Türkiye’de 450’nin üzerinde eski ve orta taş devri yerleşimi kayıt altına alınmış durumda (A. Ahmet İhsan-MAEÜ).
Buna karşın, Homo Erectus’un (dik insan) Anadolu’daki varlığı, Denizli fosili bulunana kadar net olarak kanıtlanamıyordu. Bulunan Homo Erectus kalıntılarının nicelik bakımından azlığı, henüz yeterince kalıntı keşfedilmemiş olmasıyla ilgili olabilir.
2002 yılında Denizli’de gerçekleşen buluş, fosil bilimi adına çok sevindirici bir gelişme oldu. Honaz ilçesi Kocabaş mevkiinde, 25-40 yaşlarında erkeğe ait olduğu düşünülen fosilleşmiş bir kafatası bulundu. Mermer kesim ustaları tarafından tesadüfen bulunan kafatasının Fransa’da yapılan ölçümlerle 1,2 milyon yaşında olduğu kesinleşti. Fosile “Denizli Adamı” adı verildi.
Yerleşik dönem öncesinde insanlar ağaç kovukları, kaya altı sığınaklar, mağaralar gibi doğal barınaklarda yaşıyorlardı. Fosilin bir mağara travertenleri içinde bulunması nedeniyle, “Denizli Adamı”nın mağarada yaşadığı anlaşılıyor. Kazı alanı çevresinde ayrıntılı inceleme yapan uzmanlar timsah, mamut, geyik, gergedan ve zürafa gibi hayvan fosilleri yanı sıra, 1.2 milyon yıl önce kullanılan taş araçlar buldu.
Bilgisayarlı tomografi taraması ve 3D görüntüleme teknikleri kullanılarak ayrıntılı bir analiz yapıldı ve fosilin yüzü yeniden yapılandırıldı. Keşke ağız ve gırtlağın yumuşak dokuları çürümeden fosilleşebilseydi de, anatomisini daha iyi tanıma şansımız olsaydı. Kalıntılarda yapılan biçimsel karşılaştırmalarda “Denizli Adamı”, Afrika fosillerinden farklı görünse de, Zhoukoudian (Çin) ve Dmanisi (Gürcistan) insanına yakınlığı doğrulanmıştır.
“Denizli Adamı”nın dokularında verem veya benzeri bir hastalığının yol açabileceği bazı hasarlar saptandı. Bu bulgu, Afrikalıların tropikal bölge dışına yerleştiğinde vücudun yeterli D vitamini üretemediği, bu yüzden de bağışıklığın zayıfladığı kuramını desteklemekte.
“Denizli Adamı”ndan sağlanan verilere dayanarak, Afrikalı Homo Erectus’un Anadolu üzerinden Avrasya’ya yayıldığı varsayılabilir. Göç gruplarından birinin Denizli bölgesini sevdiği ve buraya yerleştiği düşünülebilir. Peki, iyi de Denizli bölgesinin bu insanları çeken özelliği neydi?
Bölgede yüksek sıcaklığın etkisiyle yer yüzeyinin alt katmanlarından akan erimiş kayaçların oluşturduğu jeolojik bir yapı hakim. Günümüzde yalnızca Kızıldere Ilıcası’nda günde ortalama 450 ton sıcak su ile 40 ton buhar çıkıyor. Demek ki, o çağlarda yer altından çıkan buharlı sular çok daha geniş alana deşarj ediliyordu.
1.2 milyon yıl önce dondurucu buzul çağı koşullarında, insanların sıcak toprak ve sıcak su nedeniyle buraya yerleştikleri anlaşılıyor. Bölgenin sıcacık topraklarını hayal ediyorum da, o çağda yaşasaydım ben de yerleşir kalırdım. “Denizli Adamı” işini biliyormuş.
Ancak ciddi bir sorun vardı. Volkanik bölgelerdeki farklı gazlar, tuzlar ya da erimiş mineraller içeren sıcak sular, insan sağlığını olumsuz etkiliyordu. İnsanların yaşam beklentisi 30-31 yılı geçemiyordu. Aşırı orandaki sodyum florür nedeniyle eklem ağrıları çekiyorlar, dişleri sararıyor hatta dökülüyordu. Örneğin Çin’de (Hebei-Nihewan) bulunan küçük bir erkek çocuğuna ait azı dişlerin bu nedenle düştüğüne inanılıyor.
Üç kıtanın buluşma noktası Anadolu, en az 1,2 milyon yıldır hem kıtalararası göçler için köprü olmuş hem de ziyaretçileri kendine çekmeyi başarmış. “Denizli Adam”nın uzun yolculuğuna bakarak, Denizli’nin 1,2 milyon yıldır dünyanın her yerinden turist çektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.