Ünlü fizikçi Richard Feynman, “Düşünsenize, elektronların duyguları olsaydı fizik ne kadar zor olurdu” demişti.
Ekonomi bilimi ise rakamlar ve matematikten ibaret değil, insanın odağında bulunduğu ve esasen insan davranışının yön verdiği bir disiplin olduğu içindir ki, duyguların da işin içinde olduğu karmaşık bir bilimdir.
Bu durumda da, bir ülkenin ekonomi yönetiminin ortaya koyduğu politikaların başarısı, bireyin ve tek tek bireylerin toplamından oluşan halkın psikolojisinin ve ekonomik algısının doğru okunmasına bağlı bulunmakta.
Korkunun ekonomi dilindeki karşılığı olan risk algısının yüksek olduğu ve bu durumun beklentileri kötüleştirdiği bir ortamda, topluma güven telkin ederek politika saygınlığı inşa etmeden atılacak adımlar, çözüm getirmek bir yana işleri daha da karıştıracaktır.
Ülkemizin uzunca bir süreden beri yaşamakta olduğu ekonomik çalkantı, tam da böyle bir duruma tekabül etmekte.
Mevcut sorunlu makro görünümümüz açısından bir kırılma noktası olarak görebileceğimiz ve faiz indirimlerine başlanılan 2021 yılı Eylül ayına dönersek…
Küresel ekonomide FED başta piyasa yapıcı merkez bankalarının ve hükümetlerin 2008 finansal krizinin atlatılmasını ve yarattığı enkazın ortadan kaldırılmasını sağlayabilmek adına, uzun süredir uyguladıkları parasal genişleme politikaları ve bunun neden olduğu muazzam likidite bolluğunun küresel çapta yarattığı enflasyonist baskıya, pandemi sürecinin neden olduğu arz ve tedarik sorunlarının da eklenmesiyle oluşan küresel yüksek enflasyon olgusu zaten yaşanmaktaydı.
Açık bir ekonomi olarak küresel sistemin bir parçası olan ve aynı enflasyonist baskı altında bulunan ülkemizde, ekonomi yönetiminin Eylül 2021’de aslında faiz arttırılması gereken bir zamanda faiz indirimlerine başlayarak adeta ekonominin dizine ateş etmesi işleri çığırından çıkarmıştı.
Dünya genelinde ekonomi yönetimlerinin, enflasyonla baş edebilmek adına geleneksel politikalara uygun biçimde faiz arttırarak parasal sıkılaşmaya giderlerken, bizim ekonomi yönetimimizin faiz indirimlerine başlaması, enflasyonu şiddetlendirmenin yanında içerdeki ve dışardaki tüm ekonomik aktörlerin güvenlerini de ciddi ölçüde sarsarak beklentileri bozmuştu.
Kaybolan güven ortamı, artan risk algısı ve bozulan beklentiler, bireyler üzerinde psikoloji biliminde ‘nösebo etkisi’ denilen ve bir durumun kötü olduğunu ve daha da kötüye gideceğini düşünmenin ve bunu sürekli tekrar etmenin, durumu gerçekten kötüleştireceğini ifade eden bir sendromun yaşanmasına, yani bir tür ekonomik nösebo etkisinin harekete geçmesine neden olduğu içindir ki, ekonomide işler daha da zorlaşmış durumda.
Demem o ki; günümüzde beklentilerle hareket eden ekonomide, ekonomik aktörlere güven telkin ederek beklentileri iyileştirmeye çalışmak, yapılacak ilk iş olsa gerek.