Bu yüzyılın gerçeği çöküştür.
Uygarlıklar hızla yok oluyor. ABD, İngiltere, Avrupa, Rusya, hepsi dibi görünmeyen bir uçurumun kenarında titreşiyor ve bir yerlere tutunmaya çalışıyor.
Ama bütün çabalar nafile.
Zaman ve doğa, yaşamın kalemini kırdı.
Mesele siyaset ile ilgili değil. Çok daha vahim bir durum var.
İnsanoğlunun dünyadaki misafirliği tamamlandı. İklim, su, enerji kaynakları, ekonomi, hastalıklar ve gıda gibi bütün alanlarda veriler bu alarmı veriyor.
Son yirmi yıla kadar gözlemlediğimiz iyimserlik duygusu ve gelecek ümidi tükendi. Şimdi milliyetçilik, aşırılık, faşizm, otoriterlik ve baskı bütün resmi kapladı.
Güven.
Mana.
Aidiyet.
Amaç.
Sadakat.
Hiç biri kalmadı.
Yüzyılımız, evrensel ajandaya çöküş kelimesi ile kodlanacak.
Binlerce yılın mirası olan inanışlar, gelenekler, kurallar, ekonomi, toplumlar, zihinler, gıda zincirleri, ekosistemler kağıttan kuleler gibi dağılıyor.
Ekonomiler çöküyor, zira temel tüketici olan orta sınıflar bitti.
Okuyana iki basit kelime gibi gelebilir, ama buzullar eriyor.
Bu iki basit kelime yan yana gelip ne gibi bir mesaj veriyor olabilir?
Dünya ikliminin denge unsurları yok oluyor.
Okyanuslardaki su seviyeleri kırı kentlerini yok edecek düzeyde yükseliyor.
Denizler hızla ısınıyor.
Kutup canlıları ölüyor.
Böcekler, arılar, balıklar ve memeliler kaçınılmaz yok oluşa sürükleniyor.
Hiçbir şey yapamadan ve adeta bir teslimiyet içinde izlemekte olduğumuz genel çöküşün hareketi alttan tepeye doğru hızla yükselen bir patlamadır.
En üsttekiler, en alttakileri çiğniyor. İçleri boşaltılıyor. Tüketiliyor.
Geriye hiçbir şey kalmıyor.
İnsanlık, gıda, canlılar, bitkiler. Hepsi bu şekilde tüketiliyor.
Toplumlar, ekonomiler, ekosistemler ve hatta bütün bir gezegen. Bu çöküş süreci kendisini olanca çıplaklığı ile göstermiyor mu?
Harap olmuş ve tükenmiş bütünsel sistem, zincir, organizasyon çöküyor.
Abarttığımı düşünen var mı? Felaket tellallığı mı yapıyorum?
Bugün baktığımız her yerde aşağıdan yukarıya doğru bir çöküş görüyoruz.
Yozlaşmaya bazı somut örnekler verelim.
Dünyanın birçok zengin kentinde, finans kurumlarının akıl almaz fiyatlarla gayrimenkuller aldığın okuyoruz. Başta gayrimenkuller olmak üzere, ekonominin her alanında fiyatların astronomik seviyelerde patladığına tanık oluyoruz.
Bu, etik ve sistem anlamında çöküşün ta kendisidir. Bu kurumlar, böylesine devasa kazançları nereden ve nasıl elde ediyor?
Cevap açık.
Yoksulları, doğayı, gezegeni, demokrasiyi ve bir bütün olarak hayatı talan ederek.
Böylesi bir yağmanın hiçbir tepki ile karşılaşmaması mümkün mü?
Hayır!
Hızla yoksullaşan orta sınıflar boyun eğmek zorunda kalıyor, aşırı uçlara ve faşizme yöneliyorlar. Bu yönelişin artçı sarsıntıları tepedekileri de götürüyor.
Aşağına yukarıya çöküş süreci hızlanıyor.
Eşitsizlik.
İklim bozulması.
Kitlesel yok oluş.
Hiçbirisinde gerileme yok. Tam tersine hızla yayılıyor.
Böyle bir çöküş, çevremizdeki kıt kaynakları hor kullandığımızı gösterir.
Zayıfları besleyemiyoruz. Onları daha da yoksullaştırıyoruz. Ekonomi dili ile onları aşırı tüketiyoruz. Dahası, onlara hiçbir yatırım yapmıyoruz.
Böcekleri, kuşları, balıkları, arıları, suyu, buzulları, havayı, madenleri onlardan geriye hiçbir şey kalmayıncaya kadar tüketiyoruz.
Bir suçlu mu arıyorsunuz?
Kapitalizm. Bu vahşi sistem, insanlığa tek bir emir veriyor; tüket! Daha fazla, çok daha fazla kâr. Tüket ve kâr et. Neoliberalizm ise, onun kahyası gibi. Hiçbir şeye yatırım yapmamayı öğütlüyor. Yatırımı, beslemeyi, iyileştirmeyi yasaklıyor.
Bir uygulama modeli olarak kapitalizm ve bir düşünce biçimi olan neoliberalizm, tüm dünyaya egemen. Hayatın hiçbir alanına farklı düşünme şansı bırakmıyor.
Kriz zamanlarının tek bir imdat çağrısı var: Kemer sıkmak. Sistem krizden çıkış için sadece topluca kemer sıkmayı emrediyor. Toplumsal mülkiyeti olan ne varsa tamamının özelleştirilmesini dayatıyor. Bütün kurumların kâr hırsına hizmet etmesini dayatıyor.
