Birleşmiş Milletler yoğun bir diplomasi trafiğine başladı. Doğu ve Batı’daki siyasi oluşumlar üzerinde daha çok baskı kurarak tarafları bir barış anlaşması imzalanması için ikna etti.
Nitekim 17 Aralık 2015’de Fas’ta Birleşmiş Milletler arabuluculuğunda Libya Siyasi Anlaşması (Süheyrat Anlaşması) imzalandı ve ardından 19 Ocak 2016’da Fayez Serrac başkanlığında Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) kuruldu. Bu arada Süheyrat Anlaşması’nda Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kurulmasından maksimum iki yıl sonra da seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştı. Böylece, Birleşmiş Milletler ’in meşru saydığı Serrac hükümeti göreve başladı.
Anlaşmaya göre, hükümetin siyasi ömrü bir yıl olacaktı ancak bu süre 1+1 olarak maksimum iki yıla çıkartılabilecekti. (Anlaşmanın 1/4 maddesi şöyledir: “Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin görev süresi, Temsilciler Meclisi tarafından güvenoyu verildiği tarihten itibaren bir yıl olacaktır. Anayasa, görev süresi içinde tamamlanmazsa, görev süresi yalnızca bir ek yıl için otomatik olarak yenilenecektir. Her durumda, hükümetin görev süresi, ya Libya Anayasası’na göre yürütme otoritesinin oluşumundan hemen sonra ya da belirlenen sürenin sona ermesiyle, hangisi daha önce gerçekleşirse, sona erecektir.“)
Hafter’in Ağustos 2016’da Libya politik anlaşmasını tanımayacağını açıklamasıyla birlikte, 23 Ağustos 2016’da BM destekli Serraj hükümeti TM’de (HoR) ‘güvensizlik’ oyu aldı. Süheyrat Anlaşması da Libya’ya barış getiremedi. Çatışmalar devam etti. Hafter, Fransa’nın da aktif desteğiyle “Şehitlerin Kanı” adını verdiği harekâtla kontrol altına aldığı alanları genişletmeye devam ediyordu.
Hafter’in Kasım 2016’daki Moskova ziyareti ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve zamanın Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile görüşmeleri neticesinde, Hafter Rusya’nın desteğini de arkasına almıştı.
Temmuz 2017’de Macron’un çabalarıyla bir araya gelen taraflar bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varmış olsalar da, ateşkes yürürlüğe giremedi. Hafter, kısa süre sonra Bingazi’nin İslamcı milislerden temizlendiğini de açıkladı.
“Derin hayal kırıklığı”
Libya’da iç savaşın sona erdirilmesi için uluslararası planda gösterilen çabalara bu defa İtalya ev sahipliği yaparken, 13 Kasım 2018’de Palermo’da düzenlenen Uluslararası Libya Konferansı’na katılan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığındaki Türkiye heyeti, “derin hayal kırıklığı” yaşadığını açıklayarak konferanstan çekildi.
İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, konferanstan çekilmesinden üzüntü duyduğunu belirtmekle birlikte, Türkiye’nin çekilme kararının “genel olumlu havayı değiştirmediğini” de vurguladı. Türkiye’nin başından beri taraf olduğu bu süreçten toplantıyı terk ederek ayrılması, Ankara’nın Serrac ve hükümetine yönelik desteğin daha artarak devam edeceği anlamına da geliyordu.
Nitekim Kasım 2019’a gelindiğinde, Libya ile imzalanan anlaşmaların, Türkiye’de kamuoyuna “Meşru Libya Hükümeti” ile imzalanan anlaşmalar şeklinde anlatılması ve böyle bir algı yaratılması süreci de başladı. Diğer bir ifadeyle, 2016 başlarında meşru sayılan ancak kısa süre sonra BMGK daimî üyelerinin dahi yıkmaya çalıştığı bir siyasi yapıdan, Türkiye’de “meşru hükümet” şeklinde bahsedilmekteydi. Öte yandan, Süheyrat Anlaşması’nın 8/f maddesinde zaten “Hükümetin imzalayacağı uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin Doğu’daki meclis tarafından onaylanması” hükmü de yer alıyordu. Ancak, zaten 2019’a gelindiğinde Libya politik anlaşmasından eser kalmamıştı.
Ocak 2020 başlarında bu defa Moskova’da, Rusya ve Türk heyetlerinin de katıldığı barış görüşmeleri yapıldı. Hafter ve Akila Saleh doğudaki meclisi ve hükümeti, Türkiye’nin desteklediği batıdaki hükümeti Serrac temsil ediyordu. Türk heyeti, Serrac ve Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mişri ile anlaşma metnini oluşturmuştu. Rus heyeti ise Hafter ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin Başkanı Akila Saleh’i ikna etmeye çalışmıştı. Hafter, uzun uğraşlar neticesinde oluşturulan anlaşma metnini imzalamamış ve sabaha kadar süre istemişti, ancak Hafter aniden Moskova’dan ayrılmıştı. Hafter’in bu saygısızlığını ve Rusya’yı zor durumda bırakan davranışını Lavrov’un not ettiği medyaya yansımıştı.
Moskova zirvesinden birkaç gün sonra, savaşa taraf olan olmayan tüm devlet başkanları ve yetkililerinin katıldığı Berlin Konferansı düzenlendi. Berlin Konferansı’nda uluslararası toplum, Libya’da ateşkes ve siyasi çözüm çağrısında bulundu. Hazırlanan kapsamlı doküman ile Libya’ya barış gelebileceğine dair bir umut oluştu. Hatırlanacağı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan toplantıdan hemen sonra Berlin’den ayrılmıştı. Erdoğan’ın ayrılma gerekçesi, “liderler onuruna verilen akşam yemeğinde Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah El Sisi ile aynı mekânda bulunmamak” olduğu konuşuldu.
12 Şubat 2020’de alınan 2510 sayılı kararla BMGK, 19 Ocak’ta açıklanan Berlin deklarasyonunu onayladı. Ancak, beklenen olmadı. Çatışmalar devam ederken, BM Libya Temsilcisi Ghasam Salame 3 Mart’ta aşırı stres nedeniyle istifa etti. Yerine vekaleten, Salame’nin yardımcısı Stephanie Williams atandı.
21 Nisan tarihine gelindiğinde Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Berlin Konferansı kararlarının çamura saplandığını açıklayarak, gelişmelerden Hafter’i sorumlu tuttu. Hemen sonra, Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Saleh, Rusya’nın desteği ve talimatı ile ortak yönetim ve anayasa hazırlanması çağrısı yaptı.
Hafter gözden düştü
Rusya Libya’da yeni bir oyun planı uygulamaya geçti. Rusya ile Mısır bu konuda birlikte çalışıyor ve barışa giden yolda Doğu’da artık sadece Akila Saleh’i muhatap alıyorlardı. Hafter gözden düşmüştü. Rusya’nın oyun planında, Hafter’in gücünün kırılması ve Serrac’ın biraz daha ön plana çıkarılarak, Saleh–Serrac ikilisiyle barış sürecinin başlatılması hedefleniyordu. Putin, işte bu noktada, Suriye sahasında sorunlu da olsa sürekli iş birliği yaptığı Türkiye’yi de oyun planına dâhil etmiş olmalı ki 4 Mayıs günü Erdoğan, kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, “İnşallah yakında Libya’dan yeni müjdeli haberler alacağız” dedi.
Nitekim Haziran ayında Libya’dan da güzel haberler gelmişti. Rusların Wagner güçlerini sahadan çekerek kışlalarına döndürmesi ve Türk SİHA’larının başarılı faaliyetleri sonunda, 2 Haziran’da ateşkes ilan edilmiş, Libya’da barış ümitleri tekrar yeşermişti. 4 Haziran’da Serrac Ankara’ya geldi. Ne olduysa işte o zaman oldu ve Serrac, 5 Haziran’da Mısır’ın ev sahipliğinde düzenlenen Kahire’deki barış toplantısına katılmadı. Hafter ve Saleh arasındaki buzlar erimiş, her ikisi de Kahire’de kameraların önündeyken bu kez, Serrac barış sürecine “evet” dememişti. Sahada Rusya ve Mısır ikilisinin planı uygulanıyor ancak, siyasi arenada plan işlemiyordu. Lavrov, Saleh ve Serrac’ı acilen Moskova’ya davet etti. 6 Haziran’da Saleh Moskova’ya gitti. 7 Haziran’da ise Serrac Moskova’ya gitmek üzere havalandı ancak, uçağı Moskova yerine İstanbul’a indi ve Serrac Moskova’ya gitmeden Libya’ya döndü.
