Nature dergisinde bir süre önce yayınlanan ilginç bir araştırma Türk basınında da geniş yer buldu.
Genetik, dil bilimsel ve arkeolojik bulguların birleştirildiği araştırmada Japonca, Korece ve Türki diller arasında köken ortaklığı olabileceği ileri sürüldü.
2021 yılı sonunda yayınlanan araştırma, ortak dilsel geçmişi paylaşan bu toplulukların yaklaşık 9 bin yıl önce ortak bir kök dili konuştuklarını ve bu dilin günümüzün Trans-Avrasya dillerinin genetik atası olabileceğini açıklıyor. Ayrıca, aynı toplulukların kuzeydoğu Çin’deki Batı Liao Vadisi’nde darı yetiştirmiş olduklarını da ortaya koyuyor.
Çin, Japonya, Kore yarımadası ve Rusya’nın uzak doğusundaki farklı bölgelerden elde edilen mahsul kalıntıları, Belçikalı dil bilimci Martine Robbeets ve ekibi tarafından genetik ve karbon tarihleme yöntemleriyle incelenmiş. Doğu Asya’da tarıma geçerken ana ürün olarak darı yetiştirildiğini açıklayan araştırmada, darı ekilen coğrafyayı baz alarak aynı zamanda ortak kök dilin yayılışını da gösteren bir harita oluşturulmuş.
Haritaya ek olarak, ilgili dillerde tarımla ilgili kalıtsal sözcükler derlenmiş, rekonstrüktif bir kelime eşlemesi ve bir dil ağacı diyagramı geliştirilmiş. Dilsel dağılımı tarımsal genişleme kapsamında anlamak amacıyla, 254 temel sözcük, 100 kadar Trans-Avrasya dilinde “Bayes filogenetik” yöntemle taranmış. Tarımla ilgili temel sözlerin Altay dillerinde çok yakın olması, bu dillerin tarım devriminden sonra birbirinden uzaklaştığının ana göstergesi olabilir.
Konuya katkı sağlamak adına kendi araştırmamızdan bir örnek verelim…
“Kama” Türkiye Türkçesinde şöyle tanımlanır: “Eğimli, yassı, sivri uçlu, keskin kenarlı, kabzalı bıçak.” Modern Japoncada ise aynı “Kama” sözü şöyle tanımlanır: “Hilal biçiminde eğimli, yassı, sivri uçlu, keskin kenarlı ekin biçme bıçağı.” Türkçe anlamıyla büyük ölçüde örtüşen “Kama”nın Japoncada “Orak” ve “Tırpan” anlamına gelmesi basit bir rastlantı olmasa gerek.
Bize kalırsa keskin gereç anlamındaki “Kama” sözünün kökeni Proto Altaycada *K`admá olarak yapılandırılabilir. Zamanla aradaki “D” sesinin düşmesiyle bu söz “Kama”ya evrilirmiş olabilir. Türkçede hece birleşmesi sonucu ünsüz düşmesi olduğu biliniyor. Örneğin Ad+Da+Eş: Adaş, Üst+Teğmen: Üsteğmen, Sıcak+Cık: Sıcacık.
Diğer yandan D>Y dönüşümü ile birlikte kesmek anlamında “Kıd-“>”Kıy-” formunu aldığı varsayılabilir. D>Y dönüşümü Türkçelerde yaygındır. Örneğin döküm anlamında Kudum>Kuyum>Kuyumcu, Kod->Koymak, Dasa>Yasa (düzen), Adak>Ayak vb.
“Kama”, neredeyse tüm Altay dillerinde yaşayan bir söz olmakla birlikte, modern Japoncada ayrıca çift bıçak ağızlı mızrak tipine tıpkı Türkçedeki gibi “Kama” denmektedir.
Japonca, Korece, Moğolca, Tunguzca ve Türkçe arasında köklü bir birikim ilişkisi bulunduğuna kuşku yok. Aynı şekilde Japoncanın eski Altay dilleriyle akraba olduğuna da kuşku yok ancak Japoncaya kök veren tek dil Proto-Altayca değildir. Japonca özellikle deniz yoluyla gelen başka dillerin de izlerini taşımaktadır.
Bir makro çatı olarak Proto-Altay ya da Proto-Trans-Avrasya dillerinin, Japon takımadalarında Jōmon kültürüyle kaynaşmadan önce Doğu Asya’da yaygın konuşulduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Japonların ve Türklerin erken ataları 9 bin yıl önce aynı habitatı paylaşmış olmalı denebilir. Coğrafi komşuluk ya da varsa genetik birliktelik, son buzul çağının sonuna doğru oluşmuş olabilir.
