Son dönemde Türkiye’ye damgasını vuran kavramların başında “kalitesizlik” en ön sıralarda yer alıyor.
İş yerinde, okulda, sokakta, metroda, vapurda, trende, sinemada, medyada, kısaca aklınıza gelebilecek her alanda kalitesizliği yansıtan bir olay, durum ya da kişiyle karşılaşıyoruz.
Bir liste yapsak, “kalitesiz çeviri” yaşamımızı etkileyen olumsuzluklar arasında herhalde en sonlarda yer alır. Yine de, film ve diziler hayatımızın bir parçası haline geldiği için kötü çeviriyi önemsiz sayamayız.
Geçenlerde D-Smart’taki film kanallarından birinde Yönetmen Oliver Stone’un ABD’deki Kennedy suikastıyla ile ilgili bir belgeseli vardı. Filmin bir yerinde suikastı soruşturan komisyon üyesi Gerald Ford’dan bahsediliyor. Ford için filmin orijinalinde “komisyon üyesi” anlamında “commissioner” deniliyor. Oysa alt yazıda karşımıza “Komiser Ford” çıkıyor! İşin trajikomik yanı, çevirmenin komiserliğe layık gördüğü Ford’un sonradan ABD başkanı olması.
Aynı filmde, suikast bağlamında gizli servisleri soruşturan komisyondan söz ediliyor. Komisyonun başkanı Senatör Frank Church. Ama çevirmen her “church”ü “kilise” sandığı için “Kilise Komisyonu” demeyi gayet normal karşılamış!
Ömer Yalçınkaya birkaç yıl önce Medya Günlüğü’nde çeviri yanlışlarıyla ilgili çarpıcı örneklerin yer aldığı aşağıdaki yazıyı kaleme almıştı:
***
Çeviri kolay iş değildir! Çeviri yapanın her iki dili de çok iyi bilmesi gereklidir. Fakat tek başına bu da yeterli değildir. Çeviri, başlı başına bir uzmanlık alanıdır. Edebî eser çevirileri ise bir sanattır. Şiiri çevirmek, şair kadar duyarlı olmayı gerektirir. Bu duyarlılığı olmayan çevirmen, şiirin özünü yok edebilir. Bir deyiş vardır: “Şiir hiçbir dile çevrilemez, hatta yazıldığı dile bile”. Dilimize yabancı dillerden şiir çevirileri yapmış çevirmenlerin büyük kısmının, edebiyatımızın önde gelen şairleri olması rastlantı değildir.
Böyle olmadığında bakın nasıl durumlar ortaya çıkar: Nazım Hikmet’in Büyük İnsanlık şiirini Fransızcaya çeviren çevirmen, “sekizinde işe gider, yirmisinde evlenir, kırkında ölür” bölümünü “sabahın sekizinde işe gider” şeklinde çevirmiş. Sekizinde işe gitmeye çok yabancı olan bir kültürden geliyorsanız, bunu anlamanın tek yolu şiirin kendisini duymaktır. Şair ruhu burada ortaya çıkar.
Bilimsel çalışmaların çevirilerinde de bir bilim adamı gibi düşünmek gerekir. Hatta düşünmek de yetmez, en doğrusu bilim adamı olmaktır. İki dili de iyi bilmenin ve bilim adamı olmanın dahi yetersiz kalabildiği durumlar da yok değildir. Bu işe kafa yoran bilim adamlarımız beni anlayacaklardır.
Yazımı, Türkçeye yapılan çeviriler üzerine birkaç konuya değinmeye ayırdım. Ama üzerinde durmak istediğim, edebî ya da bilimsel çeviriler değil. Yukarıdaki örnekleri sadece bu işin ne denli zor bir iş olduğunun daha iyi anlaşılması için verdim.
Benim üzerinde durmak istediğim, televizyon ekranlarında izlediğimiz filmlerin ve belgesellerin çevirileri. Burada ne edebî ne de çok teknik bir dil söz konusu. Düşündürücü birkaç örnek vermek istiyorum:
Sivil savaş: İngilizce filmlerin çevirisinde duymaya başladığımız yeni bir kavram. İngilizce civil war sözünün doğrudan fakat yanlış çevirisi. Dilimizdeki doğru karşılığı iç savaştır.
Sivil haklar: Yine İngilizce civil rights sözünün yanlış bir çevirisi. İngilizcede civil code, medenî kanun demektir. Civil rights sözünün karşılığı vatandaşlık haklarıdır.
Devlet Sekreteri: ABD’deki başkanlık sisteminde, başkana bağlı bakanlara sekreter denir. Ancak Türkçede denmez! ABD’deki State Department’ın karşılığı Dışişleri Bakanlığı’dır. Filmlerde “Devlet Departmanı” hatta “Eyalet Departmanı” şeklinde çevirileri duymak çok üzücüdür. Dışişleri Bakanına, “Devlet Sekreteri” ya da “Eyalet Sekreteri” denmesinin olduğu kadar… Şimdi sıkı durun: “Vur Emri” filminin çevirisinde Department of State “Durum Departmanı” olarak çevrilmiş! İnsan kulaklarına inanamıyor! Böyle birşey olur mu? Çevirinin ne olmaması gerektiğine mükemmel bir örnek. Ancak ileride en az bunun kadar uç örnekler göreceksiniz.
Polis Departmanı: Yabancı, özellikle de Amerikan filmlerinde bu çeviri kullanılıyor. Peki, İstanbul Polis Departmanı diyor muyuz? Elbette hayır. O zaman New York Emniyet Müdürlüğü ya da basitçe New York Polisi demek daha doğru değil midir?
Örnekleri çok sınırlı tutmaya çalışacağım. Yanlışlar, sadece yanlış söz çevirisi ile sınırlı değil. Yanlış cümle kurulumlarına da sıkça rastlanıyor:
Adalet Bakanlığı için çalışmak: İngilizcede hem kurumlar, şirketler, hem de kişiler için çalışmak kalıbı ile cümle kurulur. “He is working for the Department of Justice” dersiniz. Türkçede ise “Adalet Bakanlığı’nda çalışıyor” denir. Kişiler söz konusu olunca da durum benzerdir. “He works for George” dendiğinde “George için çalışıyor” değil “George’un yanında ya da şirketinde çalışıyor” denmelidir. Kısaca George ile çalışıyor da denebilir. Ancak, gizli servislerde çalışmadıkları halde onlara dışarıdan servis verenlere söz gelimi “CIA için çalışıyor” denilebilir.
İşte buradasınız! ya da işte gidiyorsunuz!: Bunların ikisi de İngilizce deyişlerin doğrudan çevirisidir. “Here you are!”, “there you go!”. Bunlar dilimizde, kullanıldıkları duruma göre “buyurun bakalım”, “sıra sizde”, “işte bakın”, “hadi buyurun” gibi çevirilerle karşılanabilir.
Kulağa hoş geliyor!: İngilizce “sounds good!” aynen çevrilince kulağa hoş gelmiyor! Bunun yerine “iyi gözüküyor” ya da “iyi fikir” deriz.
Bilirsin!: İngilizcede “you know” bir boşluk doldurucudur. Resmi dilde kullanılmaz. Genelde günlük dilde kullanılır. Türkçede “bilirsin” diye bir deyiş yoktur. İmâ anlamında “bilirsin ya…” ya da “anlarsın ya…” denir. Soru ya da ilgi uyandırma amaçlı ise “biliyor musun?” kullanılır. Ama bilirsin denmez. Son yıllarda Türkçeye çevrilen filmler içinde bu sözün geçmediği filme rastlayamazsınız. On yıl öncesinde çevrilen filmlere bakarsanız, bu defa da bu sözün geçtiği film bulamazsınız.
Yabancı kalıpların, bire bir çeviri yoluyla dilimize itelenmesine dilin zenginleşmesi olarak bakamayız. Bu olsa olsa ileri düzey bir yabancı özentisidir.
Büyük büyük torun: İngilizcede torun grandchild’dır. Torunun çocuğunu ve torununun torununu ifade etmek için great-grandchild ve great great-grandchild kullanırlır. Ancak bunu olduğu gibi Türkçeleştirirseniz saçma bir durum ortaya çıkar büyük büyük torun. Torunun büyüğü ifadesi yaşça büyük olan torun için kullanılır, ancak bir sonraki nesli ifade etmek için kullanılmaz. Torununun çocuğu veya torununun torunu denir. Birkaç kuşak geçmişse, o zaman da söz gelimi beşinci kuşak torunu denir.
Büyük büyük baba: Aynı şekilde, great-grandfather ya da great-grandmother sözlerinin de büyük büyükbaba ve büyük büyükanne şeklinde çevrilmesi yanlıştır. Doğrusu dedemin babası ya da anneannemin annesi olmalıdır. Büyükbabamın babası ve büyükannemin annesi ifadeleri de doğrudur.
Kraliyet Prensi: “Bu da ne demek” demeyin. Elbette prens, kraliyet ailesinin bir üyesidir ve kraliyet ailesine üye olmayan birisi prens olamaz. “Prens ve Ben” filminde yapılan çeviride “Crown Prince” karşılığı bu söz kullanılıyor. Doğru çeviri “Veliaht Prens”tir. “Kraliyet Prensi” diye bir tanımlama yoktur.
Sonadı: Siz böyle demiyor musunuz yoksa? O zaman İngilizcede “last name” dendiğini bilmiyor olabilirsiniz. Yeni nesil çevirmenlere göre artık soyadı yok sonadı var! Soyadı kanununu da değiştirsek iyi olacak, “sonadı kanunu” olarak.
Fonları yükseltti: TRT’de yayınlanan bir belgeselde çevirmen “falanca kişi bir proje için fonları yükseltti” diyor. İngilizce “to raise funds” ifadesi fonları yükseltti olarak çevrilmez. “Kaynak sağladı” ya da “fon oluşturdu” olarak çevrilir.
100 dolarlık hesap: Filmde müşteriden para alan kasiyer şöyle konuşturuluyor: “Buralarda pek 100 dolarlık hesap görmeyiz.” Sonra da 100 doların üzerini müşteriye sayıyor. Demek istenenin 100 dolarlık hesap değil 100 dolarlık banknot ya da kupür olduğu çok açık. İngilizce “bill” sözcüğü hesap anlamına gelir ama banknot anlamını da taşır ki buradaki anlamı tam olarak da odur.
Mezuniyet Öğrencisi: Bu da ne demek demeyin! Akademik dünyadan habersizseniz “gradute student” aynen böyle çevirirsiniz. “Yüksek lisans öğrencisi” diye çevirmek için biraz olsun okumuş olmak lazım elbette.
On bin kişilik bölük!: BBC kanalında Türkçe çeviri ile İkinci Dünya Savaşı hakkında bir belgesel yayınlanıyor. Alman askeri birliğinden on bin kişilik bölük olarak söz ediliyor. Hemen İngilizceye geçiyor ve aslında division dediğini fark ediyorum. Çevirmenimiz ya kadın ya da henüz askerliğini yapmamış bir gencimiz. Aslında lisede Milli Güvenlik dersi alan herkes az çok bilir. Bir bölük ortalama yüz askerden oluşur. Bu nedenle bölük komutanı da en yüksek yüzbaşı rütbesi taşır. On bin askerden oluşan birime tümen denir. Moğolcada ve oradan sözcüğü alan Farsçada tümen sözü on bin anlamındadır. İran’da on bin riyalin takma adı tümendir. Tercümanımız herhalde division sözünü bölme olarak düşündü ve oradan da mantık gereği bölük sözcüğünü doğru buldu. Oysa herhangi bir İngilizce-Türkçe sözlüğe bakabilirdi…
Yoldaş Kaptan: Sovyet dönemini canlandıran bir Rus filminde asker komutanına Yoldaş Kaptan diye hitap ediyor. Komutan karacı. Hava ya da deniz subayı değil. Peki neden kaptan? Çünkü Rusçada da aynı İngilizcede olduğu gibi kaptan ve yüzbaşı sözlerinin karşılığı kapitan’dır. Yoldaş yüzbaşı olması gereken çeviri bir karacıya kaptan deyince filmin de tadını kaçırıyor.
Kurmay Çavuş: Yine bir yabancı filmin çevirisinde bu ifade kullanılıyor. Çevirmenin askerlik terimleri ve rütbeler hakkında bilgisinin olmadığı kesin. Kurmay çavuş olmaz, kıdemli çavuş olur. Üniversite karşılığı olan harp okulunun üzerine yüksek eğitim olan harp akademilerine giden subaylar sadece kurmay rütbesi alırlar. Astsubaylar almaz ve bu durum sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nde değil, tüm dünya ordularında böyledir. Bilmemek ayıp değildir elbet. Ama araştırmamak ve öğrenmemek ayıptır.
Amerikan Mareşali: Bir kovboy filminde Amerikan Mareşali ifadesi geçiyor. Ancak ordu ya da askerle hiç ilgisi olmayan bir ortamda. Düşündüm ne olabilir diye? Anlaşılan filmin orijinalinde U.S. Marshal diyor. Bu, bizde tam karşılığı olmayan bir kavram. ABD Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kolluk kuvveti birimi. Tam olarak polis değil ancak federal güvenlikten sorumlu bir kanun uygulayıcı birim. Kovboy filmindeki en mantıklı karşılığı ise şerif ya da kolluk kuvveti olur, ancak mareşal değil. Çeviri demek, sözlükte gördüğün sözcüğü düşünmeden, yerli yersiz kullanmak demek değildir. Bu da güzel örneklerinden biri.
Vali General: Benzer bir çeviri faciası yine bir belgeselde karşımıza çıkıyor: Birinci Dünya Savaşı’nda kazanılan bir muharebenin ardından Avustralya birlikleri komutanı Avustralya Genel Valisi’ne bir telgraf çekiyor. Ancak, Genel Vali (Governor-General) kavramından habersiz çevirmenimiz Vali General olarak çevirmekte bir sakınca görmüyor. Birleşmiş Milletler örgütünün başındaki kişiye Sekreter General demezse iyi…
ABD Liman İşletmeciliği Hizmet Sertifikası: National Geographic kanalında John Kennedy suikasti hakkında bir belgesel yayınlanıyor. Lee Oswald’a ait bir belge ekrana geliyor. Belgenin üzerinde İngilizce şu ifade var: US Marine Corps Service Certificate. ABD Deniz Piyadeleri (ABD Deniz Kuvvetleri de dense yanlış olmaz) Hizmet Belgesi. Yapılan çeviri bu kadar da olmaz artık dedirtiyor: ABD Liman İşletmeciliği Hizmet Sertifikası! İster inanın ister inanmayın…
Capital Gate: Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dhabi’dir. Burada yapılan bir gökdelene Capital Gate adı verilmiş. Yani Başkent Kapısı. Çevirisine inanmak mümkün değil: Sermaye Kapısı…
Fairwell party: Veda partisi demek varken, güle güle partisi şeklinde bir çeviri kulağınıza nasıl geliyor?
Bir kucak ver: Sinema çevirilerinde çok karşımıza çıkmaya başlayan bir başka özenti laf. Give me a hug sözünün tam çevirisi. Bazen de give me a big hug karşılığı olarak büyük bir kucak ver diyorlar. Ne yazık! Gel bir sarıl bana ya da gel sana bir sarılayım daha içten ve sıcak bir Türkçe değil mi? İşte dilin yozlaştırılmasının, sevimsizleştirilmesinin çarpıcı bir örneği.
