almamışlar olabilir. Sonradan size yapılanlardan kuşkulanmak hatta üzülmektense en baştan önleminizi alın. Doktorun tanıdık olması, ünlü olması, babacan (!) tavırlı olması hatta sizinle aynı cinsiyetten olması tacizci olma vb. ihtimalini ortadan kaldırmaz, sakın bunu unutmayın.
-Hekim görüşmesinde ikinci bir kişinin yanınızda olmasının başka yararları da olabilir. İnsan aklının unutmak gibi bir kusuru olduğundan hasta hekim görüşmesinde söylenenlerin bazıları akılda kalmayabilir. Eşlik eden kişi sizin unuttuklarınızı tamamlamakta da işe yarayabilir.
-Hekimle görüşürken eşlikçinizin söze karışmasını ise engelleyin. Sizin yerinize onun anlatmasına kesinlikle izin vermeyin. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Çünkü ikinci kişiler istemeden de olsa durumunuza eklentiler yapabilir ve söyledikleri size de ikna edici göründüğü için o an sözünü kesip düzeltmemiş de olabilirsiniz. Sonuçta ne yaşadığınızı en iyi siz biliyorsunuz. Eşlikçinizin daha girişken olması ya da sizden daha iyi konuşuyor olması durumunuzu sizden daha iyi bildiği anlamına gelmez. Görüşmeye sözleriyle katılmasına izin vermeyin. Sadece izleyici olacağını daha doktor odasına girmeden kendisine bildirin. Unutup konuya bulaşırsa da uyarıp susturun.
-Ancak yukardaki kuralın istisnası da vardır. Eğer siz bilincinizi etkileyen bir durum geçirmişseniz doktor o haldeyken sizi bizzat gören kişiden bilgi almak isteyecektir. O yüzden eşlikçinizden bilgi almak, elbette siz de oradayken, doktorun tercihidir. Çok da gereklidir. Hatta doktor durumunuzu bizzat görmemiş ama anlatılanı dinlemiş bir eşlikçi yerine bizzat göreni muayeneye davet de edebilir. Bu isteği mutlaka karşılamaya çalışın. Çünkü ısrarla vurgulandığı üzere “doğru teşhis için asıl önemli olan hastalanma hikayesidir”.
-Size bir teşhis konduğunda özellikle de önemli bir hastalık söz konusuysa konan teşhisten şüphe duymanız doğaldır ve ikinci bir görüş aramak da en doğal hakkınızdır. Bunu elbette yapmalısınız.
-İkinci görüş için başvurduğunuz doktora “şu tahlile/filme bir bakıver” şeklinde yaklaşmayın. Ona da tıpkı ilk hekimmiş gibi davranın: Önce sabırla size neler olduğunu anlatın. Onun da ilk hekimle aynı şekilde sizi muayene etmesinin olağan olduğunu anlayın. “Nasılsa tahliller yapıldı, hemen bakıp ne olduğunu söylesin” diye bir beklentiye girmeyin. (Tahlillere kahve falı bakar gibi bakılmaz… Teşhisler tetkikte çıkmaz. Filmin raporuna bakıp hastalık anlaşılmaz… Hastalık hikayesi ve hastanın muayenesi olmadan tahlillerin değeri olmaz. O yüzden hiçbir doktor için sadece tahlile ya da filme bakmanın bir anlamı olmaz…) O nedenle tekrarlıyorum. Lütfen hiçbir doktordan “şu sonuçlara bir de sen bak” diye talepte bulunmayın. “Bana bir de sen bak” demekten çok ama çok farklıdır bu talep.
– “Bakalım bu doktor da birincisi ile aynı şeyi mi söyleyecek?” diye ikinci hekimden bazı şeyleri gizleyip onun bilgi ve deneyimini ölçmeye kalkmak gibi bir kurnazlığa başvurmayın. Pekişsin diye yeniden tekrarlıyorum: Teşhis, hastalık hikayesi, hastanın muayenesi, tahlil ve tetkiklerin bütününün değerlendirilmesiyle konur. Bunlardan birinin eksik gedik olması tanıyı imkansızlaştırabilir.
-Bazen hekim tanıyı siz daha odaya girerken koyar. Görüntünüzden, yürüyüşünüzden, duruşunuzdan mimiklerinizden, cildinizden, renginizden, daha pek çok ipucundan hareketle deneyimli ve bilgili bir hekim sorununuzun ne olduğunu kolayca anlayabilir. Bu durumda daha önce de söylediğim gibi “film bile çektirmedi, nereden bilecek” diyerek hekime haksızlık etmeyin. Bilin ki hekimler emin olmadıklarında “bildim; sorununuz şudur” demezler çünkü yanlış teşhis koymanın sonuçlarını iyi bilirler. Yanlış teşhisin sonucu sadece size değil hekime de yansır. O yüzden bir hekim kolayca “işte budur” diyorsa doğrudur, o bu işi biliyordur. Yeniden yineliyorum: Teşhisi koyan hekimdir, tahlil ya da filmler değil.
-Bazen “öykü-muayene-tetkik” üçlemesi ayrıntılı biçimde tamamlandığı halde tanı konamaz. Bazen bırakın bir tek hekimi, hekimler heyeti bile teşhis koyamayabilir. Üstelik bazı hastalıklar için tanı koymak, bekleyerek gidişatı izlemeyi gerektirebilir. Bazen de defalarca benzer muayene ve incelemelerin yeniden yapılarak öncekiyle aradaki farkın değerlendirilmesini gerektirir. Bu (ender) durumlarda, hekimlere kızmak yerine sabretmeyi de öğrenmek gerekebilir.
-Bazı hastalıklara tanı konamayacağı gibi bazen de teşhisi konmuş durumlar tedavi edilemeyebilir. Birden çok hekim aynı sonuca ulaşmışsa bu durumu kabullenmek gerekir.
-Tıbben tedavi edilemeyen ender durumlarda, çaresizlikten nemalanmak için hazır bekleyenler var. Bu fırsatçıların olmadık önerilerine kapılmamak için uyanık olmak gerekir. Kapitalist dönemde yaşadığımız için, her şeyin dönüp dolaşıp paraya tahvil edildiğini hatırda tutmalıyız. “En etkili, çok etkili” falan filan diye ulu orta reklamı yapılan o “ot, tohum, özel karışım vb.” çoktan paketlenip eczane raflarında yerini almaz mıydı, ilaç şirketleri bu kadar devasa güçlere sahipken?
Eczane rafında kendine yer bulan her ilacın “faydasının zararından çok” olduğu kanıtlanmak zorundadır. Bu da çok zamana ve paraya mal olan oldukça zahmetli bir iştir. O yüzden, piyasayı dolduran ilaç dışı ilaçlar (!) ise ilaç olarak satılmasını sağlayacak kanıtlar sunup ruhsat almakla uğraşmak yerine “falanca bununla iyileşti, filancaya çok iyi geldi” gibi çok etkin dedikodular üretirler. Ne yazık ki “gerçek(doğru) daha ayakkabısını bağlarken, yalan(yanlış) dünya turunu tamamlar. Savsatanın bilimden daha yaygın olmasının ve itibar görmesinin nedeni budur.
“Doktorlar bunun tedavisini biliyor ama gizliyor” yaklaşımı da tam bir pazarlama tekniğidir. Tıp pazarına girmek için gerekli olan zorlu yollardan geçmeden (muhtemelen de zaten o yolculuğu tamamlayamayacak olduğundan) medya aracılığıyla halka sunulan her ürün şaibelidir. Bu pazarlamada ünlü insanların adının kullanılması da aynı biçimde satış becerisidir. Bu sömürgenlerin çaresiz hisseden insanları kolayca çeldiren üstün becerilerine karşı siz de çaresizliğinizi sömürenlerden uzak durma becerisi edinmelisiniz.
-Televizyon kanallarında ha bire boy gösteren ve/veya kendi özel kanalını kurup “bunu bir tek ben …” diye pazarlamacılık yapan hekimlerden uzak durun. Çünkü gerçekten bir şey keşfeden bunu bilim dergilerinde ve bilimsel kongrelerde bütün ayrıntılarıyla sunar ki konuyla ilgilenen diğer uzmanlar da aynı biçimde denesin ve aynı sonuca erişilebiliyor mu diye incelesin. Böylece defalarca farklı süzgeçlerden geçsin ki gerçekten bu keşfin doğruluğu kanıtlansın. Çünkü gerçekler bana, sana ve ona göre değişmez. O nedenle “bir tek ben, en iyi ben…” diyenlerin hepsi şarlatandır.
Hekimlik camiası, içinden en çok şarlatan çıkaran camiadır. Şarlatanlar halka anlatır çünkü halkın bunu test edecek uzmanlık düzeyi olmadığından inandırıcılığı oranında satış yaparlar. En iyi konuşan her zaman en iyi satışı yapar. Siz de bir konuyu ne kadar bilmiyorsanız o kadar inanırsınız. Bilim insanı ise keşfini asla (!) halka sunmaz. Bilim çevresine sunar ki yeniden denensin, yeniden incelensin ve sonrasında sadece kendi müşterisi (!) değil herkes bunu kullanabilsin…
– Siz siz olun, hasta değilken hastalık numarası yapıp hekimi kandırmaya kalkmayın. İster askerlikten kurtarmak, ister başka bir çıkar uğruna yapılsın, o numara mutlaka anlaşılır. Hekimler bu konuda eğitimlidir ama diyelim ki acemi birine rastladınız da yutturdunuz. Emin olun eninde sonunda rol yaptığınız ortaya çıkar. Kendinizi böyle küçük düşürmeyin. Rolünüzü çok iyi becerdiğinizi düşünseniz bile sonucun hiç ummadığınız belalara yol açabileceğini unutmayın.
-Hekime “bana rapor lazım” diye gitmeyin. Hastaysanız hekim zaten durumunuzun gerektirdiği kadar raporu siz söylemeden de yazacaktır. Olur da unutursa elbette hatırlatabilirsiniz. Ancak hasta değilken başka işlerinizi halletmek için doktor raporu talep etmeyin. Raporlu olduğunuz sürece halledeceğiniz işinizin ne kadar önemi olduğu konuya dahil değildir. Doktoru sağlığınızla ilgili olmayan bir mesele yüzünden yıldırmaya hiç hakkınız yok. Doktor niye yalanlar yazıp yani sizin yerinize dolandırıcılık yapıp altına imza atsın ki? Pek çok hekim zaten bu talebinizi karşılamaz. Ancak elbette satın alabileceğiniz (!) hekimler de bulabilirsiniz. Çünkü ahlak erozyonundan ne yazık ki hiçbir meslek gurubu muaf değildir. “Alan memnun satan memnun” durumlarının zararını ise bütün toplum çekiyor…
-Öğretmenlerin öğrencilerine “git bir rapor al” demeleri de en büyük toplumsal erozyon nedenlerimizdendir. Öğrencisini üniversite sınavına hazırlansın diye okula gelmemeye ve rapor almaya teşvik eden öğretmenin nasıl bir rol model olduğunu düşünmesi şarttır. “Toplum çok yozlaştı” diye yakınanların başını çeken öğretmenlerin çuvaldızı önce kendilerine batırması gereklidir.
-Hekimden rapor isteyip bu isteği karşılanmayınca çirkinleşen insanların çokluğu ne yazık ki toplumumuzun aynasıdır. Çıkar karşılığı rapor veren hekimler de öyle. Hastalık açısından gereksiz bir raporu hiçbir çıkar elde etmediği halde sırf o kişiye yaranmak için ya da amirlerinden/politikacılardan yıldığı için imzalayan hekimler de ahlaki erozyonumuzun resmidir. Kendi sorununun çözümü için bir doktor arkadaşına rapor yazdıran (!) doktorların bile var olduğu bir toplumsal düzende gelin de ahlaktan söz edin…
Hepimiz toplumsal yozlaşmadan dert yanıyoruz ama suçu hep karşımızda arıyor dönüp kendimize bak(a)mıyoruz. Hepimiz aynı gemide olmayabiliriz ama hepimiz aynı havuza işiyoruz. Havuzumuz kokmuşken kimin daha çok içine ettiği konu edilemez, öyle değil mi?
Son olarak “Biz bunları bilmiyor muyuz, sen niye ukalalık yapıyorsun?” diyerek bana çatmayın. “Sen bunları hastalara söyleyeceğine git de asıl hekimlere söyle” de demeyin. Hasta-hekim tarafgirliği yani sen-ben hesabının hiç anlamı yok. Hepimiz aynı kumaştanız. Ben bunları hekimlerin değil bizzat sizin çıkarınız için söylüyorum, dönüp o gözle yazıya tekrar bakarsanız bana hak vereceğinizden eminim.
Farkındaysanız hekimlere yönelik terbiyesizlikten daha da ötesi şiddetten hiç söz etmedim. Sadece, kendi sağlığına önem verenlerin, sağlıklı bir sonuç elde edebilmeleri için üzerlerine düşeni bilmelerine dair bir vurguydu bu. Çünkü ötesi benim değil ceza hukukunun konusu…
Sonuçta herkesin doktorlara doğru biçimde davranması gerekir ki, doğru teşhis ve etkili bir tedaviye erişme şansı olsun. “Hekimlere doğru davranma kılavuzu” hazırlayayım derken ahlaki konulara saptığım için de affınızı diliyorum. İki konuyu birbirinden ayıramadım, ne yapayım. (İşin ekonomik ve politik boyutları da kabul edersiniz ki bu yazıyı aşar.)
Bu tür yozluklardan azade yaşayan, bütün yaşamı süresince etiğe gereken önemi veren doktor, hasta ve diğerlerine en içten sevgi ve saygılarımı iletiyorum…
Görsel: vecteezy.com