On üç yılı aşan zehir zemberek zıtlaşma ve büyük kopuştan sonra dış politikamızda keskin bir dönüşe hazırlanıyor gibiyiz.
Suriye ile uzlaşma yolunda diplomatik temasların yeniden başlatılabileceği, iktidar ve muhalefet çevrelerinde “Esatlı-Esetli” tartışmalı süreçlere göndermeler yapılarak dillendirilmekte.
Savaş ve düşmanlık koşulları altında köprülerin karşılıklı olarak atılmış olduğu güney komşumuz ile ilişkilerin nasıl yeniden iş birliği rayına oturtulabileceği ucu açık kritik bir sual.
Olası bir “mucizevi’’ kucaklaşma için ilk adım iki ülke yönetiminin en üst düzeyde ön koşulsuz samimi iyi niyet beyanları ve ortak mutabakat ilanı olacaktır.
Erdoğan, son günlerde, eski inatçı söylemine dönüş kapılarını tam kapatmadan adeta pamuk ipliğine bağlı, zeytin dalı uzatma hamlelerini sürdürür görünmekte.
Bu bağlamda, bir şeylerin ters gitmesi halinde, durumun her an daha da kötüye gidebileceği hesaba katılmalıdır.
İktidarın, ülkeyi on yıldır hayati yanlışlarla sürüklediği, siyasi, askeri çıkmazlara ve sığınmacı girdabına sokan tercihlerinin ve akıl hocası danışmanlarının inadından ne kadar pişman olduğu bilinmemektedir. Ancak gelinen noktada, komşunun parçalanmasının bizim toprak bütünlüğümüzü de zorlayacağı gerçeğini kavradıkları ve stratejik hatalarla dolu siyasetlerinden dönüş yolları arandığı görülmektedir.
Külliye ekibinin, kendi yol açtığı stratejik felaketten, neresinden dönülürse kârdır anlayışıyla, daha önce siyaseten inatla “hainlik” olarak damgaladığı kulvara yönelmesi, gidişatın tehlikesinin büyüklüğünü de göstermekte.
Öte yandan Erdoğan’ın, Esad’a, “Buraya gel veya üçüncü bir ülkede buluşalım” çağrısı da sorunludur. Esad’ın ayağına gitme anlamı çıkmasın diye, uzlaşı işini eski İstihbarat Başkanı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a havale ettiği akla gelmiyor değil.
Arabulucu
Suriye tarafından normalleşme çağrılarımıza gelen cevap daha önce de ileri sürdükleri gibi özü itibarıyla uzlaşıya karşı olmadıkları ancak samimi ve gerçekçi beyanlar bekledikleri, ön şart olarak Türk askerinin Suriye’den ayrılması ve Türkiye’nin silahlı gruplara desteğini kesmesi şeklindedir.
Tarafların koşullu da olsa uzlaşı iradesini ifade ettiği bir aşamada artık Birleşmiş Milletler (BM) dışında bir arabuluculuk mekanizması aranmaması isabetli olcaktır. Birbirini veto etme refleksi kuvvetli üçüncü ülkelere bel bağlamanın şimdiden baş ağrısı yaratmaya aday olduğunun işaretleri alınmaktadır.
Bu anlamda hantal yapısına aldırmaksızın, uzlaşı ve çözüm aşamalarında ısrarla BM mekanizmalarına dayanmak, karşılıklı güveni de arttıracaktır.
Ütopya
Siyasi kararlılıkla atılacak normalleşme adımlarının BM bünyesinde diplomatik girişimlerle başlatılıp sürdürülmesi sürecin de garantisi olacaktır.
Taraflar mutabık kalırsa, BM’nin yanı sıra gerektiğinde ayrıca NATO, AB, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ve G20 gibi uluslararası kuruluşlarla eşgüdüm de genel uzlaşı ve milyonlarca sığınmacının dönüş operasyonuna destek verebilir.
Birçok alanda mevcut olan ve çözülmesi uzun yıllar alabilecek sorunlar yumağında temel ilkeyi Suriye’nin bağımsızlığına ve egemen bütünlüğüne saygı ve yabancı askerlerin işgalinin sonlanması oluşturmalıdır.
Suriye’nin ön şart olarak ileri sürdüğü Türk askerlerinin geri çekilmesi talebine cevaben ilk aşamada, Suriye topraklarındaki tüm yabancı ülke askerlerinin tamamının ülkeyi terk etmesi hatırlatması yapılabilir.
Suriye, egemen bütünlüğü ve bağımsızlığının teyidi yönünde tüm yabancı ülke askerlerinin ve askeri varlıklarının belirlenecek bir takvim çerçevesinde ülkeden ayrılmasını talep edebilir. BM aracılığıyla ilan edilecek bu talebin adresi, Türkiye dahil ABD, Rusya, İran gibi, topraklarında askeri ya da profesyonel savaşçısı bulunan istisnasız tüm ülkeler olmalıdır.
Bu yaklaşım belki bugün ütopik öngörü sayılabilir. Ancak uzlaşı adımları atılmaya başladığında, sürecin bu minvalde ilerlemesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Hazırlık
Normalleşme çalışması her iki tarafta da önemli teknik hazırlıklar gerektirecektir.
Kurulması öngörülebilecek “Ortak Uzlaşı Komisyonu’” ve alt çalışma grupları için şimdiden tespitlerin yapılması, Suriye tarafı ile iş birliği masasına oturulduğunda ne talep edileceği, iş birliğinin kapsamının ne olacağını kolaylaştırabilir.
Her mesele için oluşturulacak alt komisyonlarda uzmanların tam yetkili özel temsilciler gözetiminde bir araya gelerek tespitlerini paylaşması keza süreci hızlandırabilir.
Olası bir “Ortak Uzlaşı Komisyonu”nun, birikmiş siyasi, askeri, sosyal meseleler arasında belki de en tartışmalısı askeri, en çok mesai gerektirecek olanı da sığınmacılar olacaktır.
Tarihin en kapsamlı geri göçünün, neredeyse orta ölçekli bir ülke nüfusunun kavimler göçü olacağı unutulmamalıdır.
İki ülke parlamentoları, ilgili devlet devlet kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, geri dönecek olan sığınmacı kitlelerinin temsilcilerinin oluşturulacak mekanizmalarda yer alması memnuniyetsizlikleri en aza indirmek açısından isabetli olabilecektir.
Bu süreçte çözüm odaklı uzlaşı niyeti beyanları kaçınılmaz katalizör olacak olsa da devamını getirmek çok da kolay olmayacaktır.
Ancak yine de unutulmamalıdır ki diplomasi, en zor meselelerin çözümünde birçok yol ve yöntem bulabilecek yeteneklere sahiptir, tarafların gerçekten istemesi halinde mutlaka denenmelidir.
Not: Bu yazı, 3 Temmuz tarihinde bu köşede yayınlanan makalemizin tamamlayıcı devamıdır.