Emre Dilek
Son zamanlarda Twitter’da moda olan ifade ile “Arkadaşlar ben bir şey yaptım…” Bu sene için biraz ironi olacak ama pandeminin de yarattığı imkânı kullanarak üniversite sınavına girdim. Sınav beklediğim gibi hatta biraz da beklentimin üzerinde geçti diyebilirim.
Puanım uzun yıllardır “Keşke fırsat olsa da okusam” dediğim bölüm dışında başka yerlere de yetince, bir müddet kafa karışıklığı oldu ama sonunda gerçek hedefime dönüş yaptım. Bu sene 52 yaşımda kimi yerde klasik filoloji kimi yerde ise eski çağ dilleri adı verilen bölüme girdim. Klasik Yunanca ve Latince öğreneceğim.
Belki duymuşsunuzdur, “Tolstoy’un Bisikleti” kavramını. Bisiklete binmeyi bilmeyen büyük yazar Tolstoy küçük oğlunun ölümünden sonra 67 yaşında çevrenin meraklı ve özellikle de eşi Sonya’nın endişeli bakışlarına aldırmadan kendi başına düşe kalka bisiklet sürmeyi öğrenir.
Tolstoy’un bisikleti şimdilerde Moskova Bisiklet Sevenler Derneğinde sergileniyor. İşte o bisiklet bugün literatürde “Tolstoy’un Bisikleti” diye adlandırılan, “hiçbir şey için geç değildir’’ mottosunun sembolleşmesinin aracı oldu.
Tolstoy’un bisikleti her ne kadar sembolleşmişse de başka birisinden daha bahsetmek istiyorum: Anna Mary Robertson Moses, nam-ı diğer “Granny Moses”, Türkçesi ile Büyükanne Moses. 1860 yılında New York’un kuzeyinde bir çiftlikte doğar, hayatının büyük kısmı çiftliklerde çalışarak geçirir.
Evlendiğinde 27 yaşında olan Moses beş çocuk büyütür. Eşinin ölümünün ardından bir şeylerle uğraşmak ister ama ellerinde arterit (atardamar bozukluğu) vardır. Kardeşi ona hem vakit geçirebileceği hem de hastalığına da iyi gelebileceği düşüncesi ile resim yapmasını tavsiye eder. Resim yapmaya başladığında Moses 76 yaşındadır.
Resimleri çok beğenilir ve tutulur. Çeşitli sergi ve sanat galerilerinde sergilenir. Yaşamı belgesellere konu olur. Time dergisine 1958 yılında kapak olur. 1961 yılında ölen Moses’ın “Sugaring Off” isimli tablosu 2006 yılında 1,2 milyon dolara alıcı bulur.
Peki, ileri yaşlarda gerçekten yeni şeyler öğrenecek potansiyelimiz ve kapasitemiz var mı? BBC’de yayınlanan “Yaşlı zihnin inanılmaz doğurganlığı” başlıklı makalede; psikoloji ve sinir bilim tarafından yapılan son araştırmalar, bu olağanüstü başarıların istisna kalmak zorunda olmadığını gösteriyor.
30, 50 veya 90 yaşında bazı ekstra zorluklarla karşılaşılsa da beynimiz, yaşımız ne olursa olsun birçok yeni beceriyi öğrenmek ve ustalaşmak için hâlâ şaşırtıcı bir yeteneğe sahip. Yeni bir disipline hâkim olma çabası, genel bilişsel sağlığınızı sürdürmek ve geliştirmekten daha fazlasını bile sağlayabiliyor.
Bu beyin egzersizleri, yeni beyin hücrelerinin ve sinapsların büyümesini teşvik ettiği bilinen bir nörotransmitteri ve hormon akışını serbest bırakmaya yardımcı olduğundan, sinir esnekliğini korumak ve formda kalmak adına özellikle önemli görünüyor.
Ancak yetişkin olarak yepyeni becerileri sıfırdan öğrenmeye yönelik çabalar her zaman iyimser bir bakış açısı ile değerlendirilmeyebilinir.
Bu konudaki kötümser görüşler Antik Yunanlara kadar uzanabiliyor. Aristoteles De Memoria et Reminiscentia adlı incelemesinde insan belleğini balmumu tablete benzetmiştir. Ona göre doğumda balmumu sıcak ve esnektir ancak farklı formlara girerek soğudukça çok sert ve kırılgan hale gelir ve sonuç olarak hafızamız zarar görür.
Kulakları ağır işiten klasik müzik hayranı İsmet İnönü, 50 yaşından sonra viyola çalmayı öğrenmek ister. Bu konuda iki ayrı hocadan bir yıl boyunca ders alır. 50 yaşından sonra bir müzik enstrümanı çalınamayacağını söyleyenlere şöyle diyordu:
“Ben de biliyorum bu yaştan sonra çalgı öğrenemeyeceğimi. Ama parmaklarımın tellere teması, tellerin titreşimini hissetmek, bu şekilde ses tonlarının çıkışını anlamak beni çok mutlu ediyor.”
Bu tür girişimlerdeki temel amaç meşhur bir ressam ya da bir enstrüman virtüözü olmak değil, İnönü’nün de dediği gibi mutlu olmak olabilir. Bu mutluluk dünyayı anlama ve algılama çabamıza yepyeni bir perspektif katabilir. Seksen yaşına geldiğinizde “30 yıldır gitar çalıyorum” dediğinizi hayal etsenize.
Madem bisikletle başladık bisikletle bitirelim…
Hayat biraz da bisiklet sürmek gibi, pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz.
Görsel: Halil Ocaklı
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.