1970’li yıllar biterken Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede sıcak günler yaşanmaya başlamıştı.
1979 yılı İran’da Humeyni ile İran İslam Devrimi gerçekleşmiş, 1980 yılında Saddam Hüseyin’in orduları İran topraklarına girince Irak ile savaş başlamıştı. Aynı yıl Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi olmuş, TBMM feshedilmiş, tüm siyasi partiler kapanmış, liderleri Çanakkale Zincirbozan’da tutuklanmıştı.
Yeni kurulan darbe hükumetindeki kabinede bir önceki hükümette de bulunan Turgut Özal ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görevine devam etmişti.
Özal 24 Ocak 1980 kararlarının mimarı olarak Demirel kabinesinde görev almış eski bir DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) müsteşarı idi. O yıllara damgasını vuran iki önemli olay vardı. Birincisi, 1973 yılında dünya petrol krizi yaşanmış, ertesi yıl ise ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Ecevit-Erbakan koalisyon hükumeti Kıbrıs Harekatı’nı gerçekleştirip Ada’daki Türkleri Rum saldırılarına karşı korumuştu.
1973 yılında İsrail’le savaştan yenik ayrılan petrol üreticisi Araplar, petrol varilinin fiyatını 3 dolardan 12 dolara yükseltmişti. Dünya ülkeleri yüksek enflasyon ile karşı karşıya kalmışken, Türkiye’nin önüne bir de Kıbrıs askeri harekatının ağır mali faturası çıkmıştı. Bunlara bir de Amerika’nın ve Batı’nın askeri ve mali ambargosu eklendi, bunların sosyal sonuçları olarak ülkede sağ-sol öğrenci hareketleri ve terör olayları artmaya başladı.
1970’lı yılların son dönemlerindeki Türkiye’de ekonomik sıkıntı ve siyasi kargaşa had safhadaydı. Yağ, şeker, tüp ve sigara gibi temel ürünler karaborsaya düşmüştü. Bu durum iktidardaki Ecevit hükumetinin sonu oldu, yerine gelen Demirel başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu bakanı Turgut Özal 24 Ocak kararları ile ekonominin yönünü değiştirip neoliberal bir ekonomik sisteme adım attı. Öncelikle büyük bir devalüasyon yaptı ve sonrasında da eskiden devletin sübvanse ettiği akaryakıt, sigara, alkol vs. gibi birçok temel üründe yeni fiyat ayarlamaları yaparak devletin desteğini kaldırdı. Ekonomi yavaş yavaş rayına oturup piyasaya mal çıkmaya başladı ancak siyasi kargaşa ve terör olayları hâlâ devam ediyordu. Nihayet 12 Eylül sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koydu.
Turgut Özal darbe kabinesinde eski görevine devam ederken ülkenin en büyük sıkıntısının döviz darboğazı olduğunun farkındaydı. Bu nedenle Türkiye’nin ihracata dayalı büyüme modeline geçmekten başka çaresi olmadığını biliyordu.
İran-Irak savaşı Özal’ın yeni ekonomik modelinin başarısı için altın tepside sunulmuş bir imkandı. İran, ABD ve dolayısı ile Batı’nın ekonomik ambargosu ile karşılaşmış ilkesine mal ithal etmekte zorlanıyordu. Irak da Basra Körfezi’ni savaş nedeniyle kullanamadığı için tedarikini sadece Türkiye üzerinden yapmak zorunda kalmıştı.
Hem İran, hem de Irak ithalatlarının tedarik kaynağı olarak ekonomik açıdan geçiş rotasında olan Türkiye’ye büyük ölçüde bağımlı hale gelmişti. Savaşın 8 yıl sürmesi ve taraflardan birinin kesin zafer kazanamaması da Türkiye’nin şansınaydı.
Özal pragmatik bir insan olduğu için Türkiye’nin üretim kapasitesinin bu iki ülke ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olmadığının farkındaydı, Her iki ülkenin de Türkiye’de üretilmeyen bazı ürünlerin transit olarak tedarik edilip ihraç edilebilmesi için gereken düzenlemeleri yapıp Türk ihracatçısının önünü açtı.
Artık İsrail’den mal tedarik edip İran veya Irak’a ihraç etmek için engel kalmamıştı…
Fotoğraf: İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher-Turgut Özal
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm