Prof. Dr. Betül Karagöz Yerdelen (tasam.org.tr)
“İnsani müdahale“ kavramı, bir uluslararası normdur ve 2005 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Kavram, Birleşmiş Milletler’in onayına bağlı doktriner bir dünya görüşü olarak uluslararası boyutta hukuki zemin bulmuştur, fakat hukukiliği olmasa da meşruiyeti, yani yaratılan hukuka uygunluğun kamusal akla ve vicdana uygun olup olmadığı sorgulanır haldedir.
İnsani müdahale kavramı, insan haklarının uluslararasılaşması olarak anlaşılmaktadır. 1999’da NATO’nun gerçekleştirdiği Kosova müdahalesi, insani müdahale olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama, “insani müdahale“ (humanitarian intervention) kavramının, uluslararası siyasetin başlıca kavramları arasına girmesine yol açmıştır. Nihayet 2005 yılında Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde, insani müdahale kavramı ile birlikte, “koruma sorumluluğu“ (R2P-responsibility to protect) kavramına da doktriner bir anlam yüklenmiştir. Bundan sonra bu iki kavram, hukukun ve siyaset biliminin tartışmalı bir kavram çifti halini almıştır.
Batılı devletler, demokratik olmayan ülkelerin insan hakları ihlalleri karşısında ortaya çıkacak “koruma sorumluluğu“ ve “insani müdahale“ durumunun, askeri seçeneği öne çıkararak, insan haklarına saygılı demokratik rejimlerin kurulması yönünde irade kullanılmasını hukuken olanaklı hale getirmiştir. Bu olanak da, hatırlanacağı gibi, kriz yönetimi algısı üzerinden son olarak Libya’da kullanılmış ve askeri müdahale, “insani müdahale“ adıyla uygulanmıştır. Ancak bu kez çok daha yüksek bir tonda, çok ağır eleştirel görüşler duyulmaya başlamıştır. Böylece günümüzün en tartışmalı kavramlarını, bir kavram çifti olarak birbirini tamamlayan “insani müdahale“ ve “koruma sorumluluğu“ kavramları oluşturmaktadır. Ortaya çıkan tartışmaların başlıca nedeni, devletlerin iç egemenliğine duyulan bağlılığın yerini, uluslararası sorumluluğun alabileceği, yeni bir sürece geçildiğinin anlaşılması, yani yeni bir uluslararası sistemin başladığının toplumca algılanmasıdır.
İnsani müdahale ve koruma sorumluluğunun, bu denli tartışmalı bir boyut kazanmasının sebebi, son zamanlarda Batı dünyasının evrensel insan haklarına bağlılığı konusunda soru işaretlerinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bir tarafta egemenliği ve bu bağlamda devletlerin iç işlerine müdahale etmeme gerekliliğini savunanlar, diğer tarafta ise, etik ilkelerin desteklenmesinin devletlerin iç işlerine müdahaleyi meşrulaştırdığına inananlar bulunmaktadır.
Liberallerin, insani müdahaleye ilkesel olarak karşı çıkmaları bir yana bırakılsa bile, dünyadaki insani müdahale örnekleri güven sarsıcı deneyimler olarak gerçekleşmiştir. Bu çerçevede kimi askeri, kimi de insani müdahale sayılan Somali, Haiti, Bosna, Ruanda, Arnavutluk, Doğu Timor, Irak, Kosova ve Libya operasyonları sonuçta bekleneni verememiştir. Bu operasyonların ne ölçüde insani, ne ölçüde siyasi, ne ölçüde iktisadi, ne ölçüde stratejik veya ne ölçüde hukuki temellere dayandığı ciddi anlamda tartışmaya maruz kalmış bir geri plana sahiptir. 2005 sonrasında ise, gerçekleştirilen silahlı operasyonların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ilkesi olarak uygulanan “koruma sorumluluğu“ bağlamında yapılmış olması büyük önem taşımaktadır.
2. “Uluslararası Koruma Sorumluluğu“ (R2P) Gerekli mi?
Eskiden yalnızca bir iç sorun olarak görülen, hatta bir iç sorun olarak göz ardı edilip önemsenmeyen ve birçoğu yapısallaşıp sıradanlaşan ülke içi sorunların bazıları, bugün artık bir uluslararası sorun olarak algılanmaktadır. Bununla birlikte uluslararası savaş suçlularına uygulanan yaptırımların, örneğin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ndeki yargılamalar gibi, kimi ülkelerin yöneticilerine de benzer biçimde bir uluslararası suçlu olarak bakılması ve daha öteye giderek, bu siyasi liderleri hedef alan askeri müdahalenin yapılması gerçekten de tartışmaya çok açıktır.
Günümüz devletlerinin iç egemenlik alanlarını ve birincil sorumluluklarını, yurttaşların insanlığa karşı işlenen suçlardan, etnik temizlikten, soykırımdan ve savaş suçlarından korunması oluşturmaktadır. İç sorumluluklarını yerine getirmeyen veya getiremeyen devletler, başarısız devletler olarak sayılmakta ve başarısız devletlere karşı “koruma sorumluluğu hakkı“ doğmaktadır. Bu durumda Bileşmiş Milletler Şartı’nın belirlediği sınırlar içinde kalmak koşuluyla, uluslararası toplum o devlete karşı silahsız veya silahlı müdahalede bulunabilmektedir. Nitekim Darfur ve Libya’da, R2P doktrini kapsamında insani müdahale yapılmıştır. Darfur’a yapılan müdahale gecikmiş olmakla, Libya’ya yapılansa gereksiz olmakla eleştirilmiştir. Dünya toplumları “askeri müdahale“ kavramı yerine “insani güvenlik“ ve “koruma sorumluluğu“ kavramlarının kullanılmasını benimsemiş, ama sözü edilen müdahalenin ne ölçüde “insani“ olduğunu ise kavrayamamıştır.
Tek başına Darfur örneğinden bile anlıyoruz ki, kendi kendine yetemez, kendi halkını felaketlerden koruyamaz ve dahası kendi halkına yapısallaşmış şiddet koşulları içinde zulmeden, onları acımasızca hapseden, katleden, işlenen suça karşı orantısız ağır cezayla cezalandırmaktan çekinmeyen, kendi yurttaşlarını ötekileştirip, bölen, yaftalayan, suçsuz, günahsız kitlelerin ölümlerine göz yuman, kimi yerlerde etnik veya ayrılıkçı temizliğin yapıldığı ve bunun engellenemediği, hatta belki iktisaden de, halkını aç bırakan, aşırı yoksulluğu yenemeyen, ama belli azınlığın servetine servet kattığı başarısız devletlerin siyasi yöneticilerini ve elbette tıkanmış güncel siyasetlerini değiştirecek müdahalelere ihtiyaç duyulmaktadır. Başarısız devletler ne tür siyaset yürütürlerse yürütsünler, ister totaliter, ister otoriter rejimlerin başarısızlığı olsun, isterse sorumsuz yöneticilerin vurdumduymazlığından kaynaklansın, isterse kırılgan siyasi ve iktisadi koşulların tıkanmaları bu duruma yol açmış olsun veya isterse ülke içi meşruiyet-iktidar krizinin yarattığı siyasi kaos halinin tetiklediği kötü koşullar olsun, her durumda, temel hak ve hürriyetleri güven altına alacak bir dış müdahale gerekebileceği savunulmaktadır.
3. İnsani Müdahale R2P=Yeni Bir Dünya Sistemi mi?
Avrupa Parlamentosu, 8 Şubat 1994 yılında aldığı“ İnsani Müdahale Kriterleri Hakkındaki Karar“ metninde, insani müdahale kavramına şu tanımı getirmiştir: “Başka ülkelerin tebaasında ve/veya orada yerleşik olan kişilerin temel insan haklarının bir ülke veya ülkeler grubu tarafından korunması ki, bu koruma şiddetle tehdidi veya zor kullanmayı içermektedir.“ Avrupa Parlamentosu da, Birleşmiş Milletler gibi, etnik ayrılıklar, artan milliyetçilik ve tarihsel olarak büyüyen güvensizlikten beslenen eski ve yeni iç ihtilafların bundan böyle süper güçlerin angajmanı ile kontrol altında tutulamayacağı mülahazası dâhilinde; silahlı ihtilafların sivillere ve masum halka etkilerinin sürekli ve alarm verir halde ağırlaştığı mülahazası dâhilinde kararlaştırılmıştır. Başka tüm araçların başarısız olması durumunda, insan haklarının korunması askeri kuvveti kullanarak veya kullanmayarak insani müdahaleleri haklı kıldığı görüşünü savunmaktadır.
Yazının tamamını okumak için tıklayın