Hatırlıyorum da lise yıllarında, kuru, renksiz, savaşların uzun uzun anlatıldığı tarih kitapları berbattı.
Bizde tarihe bakış biraz problemli zaten. Gerçekten kopup, onu beğenmeyip, TV dizilerindeki tarih sahnelerinden mutlu olma gibi huylarımız var. Geçmişi farklı göstermek, aşırı sevmek ya da kendini geçmişten kurtarmaya çalışmak tarihçinin işi olmasa gerek.
Neyse ki iyi tarihçiler oluyor ve olgular arasındaki bu kesintisiz etkileşime nesnel ve daha geniş bir pencereden bakabiliyorlar. Kültüre, ekonomiye de dikkat kesilip daha yetkin, daha akıcı dille yazılan kitapların değeri bambaşka oluyor zaten.
Aslında insanın yaşadığı çağa, içinde olduğu topluma daha bilinçli, daha dikkatli bakması önemli bir sorumluluk. Unutmayalım ki, dünya tarihi milletlerin ve medeniyetlerin kendi tarihleri olduğu kadar birbirleriyle mücadelelerinin de tarihi. Ayrıca, büyük güçler kendi vatandaşlarının refahını esas alırken çıkarları için dünyanın başka yerlerindeki insanların hayatlarını önemsemiyorlar. Gerçek bu. Yani kendi ülkenizi koruyup geliştiremezseniz, güçlülerin niyetlerini saflık göstererek anlayamazsanız, çocuklarınızın özgür geleceğini tehlikeye atarsınız.
Neticede tarih önemli bir alan. İnsanlık ve dünya tarihinin nasıl ilerlediğine ilişkin bir takım genellemeler yapmak da oldukça değerli. Örneğin Marx, Newton’un evrenin fizik yasalarını bulması gibi kendisinin de bütün insanlık tarihinin hareket yasalarını bulduğunu düşünüyordu. Üretim güçleri diye ifade ettiği teknik gelişmişlik kategorisine değişimi sürükleyen önemli bir rol veriyordu. Haklılığı konusunda farklı görüşler olsa da yaptığı analizin değeri çok büyüktü.
Tarihin nasıl ilerlediği konusunda önemli tespitler yapan isimlerden biri de Yale Üniversitesi’nin ünlü profesörlerinden Paul Kennedy. Strateji alanında dersler veren Paul Kennedy’nin çalışmalarını yoğunlaştırdığı asıl alan ekonomik güç ve teknolojik ilerleme ile ayrılmaz şekilde iç içe geçmiş askeri tarih.
Paul Kennedy’nin 1500’den 2000’e ekonomik değişme ve askeri çatışmaları incelediği “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabı dünya genelinde takdir toplamış önemli bir çalışma.
Geçenlerde bu kitabın bazı bölümlerine yeniden göz attım ve yazarın özellikle Osmanlı ve Çarlık Rusya’sının neden çöktüğüne ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin tespitlerine kısaca değinmeye karar verdim.
Paul Kennedy “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabında genel olarak ekonomik güç ve askeri güç arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleriyle yakından ilişkili olduğunu savunuyor.
Kennedy’e göre dünya meselelerinde başı çeken ulusların göreli gücü hiçbir zaman aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler arasındaki eşitsiz büyüme hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar sağlayan teknolojik atılımlar.
Kennedy’e göre askeri güce ulaşmak için zenginliğe, zenginliği korumak ve geliştirmek için de askeri güce ihtiyaç var. Ancak kaynakların büyük bölümü varlık yaratmak amacından uzaklaştırılıp askeri amaçlara ayrıldığında uzun dönemde ulusal gücün zayıflama ihtimali ortaya çıkıyor. Bu kitabın 1987’de yayımlanmasından iki yıl sonra çöken Sovyetler Birliği de onun bu tezini doğrulamış oluyor bir bakıma.
Bu noktadan itibaren Paul Kennedy’nin Osmanlı, Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin görüşlerine kısaca değinmek istiyorum.
1-Osmanlı İmparatorluğu: Kennedy Osmanlıları “fetihçi bir seçkinler topluluğu” olarak niteliyor. Ona göre modern çağın başlarında Avrupa’ya en büyük tehdit Osmanlı Türklerinden geliyordu. Bunun sebebi ise Osmanlıların heybetli orduları ve çağın en ileri kuşatma kuvvetleri ve araçlarına sahip olmalarıydı. Ama Osmanlıların düşmanları günden güne çoğalıyordu. Bu kadar çok düşmana karşı da olağanüstü liderlere ihtiyaç vardı. Fakat 1566’dan itibaren hükümdarlık eden 13 sultan da yetersiz kalmıştı. Ayrıca Avrupa’da gelişen yeni dinamikler söz konusuydu.
Kennedy’e göre, budala bir sultan Osmanlı İmparatorluğu’nu öylesine işlemez hale getiriyordu ki benzer bir şeyi Papa’nın ya da Roma İmparatoru’nun yapması mümkün değildi. Yukarıdan açık seçik emirler gelmediği için Osmanlı bürokrasisi sertleşmiş, tutuculuk üstün tutularak yenilik boğulmuştu. Ticaret karşısında ise despotik ve merkeziyetçi bir tavır alınıyordu. 1550’den sonra toprak genişlemesinin durması ganimete dayalı gelirlere büyük sekte vurmuştu. Daha önce teşvik gören tüccarlar ve girişimciler üzerine çok ağır vergiler konulmuştu. Buna ilave olarak fiyatlardaki olağanüstü artışların büyük sonuçları olmuştu.
