Mutlu olmak hepimizin hayali, değil mi?
Mutluluğun kaynağı hakkında düşündüğümüzde, bunun zor bir soru olduğunu fark ederiz. Ama asıl soru şu: Mutlu bireyler olarak mı doğarız yoksa çevremiz mi bizi mutlu olmaya motive eder? Ya da belki de mutluluk, içsel doğamızı tanıyıp huzuru bulduğumuz derin bir süreç mi? Bu sorular, antik çağlardan beri yanıt aranan büyük gizemler arasında yer alıyor.
“Doğarken mutlu bireyler olarak mı doğarız” sorusunu yanıtlamak, sanıldığından daha karmaşık. Evet, mutluluk hormonları olarak bilinen serotonin, dopamin ve endorfin gibi kimyasallar salgılandığında anlık bir mutluluk duygusu oluşturabilir.
Hormonların mutluluk üzerindeki etkisi tartışılmaz, ancak bunlar genetik olarak aktarılabilen hormonlar değildir. Tam tersine, bireyin bünye özelliklerine ve çevresel faktörlere bağlı olarak salgılanan kimyasallardır. Bu hormonların salgılanma miktarı ve sıklığı kişiden kişiye değişir.
Bazı araştırmalar mutluluğun genetik bir bileşeni olabileceğini öne sürse de, mutluluğun gerçekten bireyden bireye aktarıldığına ilişkin kesin bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Bu belirsizlik, mutluluğun yalnızca genetikle açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu gösterir.
Bireyin yaşadığı çevreyle kurduğu ilişkiler ve yaşadığı deneyimler, sosyal öğrenme yoluyla birleşerek mutluluk düzeyini belirlemede önemli bir etkiye sahip hale gelir.
Sosyal öğrenme, bireyin çevresinden doğrudan ya da dolaylı olarak edindiği bilgi, beceri, tutum ve kültürel değerlerle şekillenir. Bu nedenle, farklı çevrelerde büyüyen insanların mutluluğu farklı biçimlerde deneyimlemeleri doğal karşılanır. Ancak aynı ailede veya yakın çevrede yetişen bireylerin de mutluluğu farklı yoğunluklarda yaşadığını düşündüğümüzde, mutluluğu yalnızca sosyal öğrenme ile açıklamak yetersiz kalacaktır.
Mutluluk esasen, dış etkenlerin yanı sıra bireyin algıları, kişisel deneyimleri ve yaşamı nasıl anlamlandırdığıyla da doğrudan ilişkilidir. Sosyal öğrenme mutluluğun bir parçasıdır ancak tek başına belirleyici değildir. Biyolojik, çevresel ve psikolojik faktörlerin bir araya gelmesiyle şekillenen mutluluk, her bireyde farklı bir deneyim yaratır.
Halil Ocaklı, mutluluk konusunda farklı bir bakış açısı sunuyor: “Mutluluk, insanın kendi içsel doğasını tanıyarak evrensel gerçekliğin bir bileşeni olduğunu fark etmesiyle, geçici hazların ötesinde kalıcı bir huzura ulaşmaktır. Mutluluk, bireyin değişmeyen gerçek doğası olan öz bilincini tanımaya başlamasıyla ortaya çıkan bir durumdur.”
Bu tanım, mutluluğu yüzeysel ve geçici hazlardan ayırarak daha derin, kalıcı bir huzur arayışına yönlendiriyor. Ancak, bu tanımın pratikte nasıl işlediği kafamızda soru işaretleri yaratıyor: Kendi öz bilincimizi nasıl tanıyacağız? Evrensel gerçeklik nedir, bununla olan birliğimizi nasıl fark edeceğiz?
Ocaklı’nın kadim Hint felsefelerine dayanan açıklamalarına göre gerçek mutluluk, insanın varoluş amacını anlaması ve bu yolla derin bir huzura kavuşmasıyla elde edilir. Bu bağlamda evrensel gerçeklik, tüm varlığın ve enerjinin maddi olmayan kökeninin bilinç birliği olduğudur.
Ocaklı açıklamasını şöyle sürdürüyor:
“İnsanın varoluş amacını anlaması, kendi öz bilinci ile evrensel bilinç arasındaki bağı ve birliği fark etmesiyle gerçekleşir. Bu farkındalık, bireyin kendini evrenden ayrı görme yanılgısını aşarak evrensel bütünün bir parçası olduğunu kavramasına ve bu birlik içinde varoluş amacını keşfetmesine olanak tanır.”
Dolayısıyla, gerçek mutluluk bir yanılsama değil; aksine, bireyin bilinçlenmesi ve sevgi odaklı olmayan bağlardan özgürleşmesiyle gerçekleşen derin bir deneyimdir.
Kalıcı ve derin mutluluk, dış dünyanın doyumsuz hazlarından değil, bireyin kendi iç dünyasında kazandığı farkındalıklarla açığa çıkar. Bu yolculuk, dış dünyadan bir adım geri çekilip kendimizi daha yakından tanıma sürecidir. Mutluluğun derinlerine inmek, bu farkındalıkla birlikte bilinç, akıl, kalp ve davranışlarımız arasında bir uyum yaratarak adım adım iç huzura doğru ilerlemekle mümkündür.
Bütün bunlar kulağa oldukça anlamlı geliyor, değil mi? Belki de hepimizin zaman zaman sorduğu “mutluluk nerede saklı?” sorusuna yeni bir pencere açabilir. Ve kim bilir, mutluluğu ararken aslında kendimize doğru bir yolculuğa çıkmış olabiliriz.
Elbette genetik ve sosyal öğrenmenin mutluluk üzerindeki etkilerini araştırmak önemli; ama bu süreçte dış dünyadaki geçici hazların bizi nasıl sürekli oyaladığını da fark etmeliyiz.
Doğu’nun kadim öğretileri bize, mutluluğun peşinden koşmamıza gerek olmadığını çünkü zaten içimizde olduğunu hatırlatıyor. Bu derin huzuru bulmak için içsel bir yolculuğa çıkmamız gerektiğini vurguluyor. Gerçek huzurun, insanın varoluşunu anlamasıyla ortaya çıktığını anlatıyor.
Aslında her birimiz bu huzuru kendi içimizde bulabilir ve hayatımızın farklı anlarına yayabiliriz. Sonuçta hepimiz dış dünyanın ötesinde, kalıcı bir içsel huzuru aramıyor muyuz?
Hasan Elal