Araştırmaya göre, buzul çağını izleyen ılıman iklim evresinde insanlar neolitik tarımı benimsemiş ve Doğu Asya’da darı yetiştirmeye başlamışlardı. Bu nedenle Batı Liao Vadisi, ıslak ve verimli topraklarıyla Proto-Altayca konuşan topluluklar için yeni bir ata yurt ve kültür coğrafyası olarak önerilmekte. Bu hipotez başka araştırmalarla doğrulanırsa, Asya Dilleri başlığını yeniden yazmak ve Altay dil ailesine farklı bir ad vermek gerekebilir.
Kök dili konuşan popülasyon başta doğal yıkımlar ve salgınlar olmak üzere çeşitli ekonomik, sosyal veya politik nedenlerle yurtlarından ayrılmak zorunda kalmış olabilirler. Kök dil de haliyle bölünerek doğuda Japonca, Korece ve Tunguz dillerine, kuzeyde Moğol dillerine, batıda ise Türk dillerinin erken formlarına evrildi.
Asya’daki yayılmayla birlikte yeni yaşam koşullarına göre fiziksel ve sosyal çevreyle etkileşen dillerin birbirine uzaklaşması beklenen bir durumdur. Başlarda birer diyalekt iken zamanla birer dile dönüşürler. Aradan geçen binlerce yılın ardından dilsel ilişkilerin izlerini sürmek ve yeniden yapılandırmak kesinlikle kolay değildir.
Dil bilgisi, sözcüklere göre daha kolay değiştiği için dillerin soy ilişkilerini belirlemeye yönelik çalışmalarda dil bilgisinden çok söz varlığına ve ses değişim süreçlerine ilişkin verilere bakılır. Aynı dil ailesinde yer alan dillerde varlığını sürdürebilmiş paleolitik hatta neolitik sözlerin izini sürmek, dillerin geçmişteki ilişkilerinin haritasını çıkarmak açısından gerçekten de önemlidir.
Nitekim, Altayca grubundan dillerde rakamlar, ağaç adları, hayvan adları, beden bölümleri ya da aile üyelerine verilen adlar oldukça yakındır. Oysa bu adlar ile Japonca karşılıkları arasındaki yakınlık yalnızca bir kaç örnekle kısıtlıdır.
Japonca ile Türkçe arasındaki benzerlik, karşılaştırmalı tarihsel dil bilimde en çok tartışılan konulardan biri oldu. Japoncanın Altay dil grubuna dahil olup olmadığı, değilse hangi dil grubunda yer aldığı hakkında birçok çalışma yayınlandı. Fakat nedense Türk, Rus ve Macar dilciler dışındaki çoğunluk Japoncanın Türkçe ile akraba olabileceği varsayımından uzak durdu.
Martine Robbeets ve arkadaşları, bu makaleyle, kökensel olasılık konusundaki direnç ve önyargıların kırılmasına önemli bir katkı sağlamış olabilir. Yaygın genel kanı, M.Ö. 1000’li yıllarda Altay Dağları’ndan Asya’ya yayılan göçebe toplulukların hayvancılıkla uğraştıkları ama ekin yetiştirmeyi bilmedikleri yönündeydi.
Oysa şimdi açık şekilde anlıyoruz ki, Altay dillerini konuşan topluluklar M.Ö. 7000’lerde tarımı biliyorlardı. Öyle ki, araştırmacılar arkeolojik kanıtlara dayanarak darının tam da bu topluluklar tarafından evcilleştirilmiş olduğunu savunuyor. İşte Robbeets’in araştırmasıyla gündeme gelen bu argüman, dil tarihi belleğinde muazzam bir kırılma yaratacaktır.
Tüm yeni verilere karşın Japonca ile Türkçe akrabadır demek için henüz erken. Asya’nın en doğusundaki Japonca ile en batısındaki Türkçenin morfolojik yakınlığı bu kadar açık olsa da köken ortaklığı ilişkisi belirsizliğini koruyor. Japoncanın Altayca görüntüsü verdiği doğrudur ancak adalarda uzun süre yalıtık kalmak ve denizden gelen kavimlerle kaynaşmak sonucunda kategorize edilmesi en zor dillerden biri olmuştur.
Öte yandan, Proto-Altay dil birliği hipotezinin arkeo-linguistik olarak henüz netleşmemiş olması ve eldeki bulguların azlığı, Japonca ile Türkçenin kökensel bağı olmadığı anlamına gelmez.
Araştırmalarımızı sürdürüyoruz…
halilocakli@yahoo.com
Martine Robbeets ve ekibi tarafından yayınlanan araştırmanın orijinali ve görsel için: