Hava gazı alevi gözler. Acı sarı limon dilimleri. Denizin kum mavisi sisi. Narçiçeği kırmızı dudaklar.
Sis mavisi kar. Çağla rengi ipek mendil. Erguvan rengi kıvamlı aydınlık. Piyano siyahı saç topuzu. Sincap grisi gözler. Şişe mavisi elbise. Buğday sarışını Beyaz Rus. Yanakları kız pembesi bir Bahriyeli. Çilek pembesi minnacık bir burun. Yağlı mavi bıyıklar. Cam yeşili mujik kaftan.
Paslı sarı bir akşam. Gök mavisi tuvalet. Vişne çürüğüne çalar bir karanlık. Mutfağın bakır kızılı aydınlığı. Sigara dumanlarının kar mavisi sisi. Nar kızılı ışık zerreleri. Cam soğuğu kül mavisi gökyüzü. Boru çiçeği moru sis karanlığı. Düşük bıyıkları akrep kızılı. Ateş kırmızısı elbise. Açık filizi sedefli beyaz duvar. Camlarda kurşun rengi yoğun bir duman. İnce ince damar işlemeli kırmızı yanaklar. Biri sarı ela, öteki midye yeşili gözler. Aydınlığı dağıtan endam aynası.
Sardunya pembesi yaldız tozu içi sıra mimoza sarısı yansımalar. Altın yeşili ışıltılarla dökülüp saçılan mehtap. Vitrin camlarında donmuş gümüş karası soğuk. Eflatun bir karanlıkta mavi beyaz bayraklar. Bahriyeliler taze bademler gibi ağarıyor. Su aydınlığı gözlerinden geçen bulutlar. Sahtiyan siyahı saçlar. Limon küfü gözler.
Ah o vahşi sarışınlığı yok mu? Gözlerindeki hava gazı alevi mordan eflatuna döndü. Kirpiklerinin ucunda haşhaş pembesi kıvılcımlar. Ateş sarısı perçemleri akıllı alnına düşmüş. Havai fişeklerin dalgalı aydınlığı. Bulut grisi bakışların mahzunluğu. Ürkek pembe. Çekimser lacivert. Göktaşı mavisi bir deniz. Saydam deniz yosunu bir aydınlık. Civciv sarısı tüylü yapraklar. Saldırgan bir yangın sarışınlığı.
Asit yeşili gözlerinden kükürt sarısı şimşekler taşıyor. Uzay mavisi yıldızlar omuzlarına sarkıyor. Ela gözlerin ışıkta leopar aydınlığı. Sarı sarı tüten İngiliz cigarası. Ateş sarısı kirpikler. Kahve esmeri hindu ve kuzgun siyahı zenci neferler. Yağ yeşili çini soba. Sokaklarda pas karanlığı. Kayısı kızılı ruj.
Papatya sarışını Rus dilberi. Karabiber esmeri. Damar mavisi sigara dumanı. Katran siyahı saçlarla çelişen zehirli mavi bakışlar. Bonbon pembesi dil. Teni sanki süt mavisi saydam bir zar. Çarkı feleklerin rengarenk dönüşü; acı mor, cart sarı, çığlık yeşili.
Erimiş kehribar rengi kayısı murabbası. Çatlak sıtma sarısı Malta taşları. Abanoz siyahı saçlar. Biftek kırmızısı dudaklar. Hava gazı mavilerinde zakkum pembeleri yanıp sönen zehirli gözler. Gökte cam yeşili bir hilal. Eflatun dudaklarında duru bir ermiş gülümsemesi.
Kar beyazı bir sis gibi karyola cibinliği. Selanik’in sakız parıltılı aydınlığı. Tavanda civa mavisi yansımalar. Cam yeşili kanarya sarısı ve menekşe moru imgelem çiçekleri. Kıyıya vurmuş jelatin yeşili yosunlar. Civa mavisi gökyüzü. Mehtabın odaya boşalttığı gümüşlü mavi aydınlık.
Hareli nefti gözler. Işıltılı zeytin siyahı gümrah saçlar. Sarı ela gözleri kocaman iki papatya. Patlıcan moru kılcal damarlar. Sakal traşları mor sarraflar.
Kılıç aydınlığı bir günde çelik grisi gök. Magnezyum yeşili bir yıldız. İncir moru bir bulut kalabalığı. Kül esmeri karı kıt bir sulu sepken. Boğazın karşı yakasına haşhaş rengi kuşlar uçuran gün batımı. Bir kelebeğin tozlu kahverengi kanatlarının pırpırı. Akşamüstünün yeşile çalan mürekkep morluğu. Turuncu mor karışımı bir ışımaya dönüşen kıvamlı aydınlık.