Rusya, Serrac’ın eylemlerinin arkasında Erdoğan’ı ve Türkiye’yi işaret etmeye başladı. Rus ve Türk teknik heyetleri toplantı üzerine toplantı yaparken, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Savunma Bakanı Şoygu’nun birlikte, 14 Haziran’da İstanbul’a gelecekleri açıklandığında, Rusya’nın Libya’da, tıpkı Türkiye’nin Suriye’deki Afrin mutabakatı gibi Libya mutabakatının bozulmasına müsaade etmeyeceğini düşünmüştüm. Ancak, bu ziyaret son dakikada sürpriz bir şekilde iptal edildi. İki Rus bakan Türkiye’ye gelemedi. Birkaç gün sonra, 18 Haziran’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptığı şu açıklama ile gelişmeleri daha da ilginç hale getirdi: “Cumhurbaşkanımızdan Libya’da ABD ile birlikte çalışma talimatı aldık.” Çavuşoğlu bu açıklamasını ABD merkezli Türk-Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesinin (TASC) video konferansla düzenlediği panelde dile getirmişti.
Türkiye’nin direnci kırıldı
Bu açıklamadan sonra Ruslar müzakereleri nasıl yürüttü, Türkiye’ye ne dediler, ne istediler bilinmez ancak, 22 Temmuz Çarşamba günü, Türkiye ve Rusya arasında tıpkı Suriye’de olduğu gibi anlayış birliği sağlandı ve Ankara’nın direnci kırıldı.
Dışişleri Bakanlığımız, 22 Temmuz 2020’de, Libya Konusunda Türk-Rus Yüksek Düzeyli İstişareler Üzerine Ortak Açıklamayı yayınladığında, Libya’da bu defa ciddi anlamda barış ümitleri doğmuştu. Zira açıklamaya göre, taraflar, “Libya’daki krizin askeri bir çözümü olmadığına ve sorunun ancak Libyalıların öncülüğünde ve Libyalıların sahiplendiği, BM kolaylaştırıcılığında siyasi bir süreçle çözülebileceğine dair inançlarını ifade ederek; Libya’da kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkes için şartların oluşturulması amacıyla Libyalı tarafların teşvik edilmesi de dâhil olmak üzere ortak çabaların sürdürülmesi konusunda mutabık kalmışlardı.
Serrac da ateşkesi ve barış sürecini desteklediğini belirterek, yeni hükümet kurulduktan sonra siyaseti bırakacağını açıkladı.
BM Libya temsilcisinin yoğun çabaları sonucu, genel seçimler ve yeni anayasa için yol haritası hazırlıkları başlatıldı. 9 Kasım 2020’de yol haritası açıklandı. BM’nin oluşturduğu ve 75 kişiden oluşan Libya Politik Diyalog Forumu (LPDF) da çalışmalarına başladı. Forum, genel seçimlerin tarihi olarak 24 Aralık 2021’i ilan etti.
LPDF, ülkeyi 24 Aralık 2021’de seçimlere götürecek ortak hükümeti oluşturma çalışmalarını somutlaştırarak, yeni geçici hükümeti oluşturacak başkan ve başbakanın 5 Şubat 2021’de LPDF üyeleri tarafından seçileceğini açıkladı. Türkiye ve Mısır, Rusya planına uygun olarak, devlet başkanlığı için Doğu’daki Meclis Başkanı Akila Saleh ve başbakanlık için de Fethi Başağa isimleri üzerinde anlaştı. Bu ikilinin seçilerek Libya’yı seçimlere başarıyla götüreceğine kesin gözle bakılırken, LPDF seçimlerinde sürpriz yaşandı ve Saleh–Başağa ikilisi seçimleri kaybetti. Libya’da geçici yönetimin başkanlığına Doğu’dan Muhammed Menfi, başbakanlığa ise Batı’dan Abdulhamid Dibeybe seçildi. Mart ayında Birleşmiş Milletler destekli geçici hükümet kuruldu.
Mısır’la uzlaşma süreci
Mısır ile Türkiye arasında Libya’da başlatılan uzlaşı süreci iki ülke arasındaki barış sürecinin de başlamasını sağladı. Çavuşoğlu müzakerelerin ön koşulsuz başlayacağını açıkladı ve kısa süre sonra, Mayıs ayında Kahire’de teknik heyetler toplantısı gerçekleşti.