Dresden Çin Saati: Bir Agatha Christie filminde “Dresden Çin Saati” deniliyor. İnsan düşünmeden edemiyor nasıl bir şeydir bu diye. Dresden neresi, Çin neresi?… İngilizcesi, Dresden China Clock. Özensiz bir çevirmen için China, Çin olabilir ama burada porselen ya da çini. Saat de gerçekten porselenden yapılma…
İltifatlarımla birlikte…: Yine bir Agatha Christie filminde Bay Poirot’ya bir hediye sunan bayan iltifatlarımla birlikte diyor. İngilizce with my compliments. Çevirmen açmış sözlüğü, bakmış compliment ne diye. Karşılığı iltifat. Ver gitsin iltifatlarımla birlikte! Böyle bir Türkçe var mı? Doğru karşılıklar en iyi dileklerimle, şükranlarımla, saygılarımla olabilir.
Yağ rafinerisi: Standard Oil, Rockefeller ailesinin sahip olduğu dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biridir. ABD’de rafineleri ele geçirerek büyümüştür. Petrol rafinerisini, yağ rafinerisi olarak çeviren belgesel kanalı tarihten de habersiz.
Ekografi: Bu örnek bir Fransız belgesel kanalından. Fransızca échographie sözünün dilimiz tıp terminolojisindeki karşılığı ultrasondur. Ekografi olarak çevirmek yanlıştır.
Popüler: Belgesel kanalında Güneydoğu Çin için “dünyanın en popüler bölgesi” diyor. Orijinali “most populous area in the world” doğru çevirirsek “dünyanın nüfusu yoğunluğu en yüksek bölgesi”. Ama çevirmen için “populous” ile “popular” aynı şeyler…
Ateş et! Ateş et!: Grace Kelly filminde, iki televizyoncu Grace Kelly’yi takip ediyorlar ve araca bindiği sırada peşinden koşuyorlar. Muhabir, kameramana “Çek! Çek!” (“Shoot! Shoot!”) diye sesleniyor. Çeviri yine evlere şenlik: “Ateş et! Ateş et!”
Wales/Welsh Halkı: Galler’de geçen film boyunca çevirmen Galler’e Wales, Gal halkına Welsh halkı, Galceye de Welsh dili diyor. Çevirmenin cehaleti filmin tadını kaçırmaya yetiyor.
Kutlama parası: Bir yıl dönümü dolayısı ile basılan paralar ve pullar vardır. Bunlara hatıra parası ya da pulu denir. İngilizcede commemorative sözü kullanılır. Bunun dilimizdeki karşılığı kutlama değil anmadır. Bir kişinin ölümü de onu anmak için bir vesile olabilir ama bu kutlama değildir. Bir felaket de anılmak istenebilir. Söz gelimi Kobe Depremi için pullar basılabilir. Bu asla kutlama değildir, anma amaçlıdır. Anma parası ya da hatıra parası demek doğru olandır.
Victorian Tarzı / Georgian Tarzı: Türkçede böyle kullanamazsınız. Victoria Dönemi tarzı ya da Kral V. George Dönemi tarzı ya da tasarımı diyebilirsiniz. Victorian ve Georgian lafları Türkçede rahatsız edicidir.
Tutankhamun Türbesi: Türbe sözü eski dönemlerde yaşamış Müslüman devlet adamları, din adamları ve evliya için kullanılır. Gayrimüslimler için türbe değil mezar ya da mozole sözleri kullanılır. Viasat Nature History kanalında Mısır hakkında yayınlanan bir programda Tutankhamun türbesi ve firavun türbeleri sözleri defalarca kullanıldı.