Göktaşı mavisi. Üflemeli çalgılardaki altın yeşili yansımalar. Damak pembesinden incir moruna katmerli bulutlar. Kadife laciverdi gök. Işığın saydam kanatlarını gümüşlediği pervaneler. Mintanın üstüne giydiği fes rengi fermele.
Ilık yaz karanlığı iki yanlarından akıyor. Tramvayların camları şimşek yalazıyla bir zümrüt yeşiline çalıyor bir kükürtlü eflatuna. Yalazın dairesine giren adam bakır kızılı bir heykele dönüşüyor. Boğaz içinin mavi hülyası. Yeşil göl dibi aydınlığı. İçerdeki aydınlık, servilerin nefti çınarların tozlu yeşil yapraklarından süzülüyor.
Aynanın büyülü yeşil aydınlığı içinden zehirli mavi bakıyor. Kirpiklerinin arasından hava gazı mavisi bir duman sızdırıyor. Çilek pembesi dilini canfes kızılı dudaklarının üzerinde gezdiriyor. Aynalı mavi karanlığı hant hant öttüren uzak yankılanmalar. Akrep kızılı düşük bıyıklar. İnce ince damar işlemeli kırmızı yanaklar. Odanın mehtapta iyice fosforlanan maviliği.
Eflatun bir karanlıkta mavi beyaz bayraklar. Açık filizi sedefli beyaz duvar. Çini mavi çipil gözler. Gözlerinin kalaylı parıltısı. Camlarda kurşun rengi yoğun bir duman. Boru çiçeği moru sis karanlığı. Nar kızılı ışık zerreleri. Su aydınlığı gözlerinden geçen bulutlar. Yağlı mavi bıyıklar. Gözlerindeki hava gazı alevi mordan eflatuna döndü.
Akşamüstünün yeşile çalan mürekkep morluğu. Dudaklarının gayr-ı tabii kırmızılığı koyu vişne çürüğüne dönüşür. Garsonlar ellerinde bira salkımlarıyla sarışın bir ışık dağıtıyorlar. Boy aynalarından gökkuşağı renkleriyle yansıyan erimiş metal aydınlığında tutuşmuş toz, magnezyum gibi misafirlerin üstüne yağıyor.
Camlarda karanlık, gümüş sırlı tatlı bir laciverde açılıyordu, az sonra derinliklerinde mor laleler haşhaş pembesi şafak kuşları uçuşur. Gözlerindeki hava gazı alevlerinin mavisi, gittikçe eflatuna çalıyor; içi sıra çürük morların, menekşe yaprakları halinde açıldığı kadife tüylü bir eflatun…
Bu saydığım zepzengin ve apacaip renk betimlemelerinin hepsi Attila İlhan’ın “Dersaadet’te Sabah Ezanları” kitabından. Bir zamanlar bir boya firmasının sloganı vardı hani: Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki? Bu romandan rengi çıkarsak geri neyi kalır ki, demek istemiyorum çünkü o kadar zengin ki eser, çok şey kalır elbette.
Dünya savaşı günlerinde Osmanlı’nın İstanbul’unda yaşayanlar ve yaşananların perde arkası, devletlerin ve derin devletlerin gündemini belirleyenler, insan ilişkilerinin gündüzü kadar gecesinin neden olduğu siyasi değişimler, daha da neler neleri içeren bir tarih resmi ile birlikte coğrafyaların da capcanlı resimleri kalır. Geriye çok şey kalır kalmasına da gene de güdük kalır bence. Ancak, her bir sayfadan taşan bunca renk güzellemesi, renk manyağı olan bana bile fazla geldi. Bilmem ki siz ne dersiniz listelediğim bu renk cümbüşüne?
Bunları okudukça bir merak sardım ki Attila İlhan’ın gözlerine, o kadar olur. Görüntüsüne değil elbette, görüş yeteneğine. Merakım, bu adamın kaç konisi vardı acaba diye. Keşke hâlâ yaşıyor olsaydı da yeni teknoloji ile bir bakılıverseydi gözlerindeki konilerin zenginliğine. Dil zengini olduğu kadar koni zengini de olmasa başka nasıl oluşurdu bunca renk tasviri…
“Göz konisi de nedir” diyenlere davet, önümüzdeki haftanın yazısına…