1986’nın son ayı, Ankara’da harıl harıl çalışarak haftalık bir dergiyi yayına hazırlıyoruz. (*)
Ben Ankara’daki istihbarat şefiyim. Zaten iki tane muhabirimiz var, bir tane büro görevlimiz, bir de dışarıdaki her türlü işlerimizi yapan bir arkadaşımız. Ayrıca derneklerde çalışmış iki arkadaşımız daha var ama onlar gazeteci değil ve muhabirlik de yapmıyorlardı.
Ankara temsilcimiz Erbil Tuşalp. Beni de işe alan oydu. Askerliğimin son aylarında deviasyon ameliyatı olmuştum, Ankara’daki Gülhane Askeri Hastanesi’nde yatıyorum. Gazeteci arkadaşım, kırk yıllık dostum Hıdır Göktaş geçmiş olsun demek için geldi ama ziyareti yalnızca bununla sınırlı değilmiş. “Çabuk bitir şu askerliği Erbil ağabey seni bekliyor” dedi. Çok fazla ayrıntı vermedi.
Sonuçta dergide Ankara istihbarat şefi olarak yer aldım. Dergi olayı böyle başladı. (Bu arada Demokrasi adlı dergimiz hiç yayınlanmadı, afişleri bile hazırlanmışken.) Yazımın konusu dergi değil baştan söyleyeyim de kimse dergiyle ilgili bir şeyler söyleyeceğimi sanmasın.
O yıllarda türban mücadelesi halen sürüyordu. İslamcı gençler diyorduk onlara, bizim büroya da sık sık geliyor ve derginin çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Başka üniversitelerde okuyanlar da vardı ama ilahiyat fakültesi öğrencileriydi çoğu. Devrimciler onların türban eylemlerini destekliyor, bu yüzden de bizi seviyorlardı. Saatlerce oturup ne yapıp ettiğimize bakıyor, bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, ara sıra bize istihbarat bile getiriyorlardı. Çok önemli şeyler değildi ama ben sanki çok önemliymiş gibi davranıyordum. Tabii devrimci gençler ve dost gazeteciler de geliyordu büroya, sabahtan akşama kadar Erbil’in yüzünü bile göremediğim günler oluyordu. O kadar yoğunduk yani.
İslamcı genç kızların türban taktıkları için askeri cuntanın onları okuldan uzaklaştırma, uzak tutma çabalarına karşı çıkıyor, sokaklarda imza topluyorlarsa masalarına yanaşıp imza veriyordu çoğu devrimci de. Onlar da devrimcilere sempati besliyordu. Tabii bunu çok da genellemeyeyim çünkü bu yanlış olur. Dindarlar arasında antikomünizm çok kuvvetli bir damardır hep. Belki de bu yüzden devrimci sözcüğünü kullanıyorum solcu yerine. Kendini solcu sanan CHP-DSP gibi partiler ve seçmenleri türban yasağını destekliyordu.
Bir dayanışma vardı aramızda o zamanlar. Hak mücadelesi yapan kim olursa olsun devrimciler onlardan yana çıkardı hemen. Dindar gençlerin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, Mahir Çayan ve arkadaşlarına sempatisi vardı, askerī vesayete, kurulu düzene karşı çıktıkları için.
Bir süre önce otuz yıllık dostum, gazeteci arkadaşım Can San’la telefonda konuşurken laf buraya geldi nasılsa, “şu anda birbirimizin boğazına sarılıyoruz, bizi bir kaşık suda boğuyor, hapislerde çürütüyorlar” dedim. Sonra da bu yazıyı yazmanın şart olduğunu düşündüm. Bizzat olayların içinde yaşamış biri olarak tanıklıklarımı aktarırsam iyi olacağını sanıyorum.
1974-1979 yılları arasında ODTÜ fizik bölümündeydim. Üç tane Akıncı genç vardı hiç birbirlerinden ayrılmazlardı. Ama öğrenci temsilcileri seçimlerine katılır devrimcilerden bir siyasetin adayına oy verirlerdi. Üçlü amfinin altında bir mescit veya oda vardı, isteyen oraya gidip namazını kılıyordu. Tabii bu üç arkadaşımız da orayı kullanıyordu doğal olarak. Hiçbir gün devrimcilerin bunu bir sorun yaptığını görmedim beş yıl boyunca, hatta belki bu odadan haberi bile yoktu çoğunun. Bu üç arkadaş Bahçelievler son durakta servis otobüsünden iniyordu. Bir gün inerken beni de davet ettiler, “gel bir çay içelim” diye. Başkalarını da davet etmişlerdir eminim. Teşekkür ettim, galiba gerçekten işim vardı o gün.
Altmış yaşın altında olanlar bunları hiç yaşamadı, ne dindarlar ne de devrimciler. Oysa doğal müttefik olmaları gerekiyor bu iki kesimin. Çünkü Kuran “garip gurebanın yanında olun” diyordu. “Asla hak yemeyin hele hele kul hakkını yerseniz benim karşıma hiç gelmeyin” diyordu Allah. Ve dindarlar buna ölümüne inanıyordu. Kul hakkı yememek! Devrimciler bunu başka sözcüklerle dile getirirdi ve hâlâ da getiriyor.
Tabii ki dindarlar için geçerli değil şimdi söyleyeceklerim yalnızca AKP’liler için. Diyelim ki önümüzdeki yıllarda yapılacak seçimlerde bu parti iktidardan düştü ve devrimcilerin yardımına muhtaç oldu. Kaç tanemiz içimiz rahat bir şekilde onlara yardım elini uzatabilir? İçinizden yanıt verin, vicdanınızdan yani. Yanıtınız samimi olsun ve içinizde kalsın.
Geçmişe bakınca birbirine hoşgörülü, birbirine daha çok saygı gösteriyordu devrimcilerle dindar gençler gibime geliyor. Yanılabilirim ama bana öyle geliyor. Dindarlar AKP iktidara geldikten bir süre sonra işler değişti. Tayyip Erdoğan son yedi sekiz yıldır toplumu kutuplaştırmanın kendisine epey bir kâr getirdiğini görünce olanca ağırlığıyla kutuplaştırma siyasetine yüklendi. Çünkü onun için iktidarda kalmak hayat memat meselesi. Bu yüzden ne yapıp edip iktidarda kalmaya çalışıyor, toplumu birbirine olabildiğince düşman etmeye çalışıyor. Kendisine ağza alınmayacak küfürler eden Devlet Bahçeli’yi baş tacı yaptı. Bu bile ne kadar korktuğunun göstergesi aslında. Ama toplum olarak bakın ne hale geldik!
Bundan sonra yaralaramızı sarıp yine eskisi gibi olur muyuz toplum olarak? Ben çok ihtimal vermiyorum. Fay kırıldı ve yarık oluştu. Eğer bu yarık üzerine çok kuvvetli evler yapsak bile bir sonraki sarsıntıda hepsi yerle bir olacak, yani harcı ne kadar sağlam tutarsak tutalım depremin yerle bir ettiği yere yeniden ev/bina yapmak intihar etmek demek.
Çıkış yolu ne peki diyeceksiniz, inanın ben de bilmiyorum. AKP iktidardan giderse toplum doğru yolu bulacak diyenler var, pek katılmıyorum. Öncelikle sorun AKP’nin iktidardan gitmesi değil yalnızca. Ama eskiyle hesaplaşmadan bir yere varılması imkansız. Hesaplaşılırsa da yeni mağduriyetler yaratılmadan bu nasıl başarılacak? Fetullah Gülen cemaati deneyimi ortada. Kaymak tabakaya hiçbir şey yapılmadı, çoğu yurt dışında (hattı bazıları hâlâ AKP içinde) ama Bank Asya’ya para yatırmış ya da iyi niyetle para yardımında bulunmuş insanlar şimdi hapiste. Öyle bir baskı uygulanıyor ki onlara, cemaate gönül verip de şimdi gerçekleri görüp ayrılmak isteyenler kendilerine bir çıkış yolu verilmediği için halen cemaatte kalmaya ve ıstırap çekmeye devam ediyor. Aynı şeyi yarın yine yapmayacağımız ne malum?
Gerçekten suç işleyenlere dokunulmazsa da her şey yapanın yanına kâr kalacak ve bu zaten AKP döneminde mağdur olanlar için yeni bir haksızlık anlamına gelecek.
Yani gerçekten bilmiyorum ne yapacağız da bu felâket durumdan çıkacağız toplumca.
İç karartıcı bir yazı oldu ama durum bu, bana göre.
Herkese keyifli günler, tabii hâlâ keyfiniz kaldıysa…
Fotoğraf: gazetepan.com
(*) Bu yazıyı 24 Şubat 2024 günü yazmıştım ancak güncel olmadığı için yayınlanması için Medya Günlüğü’ne göndermedim. Ancak şu sıralar “İsrail’le ticareti kes” slogan altında devrimci ve İslamcı gençler ayrı ayrı da olsa buluşunca yazı güncellik kazanmış oldu, artık yayınlanabilecek hale geldi.