Boynunu kırmak: Konu deyimlere gelince yapılan çeviri yanlışları katlanarak artıyor. Nedeni İngilizceye doğru dürüst hakim olmayan insanların bire bir çevirmeleri. İngilizcede “break one’s neck” ifadesi bir deyimdir ve kimsenin boynunu kırmakla ilgili değildir. Türkçede karşılığı kendini paralamak, paralanmak, canını dişine takmak ifadeleri ile verilebilir.
U-boat: İngilizce underwater boat sözünün kısa söylenişi. Dilimizdeki karşılığı denizaltı. Ancak belgesel kanalı birçok kez u-boat sözünü kullanıyor. Bu nasıl çeviri, bu nasıl bir Türkçe?
Palm yağı: Son zamanların salgın yanlışlarından biri de bu. Palmiye yağı denilmesi gerekir, Türkçede palm diye bir söz yoktur.
Kuzey hemisphere: Viasat Nature kanalında yayınlanan bir belgeselde Kuzey hemisphere’de diyor… Kulaklarıma inanamıyorum! Hemisphere sözü ne zamandır yarım küre sözünün yerini aldı?
Praymorski Kray: Rusya’nın uzak doğusunda Primorski Bölgesi bulunur. Sözün okunuşu Rusçada da, İngilizcede de aynı yazıldığı gibidir. National Geographic Wild kanalında bölgeyi anlatan bir belgeselde başından sonuna kadar praymorski dendi. Başka kanal olsa neyse de National Geographic olunca çok yakışıksız oluyor.
Bunların dışında, eğitici ve öğretici olmaları gereken kültür kanallarında öylesine “kültürsüz” yanlışlar yapılıyor ki inanamazsınız!
Sibirya yerine Siberya, Çar Nikolay yerine Çar Nicholas ve Çar Nikola, Yekaterinburg yerine Ekaterinburg, Baykonur yerine Bikonor denmesi belgesel kanalında yayınlanan programlarda rastladığım örnekler. Bunlar, dünya coğrafyasını tanıtan bir kanalda yapılması kabul edilemeyecek yanlışlar…
Rusçadan söz açılmışken, dilimizde yazım kuralı olarak, Rusça ve Yunanca adlar okundukları gibi yazılırlar. Örneğin doğru yazılış Çaykovski’dir. Tchaikovski ya da Tschaikowski gibi yazılışlar yanlıştır. Rusça j harfi İngilizcede zh ile gösterildiğinden bazı çevirmenler Türkçeye z olarak alıyorlar. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü Sovyet Mareşali Jukov bir anda oluyor size Zukov. Hem de yine aynı kültür kanalında…
National Geographic kanalında yayınlanan İkinci Dünya Savaşı belgeselinde aynen şöyle deniyor: “Stalin, Churchill ve Roosevelt Crimea’da toplandılar”. Tarihî Yalta Konferansı. Yer, yüzyıllarca Osmanlı toprağı olan Kırım. Çevirmen, kanal editörü ve seslendiren herhalde adından bile habersizler. Onlar için bu bilinmeyen yerin adı: Crimea!
History Kanalı’nda İncil’den bahsedilirken anlatan Naysea Konseyi diyor. Sizce ne olabilir? Naysea diye okuduğu şey Latince Nicaea (ok. Nikaya). Bu da bizim İznik’ten başka bir yer değil. Çevirmen hayatında İznik Konsülü’nü duymadıysa ne yapsın? Program editörü ve anlatan daha da zavallı ne yazık ki… Çünkü burası Tarih Kanalı ve burası İznik’in bulunduğu yer: Türkiye!