Genel olarak Avrupa kökenli düşünce ve uygulamalar çoğu zaman küçük görülüp reddediliyordu. Ağır ve cüsseli topların daha hafifleriyle değiştirilmesi mümkün olamamıştı örneğin.
Bütün bu ekonomik gelişmeler ve teknolojideki geri kalma sonun başlangıcını hazırlıyordu aslında. Üstelik Avrupa yükselmeye başlamış, özellikle denizcilikte büyük bir ivme yakalamıştı.
Kennedy şöyle bir soru soruyor: Nasıl oldu da önüne geçilemez bir ekonomik gelişme ve yenilik süreci başlamıştı Avrupa’da? Kennedy bu noktada Avrupa’nın politik çeşitliliğine ve coğrafyasına vurgu yapıyor. Ticaretin, tüccarların, limanların ve pazarların merkeziyetçilikten ve gözetimden uzak gelişmesinin önemli sonuçları olmuştu. Denizlerle çevrili olmanın hem gemiciliğin gelişmesi hem de ucuz taşımacılık açısından önemi büyüktü. Artan deniz ticareti zenginliği artıyor ve yenilen besinleri çoğaltıyordu. Ayrıca önemli bir reform gündemi vardı.
2-Çarlık Rusyası: Kennedy Çarlık Rusyası ile ilgili şu önemli tespitlerde bulunuyor: Çarların askeri mutlakiyetçiliği, eğitimin Ortodoks Kilisesi’nin tekelinde olması, bürokrasinin rüşvet yemeye yakın ve güvenilmez oluşu, tarımı durağanlaştıran ve feodal kılan serflik sistemi en önemli sorunlardı. Rusya Batı’dan aldığı bir takım şeylere rağmen ekonomik açıdan geri kalıyor ve teknolojik olarak gelişemiyordu.
Kennedy’nin affına sığınarak bu noktada bir yorum belirtmek istiyorum. Aslında Petro reformlarının önemli sonuçları olmuştu. Hem kültür hem de eğitim hayatında önemli gelişmeler vardı. Ayrıca ticaret de canlanıyordu. Üstelik Petro’nun denizcilik tutkusunun askeri alanda önemli sonuçları olmuştu.
19. yüzyılın ortalarında ise serflik kaldırılmış, eğitim laikleştirilmeye başlanmış, idarede ve yargıda önemli reformlar yapılmıştı. Ancak yeterince teknolojik atılım olmuyor, bürokrasi kendini istenildiği gibi yenileyemiyor ve ekonomi yeterince gelişemiyordu. Serflik kaldırıldığı halde tarımdaki sorunlar da çözülememişti.
Kanımca Çarlık Rusyası’nın çökmesine neden olan şey tam da Kennedy’nin söylediği şekilde İmparatorluğun aşırı savaş isteklerini desteleyecek bir ekonomik gücün olmamasıydı. İsveç, Polonya, Japonya, Osmanlı savaşları orduyu ve ekonomiyi yormuştu. Birinci Dünya Savaşında ise açık bir çöküş baş gösterdi.
3-Sovyetler Birliği: Kennedy’e göre Sovyetlerin askeri harcamaları azaltma şansı olmadığından karşı karşıya kalınan çelişkilerden kurtulma şansı da yoktu. Rus devletinin geleneğinde imparatorluk gücünün azalmasını kabullenebileceğine işaret edebilecek hiçbir şey de yoktu.
Kennedy’e göre, Sovyetler Birliğinin tüm tarihi boyunca ekonomideki en zayıf alan tarımdı. Yiyecek fiyatları devlet yardımlarıyla ucuz tutuluyor, örneğin 4 dolara mal olan et 80 cente satılıyordu. Sadece tarımda değil sanayi verimliliğinde de önemli sorunlar vardı. Örneğin 1913 yılında Çarlık Rusyası’nda bir saatlik çalışma ile Japonya’nın 3,5 katı hasıla elde ediliyorken 1980’lere gelindiğinde bu oran Japonya’nın dörtte birine düşmüştü.
Genel olarak ekonomi askeri alanı desteklemekte yetersiz kalıyor, artan askeri harcamalar ise bazı sektörlere daha fazla kaynak ayrılmasını mümkün kılmıyordu.
Kennedy’nin Osmanlı ve Rusya ile ilgili görüşleri kısa özet olarak bu şekilde. Tabii kitapta oldukça uzun değerlendirmeler söz konusu. Bu değerlendirmelerin yüzde yüz doğru olduğu ya da başka görüşlerin olmadığı iddia edilmez ama değerli oldukları da reddedilemez.
Çok ilginç olduğunu düşündüğüm kitabın başlarında atıf yapılan bir Merkantilist’in görüşüne göre ise, bir ülkenin gücü, zenginliğinin ve sağlamlığının büyüklüğüne bağlı değil zaten, esas olarak komşu ya da rakiplerin aynı güce daha az veya daha çok sahip olması önemli. Dolayısıyla mukayeseli bir analiz gerekiyor.
Başka bir husus ise, büyük güçlerin aralarındaki rekabet ve önemli ekonomik dönüşüm ve farklılıkların günün birinde çatışmaya dönüşme potansiyeli. Bu açıdan bakınca da güç merkezlerindeki önemli değişikliklerden söz edilen günümüz dünyasında askeri bir çatışmanın arifesinde olunup olunmadığı önemli bir soru.
Neticede tarih derslerle ve kendi çelişkilerine yenilenlerle dolu. Gelişmeleri doğru analiz edip tedbir alan başarılı oluyor. Körlük, taassup ve kötü yönetim ise en büyük tehlike.
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.