Libya sahasına dönecek olursak, Türkiye, süreçle birlikte Dibeybe’ye desteğini açıkça göstermeye başladı.
Eylül’de Türkiye–Mısır teknik heyetleri ikinci kez Ankara’da bir araya geldi. Ancak, Mısır’ın özellikle Libya’da öne sürdüğü şartlar kabul görmemiş olacak ki, Mısır Dışişleri Bakanı Türkiye ile yürütülen müzakerelerin sonuçsuz kaldığını açıkladı.
Libya’da ise, Dibeybe başbakanlığı bırakmadan 24 Aralık seçimlerinde aday olacağını açıklamıştı. Oysa, diğer aday Hafter, 28 Eylül’de istifa ederek aday olacağını açıklamıştı. Kaddafi’nin oğlunun da adaylığı söz konusu oldu, ancak sonuçta, barış ümitleri bir kez daha sonuçsuz kaldı, 24 Aralık’ta seçimler yapılamadı ve Libya’da gerilimli dönem tekrar başladı.
Yıllarca Türkiye’nin adamı olarak bilinen Fethi Başağa, Ankara’nın Dibeybe’ye yönelik koşulsuz desteğinin karşısında Doğu’daki meclisle iş birliğine giderek, Doğu hükümetinin başbakanı oldu. Tobruk’taki Temsilciler Meclisi tarafından 10 Şubat 2022’de yeni başbakan olarak seçilen Fethi Başağa yemin ederek görevine başlarken, ülkede gerilim tekrar yükseldi. Libya’da yine ikili hükümet yapısı oluştu. Ancak, bu defa, her iki tarafta da bir dönem desteklediğimiz kişiler artık rakiptiler ve kıyasıya mücadele ediyorlardı. Hatta, Dibeybe’ye verdiğimiz SİHA’ların daha önce Başağa’ya verdiğimiz zırhlı araçları bombalaması dahi söz konusu olmuştu. Mayıs 2023’de Başağa’nın sürpriz şekilde görevden alınması; Libya’da belirsizliklerin derinleştiği anlamına geliyordu.
Kapsayıcı ve yapıcı!
Kasım 2022’de Katar’da futbol diplomasisi olarak adlandırılan Erdoğan–Sisi tokalaşması ve 2023 yılında Mısır’la barış sürecinin tekrar başlatılması ve bu defa olumlu sonuçlanması Libya’ya da yansıyacaktı. Zaten Mısır’ın barış için ön koşullarından birisi de Türkiye’nin, Rusya ile Mısır’ın oyun planına uyması anlamına geliyordu. Temmuz 2023’te Mısır’la karşılıklı olarak büyükelçilerin atanması ve daha sonra Erdoğan’ın Kahire ziyareti, Libya’ya da olumlu yansıdı. Türkiye Akila Saleh’le temas sağladığı gibi, Hafter’in oğlu ile de görüşmeye başladı. Kısaca, Türkiye, şimdi kapsayıcı! bir şekilde her iki tarafla da görüşerek yapıcı! bir politika izlemeye devam ediyor.
Libya maceramızda şahsen benim aklımda kalan en vahim sahne, 4 Mayıs 2021’de bizim desteklediğimiz Ulusal Birlik Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Necla el-Manguş’un, Çavuşoğlu’yla düzenlediği ortak basın toplantısında söylediği sözler oldu. Manguş, “Türkiye’yi, egemenliğimizi korumamız için ülkedeki tüm yabancı güçler ve paralı askerlerin varlığına son vermek için bizimle iş birliği yapmaya çağırıyoruz” dedi.
Öte yandan, 4 Ağustos 2024 günü Hakan Fidan’ın Mısır Dışişleri Bakanı ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Mısırlı Bakan’ın da aynı çağrıyı yapması, şu soruları sormamızı gerektiriyor:
Biz neden, hangi amaçla Libya iç savaşına taraf olduk? Ne kazandık? Ne kaybettik?
Elbette bunun muhasebesini tarih yapacak…
Not: Bu yazım ilk olarak Ekonomi Diplomatik’te yayınlanmıştır.
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı
1.Bölüm:
https://medyagunlugu.com/libya-ic-savasina-nasil-mudahil-olduk/