560 yıl önce, 17 Haziran 1462’de Kont Drakula ve Kazıklı Voyvoda adlarıyla da tanınan Eflak Prensi 3. Vlad, gece karanlığından yararlanarak büyük düşmanı Fatih Sultan Mehmet’e başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunduktan sonra Eflak’tan kaçtı.
Ancak kaçarken taş üstünde taş bırakmadı. Terk ettiği topraklardaki kuyuları zehirledi; ekinleri yaktı; hayvanları öldürttü. Biyolojik savaş uzmanı olarak da parladı; hapishanelerdeki mahkumlar arasından cüzzam ve veba taşıyanları salıverip, bunları Türklerin arasına karışmaya teşvik etti. Osmanlılar Eflaklıların başkentini fethettiklerini sandıkları anda kendilerini dindaşlarından oluşmuş 20.000 kişilik bir kazık ormanında bulunca, başta padişah olmak üzere ruhsal bunalıma girdiler. Geriye çekilerek bu işi kardeşi Radu’ya bıraktılar. Macaristan’a kaçan Vlad burada 12 yıl hapis yattıktan sonra Katolik ve Macar sarayına damat oldu. Kendisine verilen orduyla 1474’te girdiği Bosna’da 8000 Müslümanı kazığa vurdurdu. 1476’da yine Eflak tahtını fethetme hevesi Osmanlıların yaptığı baskınla yok oldu. Adamlarından yakalananlar kazığa vurulurken, kendisinin de kafası kesildi.
Vlad, böylece ölümsüz bir vampir karakteri için biçilmiş kaftan haline geldi. Asıl ürkütücü olansa, varlığını ancak başkalarının kanını-canını çalarak sürdürebilen, kanını emdiği kişileri de kendisiyle birlikte gecenin karanlığına mahkum eden, gücünü kibar görüntüsünün arkasındaki karşı konulmaz baştan çıkarma kabiliyetinden alan bu ölümsüz yaratıkların, kimin tarafında olduğunuza göre karşınıza “kahraman” olarak da çıkabilmesinde…
Örneğin bugün bile kullanılan bir Romen deyimi “Neredesin ey efendimiz Kazıkkakan” derken, vampirlerin ilham kaynağı 3. Vlad’ı yolsuzlukla, kargaşalıkla savaşta yaraya neşter atmasını bilen bir lider konumuna oturtur. 2004’te bile bir başkan adayının kendisine Kazıklı Voyvoda’nın mücadelesini örnek aldığını hatırlamak, korkuyu kullanarak insanları acımasız bir karanlığa sarılmaya mecbur bırakan bahanelerin hiçbir zaman tükenmeyeceğini gösteriyor.
(Kaynak: Tarih Dergi. Derya Tulga’nın NTV Tarih’in Ekim 2010 sayısında yayınlanan yazısı)