Tanınmış bir keşif kanalında Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh doğru okunuşu p’nom pen olduğu halde fnom pen olarak telaffuz ediliyor. Artık herkesin bildiği Tayland’ın Phuket Adası’nın okunuşu puket olduğu halde fuket olarak söyleniyor. Bunlar da orijinal söylenişlerini dinlemeden kağıt üzerinde İngilizce fonetiğine göre yapılan çeviriler. Ama Milano’ya Milan, Napoli’ye Naples diyen çevirmenlere ne demeli bilmiyorum…
Belki biraz daha zor ve karmaşık bir konu var: Çince adların söylenişi. Çincenin pinyin adı verilen Latin harfleri ile yazılış sistemi, Batı dillerinde alıştığımızdan okunuşlardan farklıdır. Özellikle X ve Q harflerinin okunuşu aykırıdır. Yaklaşık olarak X harfi ş veya s olarak, Q harfi ise ç olarak okunur. Bunlar alıştığımız ş ve ç seslerine çok yakın olmakla beraber bu sesleri veren ayrıca aynı İngilizcede olduğu gibi sh (ş sesi verir) ve ch (ç sesi verir) yazımları da vardır. Zh ise daha çok Türkçe c olarak okunur. Birkaç örnek ile açıklayalım. Xinjiang, Şincan ya da Sincan olarak okunur. Zinyang diye okunan belgesel gördüm. Başkent Urumqi ise Ürümçi şeklinde okunur Urumki değil. Xian, şian ya da sian, Shaanxi, şaanşi şeklinde okunur. Bir belgesel kanalında program boyunca Xian, ksian olarak, Shaanxi ise sanksi olarak söylendi…
Coğrafya kanalında Tuva ile ilgili bir programda Türk kökenli Tuva Halkı için Tuvanlar deniliyor… Çünkü İngilizcesi Tuvan…
Bir programda coğrafî yerine coğrafik deniliyor… Yoksa siz Amerikalılaştıramadıklarımızdan mısınız?…
Hollanda’nın yasama başkenti Lahey’dir. Flemekçede Den Haag, İngilizcede ise The Hauge (ok. heyg) denir. Dilimize Lahey adı Fransızca söylenişinden geçmiştir. Hollanda hakkında bir programda coğrafya kanalımızın çevirmeni Heyg’de diyor! Herhalde Lahey Adalet Divanı’nı hiç duymadı ya da ona göre aslında o Heyg Adalet Divanı…
“Bindiğiniz taksinin şoförünün dürüst baktığına emin olun.” (İng. make sure that your taxi driver looks honest). Güvenilir göründüğünden ya da dürüst göründüğünden diye düzeltmeye gerek var mı bilmiyorum…
“Bu konu bilimsel toplumun çok ilgisini çekti!”. İngilizce scientific society sözünün karşılığı bilimsel toplum değildir. “Bu konu bilim dünyasının çok ilgisini çekti” denmelidir…
Talihsiz çevirilere keşif dünyamızdan devam edelim:
Moğolistan’ı anlatan bir programda ülkenin adı, program boyunca Mongolia olarak anılıyor! Moğolların ve Orta Asya Türklerinin ortak göçebe evleri olan yurtlardan söz ediliyor. Bunların Moğolcası “ger”dir. Belli ki İngilizce metin, orijinal Moğolca sözlüğü kullanmış. Ancak çeviren kişi program boyunca sözcüğün çoğulunu kullanarak “Moğol gersleri” diyor…
Kültürümüzü geliştirmek için kültür kanallarında gezimizi sürdürüyoruz:
History kanalında yayınlanan bir programda “Zoroastrian” deniliyor. Onun Türkçesi Zerdüşt çevirmen kardeşim. Hadi çevirmen bilmiyordu diyelim peki bu kanalın hiç mi yöneticisi yok?
İngilizce “industry” sözünün anlam olarak Türkçede iki karşılığı vardır. Birincisi endüstri ya da sanayi sözüdür. İkincisi ise sektör anlamıdır. İngilizce “tourism industry” Türkçede “turizm endüstrisi” olarak ifade edilmez, turizm sektörü denir. Kültür kanalımızın çevirmenleri ısrarla her iş kolu için endüstri sözünü kullanıyorlar.