Ama çok açık bir gerçeklik var.
Nerede kemer sıkıldı ise, orada sistemler duvara tosladı.
Sonuç otoriterleşme ve neofaşizm.
Yaşananlar aşağıdan yukarıya doğru çöküşün tezahürüdür.
Kemer sıkma politikaları en yoksullardan başlayarak, ortalama insanı zayıflattı.
Onlar da birçok ülkede isyan etti ve liderlerini devirdi. Krizler körüklendi ve psikolojik çerçeve tamamlandı.
Ortalama insan, daha fazla sosyal hakkı, yatırımı ve işbirliğini sahiplenmek yerine, milliyetçi, aşırıcı, fanatik olmaya şartlandırıldı.
Bu toplumlar kötü bir şekilde istikrarsızlaştı – ve şimdi felç olmuş durumdalar, destansı bir tarihi yıkımın eşiğinde sallanıyorlar. AB’deki aşırı sağ dalga bunu kanıtlamıyor mu?
Aşağıdan yukarıya doğru çöküş.
Aşağıdan yukarıya çöküşün iç mekanizması şudur: en savunmasız şeyler – ister hayvanlar, ister insanlar, nehirler ya da kayalar olsun – en hızlı ve en acımasız şekilde parçalanır.
Doğal yaşam ile sosyal yapıyı karıştırdığımı düşünebilirsiniz. Haklısınız.
Ama bunu ben değil, hayatın bizatihi kendisi yapıyor.
Önce böceklerin ölmesi ile en sert darbeyi yoksulların almasını, defalarca yeniden düşünün, değerlendirin. Eninde sonunda aradaki ince bağı keşfedeceksiniz.
Tıpkı böceklerin doğal yaşam döngüsünün temel birimi olması gibi, en yoksullar da sosyal ve ekonomik sürecin tamamlayıcı parçasıdır.
Varlıkların en savunmasız dipleri aslında onların üstünde durdukları temellerdir. Sosyal dengenin, demokrasinin, barışın, suyun, havanın, hayatın temelleri.
Sırf muktedir olduğu için kendi temellerini yemek bir aptallık değilse, nedir?
Ama ekonomimizle, toplumlarımızla ve gezegenimizle yaptığımız şey bu. Her şeyin dibini tükettiğimizde, her şeyin temelini de aşındırıyoruz.
İnsanlar ve hayvanların çok gergin oldukları gerçeği
Sormamız gereken bir soru var.
Bugünlerde insanlar neden bu kadar gergin? Endişeli? Kaygılı. Yorgun?
Öyleler, zira ters giden bir şeyleri hissediyorlar. Ama bu tersliğin adını koymaktan çekiniyorlar. Aşağıdan yukarıya asimetrik çöküşün etkisini yaşıyorlar. Ama daha sonraki sonuçları öngöremiyorlar.
Bir şeyler olacak.
Bu çöküş artçı sarsıntı olarak faşizmi, iklim felaketini, ekolojik yok oluşu tetikleyecek. Ama acı olan şu ki, bu ne zaman olacak, belli değil. Bundan da acısı bu süreci durdurmak gibi bir güç de yok. Tarih belirsiz. Ama gelmekte olduğu kesin.
Bu duygu hali, travmaya yol açan bir psikolojidir. Umutsuzluktur. Güçsüzlüktür.
Bir soru sorar gibisiniz. Hissediyorum.
Tamam da ne yapalım? Hiçbir çıkış yolu yok mu?
Çaresiz miyiz? Bunu kabullenelim mi? Teslim mi olalım?
Asla.
En başa dönmeliyiz.
Bu yüzyılın temel tanımı olan aşağıdan yukarı çöküşü görmeli ve anlamalıyız.
Bunu şöyle yorumlamalıyız.
Kapitalizm tarafından normalleştirilen ve bizlere dayatılan bu istismarcı modelin bizi yönetmekte olduğu gerçeğini görmeliyiz.
Bu sistem yağmacıdır.
Dağları, taşları, havayı, suyu, canlıları yağmalar.
Vahşi yaşamın temel taşları olan hayvanlar bile, kapitalizmde bir kâr kaynağıdır. Sistem, onları, adrenalin tutkunu zenginlerin avlaması için kurbanlaştırır.
Şimdi bir kutsal görev var.
Biz insanlara düşen bir misyon. Hayatı ve onun tüm bileşenlerini sahiplenmek, korumak, beslemek ve yenilemek. Her gün ve her an bunu yapmak.
Yapabiliriz.
Gelecek kuşaklar için buna ilk adımı atmalıyız.
Yepyeni ve kucaklayıcı düşlünce sistemleri geliştirmeliyiz.
Mevcut ekonomik kurguyu, ölü disiplinleri, eski model psikolojiyi, yeniden tanımlamalıyız.
Yeni toplumsal tasarımlar oluşturmalıyız. Sosyal, siyasal, ekonomik modelleri tamamen sürdürülebilirlik temelinde yeniden kurgulamalıyız.
Çalışmak ve üretmek insani temelde yeniden planlanmalı. İş kavramını, birilerinin kaybetmesi pahasına yapılan bir aktivite olmaktan çıkarmalıyız.
Yağmayı değil, beslemeyi ve yükseltmeyi kutsamalıyız.
Bu asrın meydan okuması budur.
Adil Gürkan