Benzer şekilde İngilizcedeki account sözcüğü hem hesap hem de müşteri anlamındadır. Bir film çevirisinde müşteri anlamında kullanıldığı halde karakter “ben bu hesabı istiyorum” diyor. İngilizce bilmeyen bir izleyicinin hangi hesabı istediği konusunda kafası karışabilir.
Yemek kültürü üzerine yoğunlaşan bir kanalda hemen her programda Türkçenin katline tanık olabilirsiniz. Sadece iki küçük örnek: Sunucu yemek yaparken “işte bu da gitmeye hazır” diyor. Nereye gidiyorsa? Yemek servisi yaparken de arkadaşlarına “hadi bakalım zevk alın!” diyor. Bunların yerine “Yemeğimiz hazır, buyurun afiyetle yeyin” dese çok daha güzel değil mi?
St. Petersburg’da bulunan dünyanın en büyük sanat müzesinin adı herkesin bildiği gibi Ermitaj Müzesi’dir. Kültür kanalımızdaki adı ise “İnziva Müzesi”…
Rusya’dan söz açılmışken, Sovyetler Birliği’nin adını dahi duymamış çevirmenlerimiz var. İngilizcesi Soviet Union olduğu için Sovyet Birliği olarak çeviriyorlar.
Tatsız ve anlamsız çeviriler sadece İngilizce ile sınırlı değil elbette. Rus belgesel kanalında bir Rus uçak fabrikasında kullanılan sayısal teknoloji sayesinde kaydedilen gelişmeler örnekler veriliyor. Rusçası şöyle “лучше спланированный салон”. Bu ifade Türkçeye “daha iyi planlanmış kabin içi” olarak çevrilebilir. Google tercüme bunu “daha iyi planlanmış salon” olarak çeviriyor. Belgeselde verilen tercüme ise içler acısı: “iyileşen planlama salonu”. İşte alın size sözün bittiği yer…
Rus RTG belgesel kanalı St. Petersburg’daki bir oteli tanıtıyor. Odaya giren kişi “bu benim sayım” diyor. Nomer sözü Rusçada sayı olduğu gibi aynı zamanda otel odası anlamına gelir. Otelin tanıtımı yapılırken bu benim sayım demek ne kadar manktıklı?
Çeviri işi, hiçbir zaman küçümsenemeyecek kadar önemli bir iştir. Asla kolay bir iş değildir! Üstelik ülkemizde çeviri, hemen hemen amatör bir çalışma alanıdır. Bu işin hakkını vererek yapmak için gecesini gündüzüne katan deneyimli çevirmenlerimiz çok gülünç ücretler kazanırlar. Onların hakkını hiçbirimiz parayla ödeyemeyiz.
Yukarıda verdiğim örnekler yakın tarihlere aittir. Anlaşılan odur ki çeviri işi eskisi kadar ehil kişilerce yapılmıyor. Daha çok, bu işi amatörce yapan ya da okul harçlığını çıkartmaya çalışan öğrenciler tarafından yapılıyor.
Ama işin kötüsü, çevirilerin araştırmadan, özenmeden yapılıyor olması. Yeterince okuyan bir toplum olmadığımız çok açık. Ancak, günümüzde bilgiye ulaşmak için kütüphanelere gitmek, hatta kitap okumak bile gerekmiyor. Bilgi eskisi gibi Kaf Dağının arkasında değil. Birçok dilde sözlük ve ansiklopediye internette ücretsiz olarak ulaşılabiliyor. Sözcüklerin sadece yazılışlarına değil, orijinal telaffuzlarına dahi artık kolayca ulaşabiliyorsunuz. Dünya parmaklarınızın ucunda…
Son sözüm yeterince deneyim sahibi olmayan, yeni çevirmenlere:
Lütfen doğruyu arayınız. Dilimizin zenginliklerini araştırınız. Bunun için okumak yararlı olur. Dilimiz çok güzel bir dildir ve siz de ona karşı önemli bir sorumluluk taşımaktasınız. Bunu lütfen unutmayınız…